Türk adının mânâsı için araştırmalarda daha çok türeli, miğfer, güçlü, kuvvetli anlamlarına gelebileceğine dâir düşünceler ileri sürülmüştür. Türeli dediğimizde elbette aklımıza kânun ve nizam sâhibi olan bir millet gelecektir. İşte bütün Türklerin uzandığı, hepsinin birleştiği ortak nokta Oğuz Kağan ve töresi burada devreye girecektir. Türklüğün anlaşılabilmesi için önemli olan töreyi anlamaktır. Gittiği yere adâletini de götüren, kıtalarda hüküm süren Türk’ün bugünkü ahvalinden kurtulması adına kendine/özüne dönüş sürecini hızlandırması gerekmektedir. Günümüzde adâlete olan inancın sarsılmak yerine yeniden hat safhaya gelmesi, toplum düzeninin yeniden sağlanmasında örnek olması adına Oğuz Kağan’ın vasiyetinde ve öğütlerinde yatan felsefenin anlaşılması büyük bir adım olacaktır.

Oğuznâme diğer adı ile Oğuz Kağan Destanı birçok nüshaya sâhiptir: Uygur yazılı Paris nüshası, Kazan nüshası, Reşideddin Oğuznâmesi, Topkapı, Berlin ve Petersburg nüshası… İşte bu nüshalardaki metinler bize Oğuz Kağan’ın hayatını, fetihlerini, teşkîlâtlanmalarını anlatmaktadır. Oğuznâme halka mâlolmuş bir eserdir ve hâliyle Oğuznâme’nin içindeki sözlerin tamamını Oğuz Kağan söyledi olarak metinlerde okusak da sonradan çok sayıda söz eklenmiştir. Örneğin Berlin nüshasında, “Oğuz Kağan’a bu dünyada neyi bilemedin diye sormuşlar. Oğuz Kağan, ‘Kim ölüp kim kalacağını bilemedim, kim kazanıp kim yiyeceğini bilemedim.’ demiş.” şeklinde birçok Oğuz Kağan’ın söylediği cümleler bulunmaktadır. Fakat dediğimiz gibi sonradan çok sayıda sözler eklenmesi hasebiyle İslâmiyet öncesi ve İslâmî dönemi de kapsaması bakımından “Geçiş Dönemi Eseri” olarak kabul görür.

Oğuznâme’den biraz bahsettikten sonra metinlerde yer alan adâlet anlayışı ve sosyal hayâta, cihan hâkimiyetine dâir geçen ifâdelere değineceğim. Böylece adâlet anlayışının özü ve kaynağı olabilecek, sosyal hayâta dâir de içerikler bulunan Oğuz Kağan töresinde aslında kimliğimizi, benliğimizi bulacağız. İşte bu sebeple Oğuz Kağan’ın vasiyetini yerine getirmeliyiz. Topkapı nüshasında şöyle geçmektedir: “Oğuz Kağan buyurdu: Size ettiğim nasîhatleri ve verdiğim öğütleri can kulağı ile dinleyiniz. Bu ettiğim nasîhatleri ve verdiğim öğütleri mutlulukların kaynağı ve devlet bilip her işinizde bunları esas alınız. Oğullarınıza, çocuklarınıza, âilenize, soyunuza ve dahi herkese benim öğütlerimi, sözlerimi ve vasiyetlerimi iletiniz.” İşte Oğuz Kağan’ın bizim omuzlarımıza yüklediği bu görevi yerine getirmekle mükellef olanlar bizleriz. Hâlâ daha geçerliliğini yitirmemiş binlerce yıllık yazılı olmayan bir anayasa niteliği taşıyan bu metinler, bize kendimizi hatırlatacak ve atamızın sözünü bir kez daha idrak edebilmemizi sağlayacaktır. Oğuz Kağan, bizim için bu vasiyetleri yerine getirmememiz hâlinde “Tanrı korusun, boylu boyunu ve soylu soyunu unutup yabancılaşır.” şeklinde uyarıda da bulunmuştur.

