Fransız ve İngiliz sömürge eğitimini, sırf tipik birer örnek oldukları için ele aldık. Gerçekte, ‘milletler savaşı’ acımasızca devam etmektedir. Üstelik yeryüzünün sömürgeci ülkeleri sâdece bunlar değildir. Türkiye, Japonya, Almanya… Gibi ülkelerde ‘bireyci’ bir eğitim programı isteyen ve bu suretle güya bu ülkelerde mevcut bulunan ‘aşırı militarist’ tutuşu bertaraf etmeye yönelen ve fakat gerçekte bu cemiyetleri çözerek anarşiye düşüren, diğer taraftan bu ülkelerdeki ‘ülkücü ruhu’ çökertmek üzere kaba bir materyalizme kayacak nispette ‘pragmatizme’ (faydacılığa) ağırlık veren ABD’nin ‘gelişmekte olan ülkelere tavsiye ettiği eğitim, felsefe ve programları’ da bu açıdan kritik edilmeye değer. Öte yandan “kızıl emperyalizmin” korkunç bir materyalizme kayarak milletleri sınıf çatışmaları ile bu yetmezse bölge, mezhep ve etnik gruplar arasında farkları kışkırtmak yolu ile siyasî ve ekonomik nüfuz sağlamakta olduğunu görüyoruz. Kızıl emperyalizm, milletlere karşı ‘içten saldırma’ plânları yaparken bilhassa eğitim müesseselerini ve öğretmenleri hedef alır. Şimdi bunların ışığında kendi kendimize şu soruları sorup cevaplarını vicdanlarımızda aramalıyız: Gerçekten, Türkiye’mizde bir, bir buçuk asırdan beri yürütülen eğitim, acaba hangi sömürgecilere hizmet etmektedir. Çavuş ve onbaşılara, usta öğreticilere öğretmenlik yaptırdığımız ve bu tip öğretmeni yetiştirmekle öğündüğümüz günlerde kimlere hizmet ediyorduk? Hâlâ bu fikirlerin savunucularını sâdece gafletle mi suçlayalım? Millî ve geleneksel eğitim müesseselerimiz neden geliştirilmedi? Güya Avrupaî okullar açtığımız ve orada genç beyinleri ilim dışı teorilerle zehirlediğimiz günleri geride bıraktık mı? Birinci sınıf mütehassıslar yetiştirmek yerine Prof. Mümtaz Turhan Bey’in deyimi ile ‘okur-yazar cahiller’ üreten okullar açmayı başarı saymadık mı? Avrupa’ya kimleri ihtisas yapmaya gönderdik? Yüz binlerce vatan çocuğu, gerçekten millî ve çağdaş bir yüksek tahsil müessesesi ararken kimlerin çocukları Avrupalarda fink attı? Bunlar, gerçekten birer ‘Avrupa kültürü’ olarak mı ülkelerine döndüler? Yoksa Jules Hamard’ın ifâdesi ile ‘manen ve aklen melez, yolunu şaşırmış, kendi cemaatinden ayrılmış, iliklerine kadar çürümüş, kalbinin dibine kadar acı ve garez girmiş, her iki cemâatten terkedilmiş (meselâ ne Avrupalı olabilmiş ne de Müslüman-Türk kalabilmiş) ve netîcede her ikisinin dışında kalmış olan kimseler mi oldular? Bu zibidi aydınlar, ister kendi ülkelerinde ‘politikacı’ ister ‘hukukçu’ ister ‘fen adamı’ ister ‘öğretmen’ ister ‘profesör’ olsunlar. Bunlar ne yaparlar? Bunlar, kendi ülkelerinde, anarşinin, yıkıcılığın, bölücülüğün, ahlâksızlığın, vatan ve millet tahripçiliğinin, din ve îman düşmanlığının öncülüğünü mü vazîfe edinirler? Bütün bunları görmüyor muyuz? Yaşamıyor muyuz? Bugün, yabancı dillerle eğitim yapan kaç kolejimiz, lisemiz, yüksek okulumuz ve üniversitemiz vardır? Bunlar, neden Türkçemizin bir ilim dili olarak gelişmesini temin etmezler? Millî dilin aleyhine sürdürülen bir yabancı dil öğrenme politikası kime fayda getirir? Milliyetçi eğitim; sömürge eğitimine, kültür emperyalizmine, beyin göçüne, ilim personeli korsanlığına, yıkıcılığa, bölücülüğe, kalitesizliğe, iç çatışmaları körükleyen anlayışlara karşıdır. Milliyetçi eğitim, vatan ve millet çocuklarını bütünü ile bağrına basmayan ve kâbiliyetleri ölçüsünde gelişmesine fırsat imtiyazı durumuna getiren kadrolara ‘paydos’ diyen eğitimdir. Milliyetçi eğitim, insanını, yabancılaştırmadan çağdaş, sosyal, kültürel, ekonomik ve teknolojik savaşlara hazırlar.
Kaynakça
Arvasi, S, Ahmet. Türk-İslâm Ülküsü 1. s. 378-379
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.