Sevgili Yeni Ufuk Okuyucularımız,

Bildiğiniz üzere iki yılı dolduran Oğuz boyları serisinde gerek Oğuz boylarının tarihi, kültürü, bulunduğu coğrafyalar, bu coğrafyalarda verdikleri çetin mücadeleler ve Türk’ün “öz”ünden gelen değerleri, aynı zamanda bu değerlerin korunması noktasında vermek istediğimiz mesajı sizlere son yazdığım Yazır boyuyla Oğuz boyları yazı dizisini tamamlamış bulunmaktayım. Oğuz Boyları yazı dizisinin bitmesi hasebiyle öncelikle bu seriyi çıkarmadaki maksadımızın ne olduğunu, bize katacağı değerlerin ne olması gerektiğini, özellikle kültür noktasında edinebildiğim araştırmalar neticesinde kültür unsurunun ne derece korunması gerektiğini ve tarihin soylu yapraklarından gelen bize kalan unsurları aktarmanın yolunun ne olduğunu belirtmek durumundayız. İlk olarak bu seriyi çıkarmadaki maksadı ele alacak olursak özellikle değinmemiz gereken nokta, Büyük Selçuklu Devleti’nin ve Osmanlı Devleti’nin boylar üzerinde gerçekleştirdiği iskân politikaları olacaktır. Gerek kültür hazinelerinin birleşimi olsun gerekse de ortaya çıkan bu birleşmelerin zenginliğinden kaynaklı olarak yeni kültürlerin meydana çıkması olsun, Türkler üzerinde etkili olmuştur. Belli bir coğrafyada farklı bölgelerde bulunan Oğuz boylarının siyaseten göç etmeleri bir bakıma millî bir bütünleşmenin de önünü açmıştır. Seriyi yazmadaki maksadımız da aslında bu politikayla paralel ilerlemektedir. Yani, kaybedilen ya da kaybedilmeye yüz tutmuş birtakım kültür unsurlarını yeniden hatırlamanın ve hatırlatmanın ihtiyâcından doğmuştur diyebiliriz. Çoğumuz hangi boya mensup olduğunu tam olarak kestirebilmiş değildir. Peki ya bilmek bize neler katmaktadır? Ne derece önemlidir?

Öncelikle bunu bilmek en başta mevcut boyları birbiriyle yarıştırmak değil, Türk’ün tarihine duyulan mensubiyet şuurundan bir damla da olsun tattırabilmek veya var olan mensubiyet şuurunu daha da güçlendirmeye hizmet etme maksadı güdülmüştür. Bu şuur güçlenmesi için de bilinmesi gereken bir değer vardır ki Türklüğün, ezelden günümüze gelen bir köprünün temel direği olmasıdır. Uzaktan yakından dünyada oluşan tüm milletleri etkilemesi gücünü elbette ki yeryüzü üzerine dağılmalarıyla mümkün olduğunu görmekteyiz. Bu dağılımın en temel örneğini bize başta Kınık, Avşar ve Kayı boyları göstermiştir. Mücadele ettiği yerlerde sadece oturup durmamış; devamlı bir tecrübe kazanmak suretiyle çoğalmaya gayret etmişler, etkilendikleri gibi bir o kadar da etkilemişlerdir. Sosyoloji ilminin dünya çapında bilinir, okunur, yazılır hâle gelmesinden önce somut bir gerçeklik olarak hem kendi iç dünyalarında hem yaşayarak göstermişler hem de yaşadıkça kültürü geliştirici bir vasıta halinde şuurlu bir şekilde ele almanın yegâne örneklerini bu üç temel boy üzerinden görmekteyiz. Birbirleriyle mücâdele etmemişler midir? Evet, etmişlerdir. Lâkin bu mücadele yine geliştirmenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır fakat özellikle başta da bahsettiğimiz üzere Büyük Selçuklu Devleti’nin Oğuz Kabilelerini dağıtma politikası ve bununla paralel olarak Osmanlının da aynı politikaya başvurması o dönemin içinde olumsuz gibi görünse de şimdiden baktığımızda doğru bir hamle olduğunu fark etmişizdir.

Genel olarak boy araştırmalarını özetlersek verdiğimiz çeşitlilikler bize bir kültür hafızasını aktaracak niteliktedir:

“Arslan gibi hamiyeti yüksek tutmalı/Baykuş gibi geceleri uykusuz geçirmelidir.” düsturunu, çalışkanlığıyla ün salan kadınlarımızın dokuduğu kilimlerdeki ince işçiliği ve bunun yanında öz kültür unsurlarımızı kilimlere nakış nakış işleyen, işlerken de benliklerinden süzülüp gelen duyguları renklerle ifade eden, savaşırken her daim “Düşmanın uykuda olsa bile yiğidin kuşkuda olması” gerektiğine değinen, taş oymacılığıyla Dağıstan, Azerbaycan ve Orta Asya’ya uzanan hünerleriyle Bayat boyunu;