Oğuz Kağan Töresinde Adâlet Anlayışına Dâir

Topkapı nüshasına göre Oğuz Kağan, bir kişi eğer milletimizin belirlenmiş/kurallaşmış/genel olarak benimsenmiş yasaklarımızı/törelerimizi bir kere çiğnerse ne olacağına dâir ilk aşama olarak ona bir daha yapmaması için öğüt verilmesini buyurmuştur. Eğer aynı kişi bunu ikinci kez yaparsa ciddi şekilde uyarılmasını ve gereği gibi cezâ verilmesi gerektiğini söylemiştir. Aynı şekilde üçüncü kez törelerimize uymaz da kuralları çiğnerse onu ıssız kırlara, ilden uzak, kuş uçmaz, kervan geçmez yerlere sürmek gerekir demiştir. Bir süre sonra geri getirilen kişi eğer uslanıp akıllanmışsa ne âlâ fakat hâlâ uslanmamışsa zindana bırakılır.  Oradan çıkınca da uslanmamışsa onun büyükleri ve küçükleri toplanıp onlara danışılırmış. Onların verdiği karara göre bütün hazırlıklar yapılıp yasalar yerine getirilip gereği yapılsın diyen bir Kağan’a hayran olmamak elde değil. Böyle bir cezâlandırma yönteminin o zaman için fonksiyonunu yerine getirme bakımından elverişliliğine dâir muazzam desek yeridir. Günümüzde cezâlandırmanın amaçlarına dâir genel anlamda 3 tür teori bulunmaktadır: mutlak cezâ teorisi (kefâret), nispî cezâ teorisi (önleme), karma teori. İşte en uygunu olarak karma teori gösterilmektedir. Bu karma teoriye göre işlenen suç nedeniyle topluma verilen zararın ödetilmesi, kusurun kefâreti amacına ek olarak toplumsal faydanın sağlanması için işlenen suçu değil suçluyu esas alan teoriler birleştirilmektedir ki uygun olanı da budur. Yâni karma teoride cezânın amacı, hem kefâret hem de önlemedir. İşte Oğuz Kağan’ın töresinde de bunu görmekteyiz. Oğuz Kağan suç işleyeni ıssız kırlara sürerek hem fâilin düşünmesini sağlayıp tekrar suç işlemesine engel olmayı amaçlamakta hem de gereği gibi cezâ vermesiyle kefâret amacını gerçekleştirmektedir. Oğuz Kağan’ın töresinde dikkat çeken bir nokta da büyükleri, küçükleri toplayıp ne yapılabileceğine dâir danışmasıdır. Günümüzde adâletin işleyeceğine olan güvensizlik ve cezâların önleyici olmayışı, ortaya çıkan zararın giderilmediği ve kimi zaman toplumu tatmin etmediği göz önüne alındığında binlerce yıl öncesinde böyle bir cezâlandırma politikasının gözetilmesi oldukça dikkat çekicidir. Oğuz Kağan yine Topkapı nüshasında geçen ifâdeye göre hakkâniyetli ve adâletli olmaya dâir şöyle bir özet getirmiştir: “Haksızlığa uğramış, zarara uğratılmış kişilerin mağdûriyeti giderilmelidir. Onları haksızlığa uğratanlar ve onlara zarar verenlere de âdil davranılmalı, onlar da küstürülmemelidir.”

Kazan nüshasındaki Oğuz Han ilinin ve halkın sözleşmesine dâir metin de çok önemlidir. Bu sözleşme oldukça büyük bir kâğıda geçirilmiştir ve Kün Han ile küçük kardeşleri, oğulları, beyleri, komutanları, ak saçlıların ileri gelenleri, boyun yaşlı önderleri, yiğitlerin önde gelenleri ve daha niceleri sözleşmeye adını yazıp mühürlerini basmışlardır. Bu sözleşme, Kazan nüshasında geçen ifâdeye göre Kün Han’ın hazînesindedir. Bu sözleşme herkese duyurulmuştur ve maddelerden birine özellikle değinmek gerekecektir: “Bir kişi suç işlese, suçlu olsa; o kişi Kağan’ın yakın akrabası veya başka boylardan olsa; kağanın bir adamı gidip onu yakalasa; ona kağanın küçük kardeşi, oğlu ve beyleri hiç kimse el atmasın; onu esirgemesin ve korumasın. Beni isteyip geliyor, benden yardım istiyor diye onu herhangi bir kimse korursa, onu koruyan olursa, her kim onu korursa; o koruyan kişi kağanın eşiğine getirilip arkasına kılıç ile vurulup parçaya bölünecektir. Niçin mi? Bu görene göz, işitene kulak olsun. Bir daha böyle bir işi kimse yapmaya cesâret edemesin.” Burada vurgulanmak istenen nokta şudur ki Kağan’ın yakın akrabası olsa bile onu koruyan kişiye cezâ verilmemezlik yapılmıyor, aksine cezânın korkutucu etkisi ön plana çıkarılıyor ve müsâmaha sınırları ilk verdiğimiz örneğin aksine katı bir şekilde çiziliyor. Kağan’ın yakın akrabasına yardım etti diye o kimseye bir imtiyaz sağlanmıyor bilakis yaptığına karşın büyük bir cezâ onu bekliyor. Burada yardım edenin bile kılıç ile vurulup parçaya bölünmesi hâlinde Kağan’ın suç işleyen yakın akrabasının âkıbetinin ne olacağını tahmin etmek zor olmayacaktır. Buraya Berlin nüshasında yer alan ifâdeyi eklemek yerinde olacaktır: “Törenin kestiği parmak ağrımaz!” Size de “Şerîatın kestiği parmak acımaz.” diyerek kadının verdiği cezâya boyun eğen Fatih Sultan Mehmet’i anımsattı mı Oğuz Kağan’ın bu sözü?

