Türk Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktası sayılan Sakarya Meydan Muhârebesi (Savaşı) öncesinde Eskişehir-Kütahya Savaşları olarak anılan savaş, 10 Temmuz 1921 günü Yunan ordusunun saldırısı ile başlamıştır. Muhtelif kaynaklarda iki ordunun asker, mühimmat vs. sayıları şu şekilde belirtilmektedir: Bu savaşta Yunan ordusu yüz yetmiş sekiz bin asker, bin iki yüz top ve muhtelif mühimmata sâhip iken Türk ordusu ise Yunan ordusunun yarısı sayılabilecek doksan bin civârı asker, altı yüz adet top ve muhtelif mühimmata sâhiptir. Birinci ve İkinci İnönü Savaşlarının gâlip kumandanı, (komutanı) Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşa komutasındaki Türk ordusu, dokuz günün sonunda 19 Temmuz 1921 târihine gelindiğinde ağır kayıplar vererek Afyon, Kütahya ve Eskişehir’i kaybetmiştir. 25 Temmuz 1921 târihine gelindiğinde ise Türk ordusu taktik gereği ve savunma savaşı için Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilmiştir.
Türk ordusunun bu cephelerdeki yenilgisi Ankara’da ciddî rahatsızlıklara sebep olmuş, Türkiye Büyük Millet Meclisinde çok yoğun bir şekilde karşılıklı suçlamalar, tartışmalar ve ateşli geçen oturumlar neticesinde târihe ‘Başkumandanlık Kanunu’ olarak geçen ve bu şekilde anılan kanun, 5 Ağustos 1921 târihinde Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilmiştir. Bu kanun ile Türkiye Büyük Millet Meclisi kendi uhdesinde (görev ve sorumluluğunda) bulundurduğu yetkilerini Mustafa Kemal Atatürk’e 3 aylık bir dönem için devretmiştir. (Daha sonra muhtelif zamanlarda uzatılmış olan bu süre, Mustafa Kemal Atatürk’ün cumhurbaşkanı seçildiği târih olan 29 Ekim 1923 târihine kadar devam etmiştir.) Bu kanun, Sakarya Meydan Muhârebesi’nde savaşın kazanılmasına, 30 Ağustos’ta zafere ulaşılmasına ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasına zemin hazırlamıştır.
İçinde bulunulan zor durumdan bir an önce kurtulmak, savaşın seyrini değiştirmek için önce düşmanın ilerlemesini durdurup sonrasında düşmanı cephede yenilgiye uğratarak Türk vatanını düşman işgalinden olabilecek en kısa sürede kurtarmak için Başkumandanlık Kanununun çıkartılması bir zaruret hâlini aldığından bu kanun çıkartılmıştır. Mustafa Kemal Paşa bu kanunla başkumandan olarak bizzat kendisi ve Genel Kurmay Başkanı Mustafa Fevzi Çakmak Paşa ile Sakarya Meydan Muhârebesi’ni sevk ve idâre etmiştir. Sakarya Meydan Muhârebesi Türk milleti için tâbiri câiz ise bir ölüm kalım yâni var olmak ve yok olmamak mücâdelesinin başlangıcını oluşturur desek yeridir. Kaynaklarda Yunan ordusu; yüz yirmi bin asker, üç bin yedi yüz seksen subay, elli yedi bin tüfek, iki bin yedi yüz yetmiş sekiz makineli tüfek, üç yüz seksen altı top, bin üç yüz elli kılıç, üç bin sekiz yüz havan, altı yüz adet üç tonluk kamyon, iki yüz kırk adet bir tonluk kamyon, on sekiz uçağa sâhiptir. Türk ordusu ise; doksan altı bin asker, beş bin dört yüz bir subay, elli dört bin beş yüz yetmiş iki tüfek, sekiz yüz yirmi beş makineli tüfek, yüz doksan altı top, bin üç yüz dokuz kılıç, otuz iki bin yüz otuz yedi hayvan, bin iki yüz seksen dört at/katır arabası, iki adet uçağa sâhiptir. 