Geçmişi bu kadar önemli kılan nedir? İnsanların ve milletlerin dünü, yâni târih, neden bu kadar mühim kabul ediliyor? Dünde olan gerçekten dünde mi kaldı? Bizi biz yapan bugünü nasıl yaşadığımız, geleceğe nasıl yön vermek istediğimiz değil midir?
Aslında, William Faulkner’ın dediği gibi, ‘’Geçmiş, geçmiş bile değildir.’’ Araştırmalar bize gösteriyor ki; bâzı felsefi düşüncelerin aksine insan dünyaya “işlenmemiş bir levha” olmaktan ziyâde ciddi bir tecrübe birikimiyle gelmekte. Yâni, bizi meydana getiren gen havuzu fiziksel özelliklerin yanı sıra atalarımızın seciyeleri, stres durumları, çözüme kavuşmuş veyâhut saklı kalmış travmaları, kısacası hayata tutunmak için gösterdiği tüm çabaları bize birtakım avantajlar ve dezavantajları ile aktarılmaktadır. (1)
Uzun ve acılarla dolu bir târihe sâhip yüce milletimizi anlayabilmek için yürüyüşe çıkmış bir insan tasavvur edelim. Bu yolu önceden defalarca yürümüş âile bireyleri sırt çantasını bir güzel doldurmuş; uzun ömürlü yiyecekler, enerji verecek atıştırmalık ve içecekler, birkaç matara su, çakı, kibrit, sargı bezi, yağmurluk vb. aşırı öneme sâhip bütün eşyalar fazlasıyla düşünülmüş. Yâni yolcumuz basîretsiz değilse menzile varması için her şey hazır. Şaşkın yolcumuz başlamış yürümeye, fakat en önemli kısım atlanmış… Kimse varacağı hedefin zorluğundan da varabilecek potansiyele sâhip olduğundan da bahsetmeyi akıl etmemiş. Olabildiğine ağır bir yükle yalpalayan insanımız, yükünü anlamsız bulduğu için kendine kaçış yolları aramaya başlamış. Hatta bu anlamsız ıstırap(?) için ailesini suçlamayı dâhî denemiş. Daha fazla dayanamayıp yükünden kurtulmayı denemeyi de ihmal etmemiş. Fakat bu yük kalıtsal olduğu için kurtulmak pek mümkün durmuyor… Ya yalpalamaya devam edecek ya da ıstıraptan çökene kadar kendini oyalayacak.
2000 küsur yıllık geniş bir geçmişe sâhip, birçok zafere ve yenilgiye, dünyaya hükmetmekten esârete ve hatta soykırıma kadar her türlü deneyimi yaşamak durumunda kalmış vakur Türk milletinin erken milletleşmesinin getirdiği tecrübe ve özgüvenin yanı sıra konar-göçer yapısı sâyesinde birçok farklı iklim ve sorunlar karşılaşıp bunları başarıyla çözüme kavuşturabilmesi, yâni fazlasıyla tekâmül etmiş bir kültüre sâhip olması, Türk milletine dünyaya yol göstericilik yapma görevini kaçınılmaz olarak yüklemiştir.
İşte son 200 yıldır yapılan en büyük hatâ burada yatmaktadır. Yürüdüğü yolu unutan Türk milleti bu hatâyı büyük acılarla ödemek durumunda kalmıştır. 500 sene tebaâsı olarak gördüğü, koruyup kolladığı milletler tarafından akla gelmeyecek işkencelerle topraklarından sürülmüş, târifi mümkün olmayan birçok acıyı aynı anda yaşamak durumunda kalmıştır. Milletimizin bu süreçten gerekli dersleri çıkarıp hedefine doğru daha kuvvetli adımlarla yürümesi gerekirken milletimiz, suçu yükünün ağırlığında bulup ondan kurtulmaya çalışmakta, ‘Cihan Hakimiyeti’ gibi insan ömrünü aşan kutsal bir ülküyü reddedip kendisine yakışmayan basit hedefler peşinde koşmaya çalışmaktadır. Farkına varamadığı potansiyelinin altında ezilen Türk milletinin isyan edip yükünü atmaya kalkması ya da ağırlığa daha fazla dayanamayıp olduğu yere çöküp kalması an meselesidir.
Türk milleti, şahsî çıkarlarını düşünen çapsız insanların başı çekeceği kadar basit bir topluluk değildir, asla olmamıştır, olmayacaktır. Kurtuluşu için 200 sene evvel çıkılan yolu hatırlatabilecek liyakâte sâhip öz evlatlarının yol başçılığına ehemmîyetle ihtiyaç duymaktadır. Gelin hep beraber rahmetli Ozan Arif’in çağrısına kulak verelim;
‘’Ülkücüyüz güçlüyüz,
Yürümezsek suçluyuz,
Gümbür gümbür ileri…
Haydin iman erleri
Bu bir gönül seferi”(3)
Ve Unutmayalım! ‘’Allah kimseye gücünün üstünde yük yüklemez’’ (4)
Kaynakça:
(1) Wolynn, Mark. Seninle Başlamadı. 2016.
(2) Apuhan, Recep Şükrü. Asla Yenilmeyeceksin. 2018.
(3) http (s://www.ozan-arif.net/index.php/siirler/item/2568-ileri)
(4) Yakıt, İsmail. Kur-anı Hâkim Meali. Ötüken Neşriyat. 2020. Bakara Suresi, 289.Ayet
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.