Petersburg nüshasında ise, “Er ölmüş, kânun ölmemiş.” ifâdesinden kânunun yasaklar içerisindeki konumu/hiyerarşisi göze çarpmaktadır. Yine dönemin şartları göz önüne alındığında kânuna bu derece riâyet eden bir milletin adının türeli, nizam sâhibi mânâsına geldiğinin düşünülmesi isâbetli olacaktır.

Adâlet demişken liyâkate dâir Topkapı nüshasında geçen şu ifâdeye değinmeden geçmek olmayacaktır: “Oğuz Kağan buyurdu: Hakanlar ülke yönetiminin önemli işlerini ve kayıt işlemlerini, becerikli ve deneyimli olmayan kişilere verirse sonu kesinlikle pişmanlıktır.” Biz bu pişmanlığı çok yaşadık, çok gördük. Bugün bile hâlâ devam eden en büyük sıkıntılardan biri liyâkatsizliktir. Oğuz Atam yıllarca önceden uyarsa da unutan mânâsına gelen insan kelimesinin mâhiyetini korumasına neden olarak yine en büyük kötülüğü kendimize yapmaya devam ediyoruz.(1) Vasiyeti unuttuk! Hatırlamak ve hatırlatmak boynumuzun borcu olacaktır. Prof. Dr. Necati Demir bu vasiyet ve öğütleri bize hatırlatmıştır ve “Zamandan en iyi tasarruf, tecrübelerden istifâde etmekle mümkündür.” demiştir.(2) Bize de Oğuz Kağan’ın tecrübelerinden istifâde etmek düşer. Vasiyeti hatırla!

Oğuz Kağan Töresinde Sosyal Hayattan Birkaç Kesit

Burada nüshalarda sıklıkla bahsedilmesi bakımından kadına, komşulara, öksüzlere dâir Oğuz Kağan vasiyetlerinden bahsedeceğim.

Kadına dâir Topkapı nüshasında, “Oğuz Kağan buyurdu: İyi er, iyi hâtun kişi vesîlesi ile olunur.” denmektedir. Petersburg nüshasında ise şu ifâde dikkat çeker: “Kadını ölmek, ev yıkılmaktır.” Buradan anlaşılıyor ki kadın binlerce yıl önce de büyük değer atfedilen, sorumluluk alan, danışılandı. Günümüzde ahlâk anlayışındaki çözülmeler (tek sebebi olmamakla birlikte) hasebiyle bâzı kesimlerce kadın aşağılanmakta ve hor görülmekte daha da vahimi ise cinâyete kurban gitmektedir. Görüldüğü üzere vasiyeti unutan, yanlışlar silsilesinden kurtulamıyor.

Komşuluğa dâir Berlin nüshasında, “Komşuna karın ağrısı gelse sen tamamen hastasın demektir.” şeklinde ifâde edilen değerin bugün esâmesi okunmuyor. Günümüzde komşu kavramı yok olmaya o kadar yüz tutmuştur ki komşumuzun taşınıp gittiğini bile fark edemez hâle geldik. Neyse ki aşılması zor bir durum değil. Önce kendimizden başlayarak etrafımıza doğru, komşu kültürünü yeniden eski canlılığına getirebiliriz.

Topkapı nüshasında Oğuz Kağan, ölen ve mîrasçısı kalmayan kişilerin malını ve davarını (hayvan sürüsünü) öksüzlere dağıtmak gerektiğini, hakanların öksüzlerin ve yetimlerin babası olduğunu ifâde etmiştir. Anlaşılacağı üzere hakanlar, sosyal hayâta müdâhil ve başroldür. Öksüzlerin ve yetimlerin babası olmak vazîfesini üstlenen bir Hakan’ın nesli olarak bizlerin övünç kaynağı ne çok!