22 Ağustos 1921 günü başlayıp 13 Eylül 1921 günü sona eren ve yirmi iki gün, yirmi iki gece süren savaşın neticesinde Yunan taarruzu durdurulmuş, Yunan ordusu, Türk ordusunun savunması karşısında geri çekilmek zorunda kalmıştır. Savaşın sonunda Sakarya Nehri’nin doğusuna kadar olan bölgede düşman askeri kalmamış, Türk ordusu kaybettiği mevzileri ve toprakları geri alarak savaştan zor da olsa zaferle çıkmayı başarmıştır. Balkan Savaşlarının ve Birinci Dünya Savaşı’nın yorgun, bıkkın ve bitkin düşürdüğü Türk milleti, kendinden bile ümîdini kestiği bir sırada Türk ordusunun kazanmış olduğu bu zafer, Ankara’da ve tüm yurtta sevinç, coşku ve heyecan yaratmış, ümitlerinin yeniden yeşermesine, geleceğe umutla bakılmasına ve kurtuluşun gerçekleşebileceğine olan inanç pekişmiştir. Tabiî ki Ankara’nın ve Türk milletinin üzerinde dolaşmaya başlayan kara bulutların dağılmasına, ümitsizlik ve çâresizlik sarmalından kurtulmasına, kendine gelmesine, mânevî anlamda kendi gücüne ve varlığına yeniden inanmasını sağlamıştır. İşte bu nedenledir ki bu savaş, Türk Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktası olarak kabul edilmiştir.
Muhtelif kaynaklarda savaşın sonucuna ilişkin olarak her iki tarafın kayıpları şöyle belirtilmektedir: Yunan ordusu; üç bin yedi yüz elli sekiz ölü, on sekiz bin dokuz yüz elli beş yaralı, üç yüz elli dördü kayıp olmak üzere toplam yirmi üç bin yedi zâiyat vermiştir. Başka bir değerlendirmeye göre ise Yunan ordusunun on beş bin ölüsü, yirmi beş bin yaralısı vardır. Türk ordusunun ise beş bin yedi yüz on üç ölü, on sekiz bin dört yüz seksen yaralı, sekiz yüz yirmi sekiz esir, on dört bin iki yüz altmış sekiz kayıp olmak üzere toplam otuz dokuz bin iki yüz seksen dokuz zâiyatı vardır. Burada Türk ordusunda çok sayıda kayıp olduğu hemen göze çarpmaktadır. Bunun nedeni savaşın çok şiddetli geçmesi sebebiyle şehit olanların definlerini bizim ordumuz tarafından yapılamamış olması, bunların şehit oldukları yerde definlerinin düşman askeri tarafından yapılmış olması ve savaş sırasında ki firarlar olarak belirtilmektedir. Gerçekte kayıp olmayanlar tüm bu nedenlerle kayıp olarak kabul edilmekte ve resmî kayıtlara bu şekilde geçmektedir. Sakarya Meydan Muhârebesi’nde Türk ordusunda künye kullanılmadığı, orduda harita mühendisinin bulunmadığı belirtilmekte olup günümüzde bu durum, şehitlerimizin kimliklerinin tam olarak tespitini güçleştirmekte, özellikle küçük birliklerin mevzilerinin yerini bulmada zorluklara neden olmaktadır.
Allah korusun Sakarya Meydan Muhârebesi’nde Türk ordusu, Yunan taarruzunu durduramamış olsa, Yunan ordusunu geri çekilmeye zorlayarak bu zaferi kazanamamış olsa idi bugün içerisinde yaşadığımız ve ulu atamız Selçuklu Sultanı Alparslan’ın bize ebedî yurt olarak teslim ettiği Anadolu coğrafyasının durumunu tahayyül etmek bile istemezdik herhâlde. Vatandaşı olmaktan şeref duyduğumuz, Türklüğün ebedi yurdu, dünyanın dört bir yanında yaşayan Türk milletinin ana vatanının durumu nasıl olurdu acaba? Kurulduğundan bu yana dünya Türklüğünün umut ışığı, mazlum ve çâresiz milletlerin; Türkler, imkânsızı başararak en zor şartlarda bile ortaya yeni bir devlet çıkararak hür ve bağımsız olmayı becermişlerdir diyerek örnek aldığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti olur muydu? Olursa nasıl olurdu diye düşünmek ve tefekkür etmek gerekir.
Yukarıda sayı karşılaştırmalarını verdiğimiz iki ordunun durumuna bakıldığında Sakarya Meydan Muhârebesi’nde düşman hem asker sayısı bakımından hem de mühimmat ve teçhîzat bakımından Türk ordusundan oldukça üstün durumdadır. Savaş bizim açımızdan öyle şiddetli geçmektedir ki birliklerimiz vakit bulup da kendi durumlarının kayıtlarını tutmakta zorlanmaktadır. Hatta birliklerin subayları ön cephede bulunduklarından çok sayıda subay zâiyatına sebep olmuştur. Bu nedenledir ki bu savaş için subaylar savaşı da denmiştir.
Kazanılan bu zafer neticesinde, Yunan ordusunun arkasında duranlarda kendi düşündüklerinin, hayal ettiklerinin, istediklerinin mümkün olamayacağını, Türk milletinin direncini kıramayacaklarını, ona ebedî yurt olarak mîras bırakılan Anadolu coğrafyasından söküp atamayacaklarını hissetmeye ve anlamaya başlamışlardır. İlk olarak İtalyanlar Anadolu’da işgal ettikleri toprakları boşaltarak çekilmişlerdir. Bugünün Rusya Federasyonu, dönemin Sovyetler Birliği Devleti ile 13 Ekim 1921 târihinde Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan adına, Kars Antlaşması’nı imzalanarak doğu sınırlarımız güven altına alınmıştır. Bunun netîcesinde burada konuşlu bulunan askerlerimizin Batı Cephesine kaydırılması imkânı ortaya çıkmıştır. Fransa ile TBMM Hükûmeti, Ankara Antlaşması’nı imzalamış, bu yolla Fransa, Ankara Hükûmetini resmen tanımıştır. Yapılan bu anlaşma Ankara’yı hem rahatlatmış hem de elini güçlendirmiştir. Güney Cephesini de bu anlaşma ile güvene alan Ankara, burada bulundurmak zorunda kaldığı askerlerini de Batı Cephesine kaydırma imkânına kavuşmuştur.
İngiliz târihçi Arnold Joseph Toynbee, Sakarya Meydan Muhârebesi için “Târihin seyrini değiştiren en büyük savaşlardan biridir.” demiştir. Emperyalistlerin oyunu bu savaşın sonucunda kazanılan zaferle bozulmaya başlamış ve Türk milletinin düşmanlarının, bu milleti târih sahnesinden silme girişimleri konusunda ki arzu ve hevesleri kursaklarında kalmıştır. Türk milleti var olmak, yok olmamak mücâdelesini kazanacağını burada ortaya koymuş ve târihin seyrini değiştirmiştir.
Gâzi Mustafa Kemal Atatürk, bu savunma ve taarruz savaşı için târihe geçen emrinde, “Hattı müdâfaa yoktur, sathı müdâfaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça bırakılamaz. Onun için küçük büyük her birlik bulunduğu mevzilerden atılabilir fakat küçük büyük her birlik, ilk durabildiği noktada tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muhârebeye devam eder. Yanındaki birliğin çekilmeye mecbur olduğunu gören birlikler ona tâbi olmaz. Bulunduğu mevzide nihâyete kadar sebat ve mukavemete mecburdur.” der. Gâzinin bu emri aslında savaşın ne kadar çetin geçeceğinin ne kadar ölümcül olacağının bir göstergesidir. Aynı zamanda emirde, özellikle vurgulanan mecburiyet ise Türk milletinin kaderinin bu savaşın sonucuyla doğrudan ilgili olduğunun bir göstergesidir. Bunun bir var olmak, yok olmamak mücâdelesinin başlangıcı olacağını da buradan açıkça okumak mümkündür. Çok şükür ki Türk ordusu (milleti) bu savaşın sonunda zaferi elde etmiştir.