Oğuz Kağan Töresinde Kağana ve Cihan Hâkimiyetine Dâir

Topkapı nüshasında hakanların birlikte oturup kalktıkları yakın dostları ve arkadaşları için şu özellikler aranmıştır: Uslu, akıllı, görgülü, asil, iyi adlı, temiz, ahlâklı, hoş yaradılışlı, şirin sözlü, dünya görmüş, ülkeler gezmiş, iyi gün kötü gün görmüş olmak. Oğuz Kağan’ın hakan olacaklara verdiği bu öğüdü bizler de uygulamalıyız. Sebebini de yine Oğuz Kağan Petersburg nüshasında, “Üzüm üzüme göre kararır.” diye ifâde etmiştir. Ayrıca Oğuz Kağan bize çalışmayı, boş durmamayı da öğütlemiştir. Petersburg nüshasında, “Oturan adamdan, gezen köpek daha iyidir.” diyerek açık bir şekilde ifâde etmiştir.

Oğuz Kağan töresindeki ideal kağanın olmazsa olmazı “Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi”dir desek yerinde olacaktır. Uygur yazılı nüshada geçen dizeler hedefi/cihan hâkimiyetini göstermektedir:

“Ben sizlere oldum kağan,

Alalım yay ile kalkan,

Damga olsun bize buyan (uğur),

Bozkurt olsun bize uran (rehber, önder)

Demir mızraklar olsun orman,

Ay yerinde yürüsün kulan (yabani at),

İşte deniz, işte müren (ırmak),

Güneş tuğ (bayrak) olsun, gök kurıkan (çadır).”

Paris nüshasında Oğuz Kağan, “Ben Gök Tanrı’ya borcumu ödedim.” demektedir. Oğuz Atamız Tanrı’ya borcunu cihan hâkimiyeti dâvâsını bizlere mîras bırakarak, öksüzü sevindirip düşmanları ağlatarak ödemiştir. Bize kalan bu mîrastan daha mühimi yoktur. Şükür ki cihan hâkimiyeti dâvâmız binlerce yıldan beri devam etmektedir. Mîrasa sâhip çıkan atalarımızın sözleri buna kanıt niteliğindedir:

Hun hükümdarı: “Şimdi ölürsek dünya durdukça kahramanlık şânımız yaşıyacak. Oğullarımız ve torunlarımız başka milletlerin başbuğları olacaktır.”

Sultan Sancar: “Allah bu dünyâyı bizim tasarrufumuza tevdî ve emânet etmiştir. Bütün emirler ve hükümdarlar bizim memurlarımızdır.”

Fâtih Sultan Mehmet: “Dünyâda tek bir din, tek bir devlet, tek bir pâdişah ve İstanbul da cihanın pâyitahtı olmalıdır.”

Yavuz Sultan Selim: “Biz Allah tarafından memur olmadıkça bir sefere gitmeyiz.”
Aynı ruh bugün de devam etmektedir. Bu dâvânın her zaman az da olsa yalnız da kalsa neferi bulunacaktır. Biz neslimizi Oğuz Atamızın vasiyetleri ile yetiştirdikçe “Ölmez bu hareket, ölmez bu dâvâ!”

Son Olarak…

Kısa kısa bahsettiğimiz bu vasiyetler, burada yazılanlardan ibâret değildir. Gönül isterdi ki her birini yazıp üzerine uzunca konuşabilelim. Fakat yalnız burada bahsedilen öğüt ve vasiyetleri yapmakla başlamak bile bize yeterli gelecektir. Oğuz Kağan’ın yazılı olmayan anayasa niteliğindeki bu vasiyet ve öğütleri benliğimizin, kimliğimizin özünü/kaynağını oluşturmaktadır. Bu bilinçle değerlendirilmelidir. Tıpkı Orhun Kitâbeleri’nde olduğu gibi binlerce yıl öteden bize hitap eden ve uyaran bir sestir. Oğuz Kağan’ın buyruğunu yerine getirenlerden olmak dileğiyle…

Son sözü Oğuz Kağan’a bırakalım ve üzerine düşünelim: “Ölünceye dek dirilmek, yoruluncaya dek aramak gerek!”

Kaynakça

(1) Bâzı düşünürlere göre “insan” kelimesi “nisyan” kelimesinden türemiştir. Kubbealtı lügatinde “nisyan” unutma ve gaflet anlamlarına gelmektedir.

(2) Demir, Necati. Oğuz Kağan Töresi. Ötüken Neşriyat. 2018. s.17.

 

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.