Sıkıntı o kadar büyüktür ki Türk milletinin kaderinin şekillendiği, Sakarya Meydan Muhârebesi’nin öncesinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve Hükûmet merkezinin Kayseri’ ye taşınması gündeme gelir, tartışılır ve konuya ilişkin Bakanlar Kurulu önergesi, TBMM’ de gizli oturumda görüşülmeye başlandığında Erzurum Milletvekili Durak Bey, (Sakarya)söz alarak şöyle der: “Efendiler biz bu dâvâya başladığımız gün, elimizde ne böyle bir ordu vardı ne bu kadar silâh. Bugün eskiye nispetle çok kuvvetliyiz. Bu nedenle Bakanlar Kurulunun önerisini reddediyorum. Halk gidebilir, ailelerimiz gidebilir, memurlar gidebilir, herkes gidebilir. (Cebinden silâhını çıkarıp kürsünün üstüne koyar) ama biz elimizde silâh, burada öleceğiz. Hiçbirimiz şehitlerimizden daha büyük değiliz.”
Yine aynı oturumda, Tunceli milletvekili olan, çok konuşmayı sevmediği anlaşılan Diyap Ağa (Yıldırım) ise şöyle der: “Biz buraya kaçmaya mı geldik yoksa ölmeye mi? Eğer Meclisi taşımak istiyorsanız buyurun gidin ama ben gidemem. Tek başıma bile olsam, bayrağım dînim ve vatanım için son kurşunuma kadar savaşırım. Son kurşunu da kafama sıkarım, bu böyle biline.”
Durak Bey ve Diyap Ağa milletin temsilcileri olarak var olmak ve yok olmamak mücâdelesinin başlangıcında milletin varlığının devamı için canlarını ortaya koymayı ve ölümü seçebilmişlerdir. Bunun içindir ki bugün varlığımızı devam ettiriyoruz. Allah, onlardan râzı olsun.
Târihin bilinen eski zamanlarında var olduğumuz gibi târihin geleceğinde de var olmak istiyorsak Mehmet Akif’ in “Allah bir daha bu millete İstiklâl Marşı yazdırmasın.” dediği gibi biz de ‘Allah, bir daha bu milleti Sakarya Meydan Muhârebesi ve benzeri muhârebeleri yaptırmak zorunda bırakmasın diyoruz.’
Bunun için Ülkücüler, bugün için çok kıt olan ellerindeki tüm vâsıtaları ve imkânları sonuna kadar kullanarak Türk milletinin bu durumlara neden düştüğünü, sebeplerinin neler olduğunu, bir daha aynı acıları, zulümleri yaşamamak için neler yapılması gerektiğini hiçbir ayrım gözetmeksizin milletin her ferdine bıkmadan usanmadan anlatmak zorundadır. Bugün çok kıt olan imkânlarla yapacaklarımızı, yarın millî devlet olarak yaparız. Bunu da aklımızdan çıkarmadan hep bu şuurla hareket ederek hedefe doğru ilerleyelim.
Başta, Sakarya Meydan Muhârebesi’nin Başkumandanı Gâzi Mustafa Kemal Atatürk ve Mareşal Mustafa Fevzi Çakmak Paşa olmak üzere vatanın her karış toprağını kanlarıyla sulayan bu muhârebenin her kademesindeki her rütbesindeki askerlerimizin ve sivillerimizin ruhları şâd olsun. Zaferin 100. yılı Türk milletine kutlu olsun.
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.