“Ölüm adildir/Aynı Haşmetle vurur Şâhı, Geda’yı.” atasözünden hareketle nice dağlar taşan aşan, belki de boylar arasında en çok göçen, isyankar bir karaktere sahip olan, döneminde güçlülük ve kararlılıklarıyla tanınan, sözü sağlam olan, mert şahsiyetleri devamlı bünyesinde yetiştiren, nice aşıkları adâlet üzere topluma sunan, sanata kıymet veren, ağıtlarıyla Ermeni zulmünü haykıran, kuvvetiyle bu zulme dur diyebilen, Türk olmanın gurur ve şuurunu, İslâm ahlakı ve faziletini gururla taşıyan, On bir kişi Horasan’dan çıkan, “Ak sayaya yeşil düğme diken: “Aşağıdan Yusuf Paşa’m geliyor/Düşmanına karşı koyan mert olur/ Şahin kocasa da vermez avını/Aslı kurt yavrusu gene kurt olur” diyen Dadaloğluyla Avşar boyunu;

Giyinip kuşanmasıyla günümüz Karadeniz Bölgesinin kültür yapısının zeminini hazırlayan, yılın her ayına bir başka mana yükleyen, çocukların doğumundan yürümesine kadar çeşitli kültür zenginliği katan Çepni boyunu;

Afrasiyab soyundan gelen, Selçuklularda medeniyet hamlelerine hizmet eden Alp Er Tunga destanının izlerini taşıyan Kınık boyunu;

“Kam Gan Oğlu Bayındır Han” ismiyle Dede Korkut hikayelerinde yer tutan, Arap oymakları ile yaptıkları savaşlarda yiğitlikleriyle nam salan, Hasat mevsimi, buğday biçimi, baharın gelmesi ve Cuma şenlikleri gibi toyların düzenlenmesinde tıpkı diğer boylar gibi şenlikli geçen Bayındır boyunu; Dede Korkut’ta “en şerefli mevkide olan, âdil îdareleri ve imar faaliyetleriyle âlim ve şairleri himaye etmek maksadıyla hatıralar bırakmış bir Türk hânedanı” olarak geçen,

Dede Korkut hikayelerinin on üçüncüsünü şekillendiren, “Salur Kazan’ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi”yle bilinen Salur boyunu;

Pirlerin duasıyla hemhal olan, Dede Karkın ile dualarda mest olan, “dara durma” terimiyle kişinin kendi özünü veya bulunduğu cemiyeti hesaba çekmenin, öz eleştiri yapmanın bunu yapmakla da toplumun bütünlüğünü sağlamak amacı güden, tıpkı diğer boylar gibi” insan-ı kâmil” ruhunu yaymaya çalışan, duyan, duyuran Karkın boyunu;

Büyük Türk Mutasavvıflardan Seyit İmadettin Nesimi’nin: “Kâh çıkarım gökyüzüne, seyrederim âlemi/Kâh inerim yeryüzüne, seyreder âlem beni” deyişini akıllara kazıyan, Hacı Bektâşî Veli’nin öğrencisi olup icazet alan Bozgeyikli Dede’nin yanındaki Alperenler gibi özellikle Osmanlının kuruluş ve yayılış devrinde gittiği bölgeleri Türkleştirmeye ve Müslümanlaştırmaya çalışan, Necdet Sevinç’in yorumlarıyla Müslümanlaşma süreci tamamlandıktan sonra bu Alperen mizaçlı din ulularının daha farklı vazîfeler almış olabileceklerini belirttiğimiz ve Bozgeyikli Dede’nin de Araplaşmayı önleyici ve Türkmen ittifakını sağlayıcı bir vazifesinin olabileceği ihtimal edilen Beğdili boyunu;

En uzun göçleri teşkilatlı bir şekilde tertipleyen, aylar öncesinden hazırlığını yapan, bununla birlikte kural ve nizamı seven, Türk denizciliğinde Türk’ü Kızılelma’ya götürecek inancını yeniden veren Çaka Bey’i kendi bünyesinde yetiştiren, Çavuldur boyunu;

Özellikle dua bölümlerinde Türk’ün geleneklerini veren, taşa verdiği manasıyla bilinen Karaevli boyunu;

“Osman Ertuğrul oğlusun/Oğuz Kara Han neslisin/Hakkın bir kemter kulusun/İstanbul’u aç gülzâr yap” manzumesini II. Murad’a sunan, Hanların atası, Oğuz Han’ın başta Kayı oturacak demesi ve bununla Oğuz boylarını adâletli bir nizama sokan, millî ananevî yapılarını yüzyıllarca korumak suretiyle Türklüğün temeline dayanak olan Kayı boyunu;

Tıpkı diğer boylar gibi ölen kişinin ruhlarının bir kuş olup göğe yükselmesini Türklerde simge hâline getiren Dodurga boyunu;

Ruslara karşı Türkistan’da çetin mücadele veren Eymür boyunu;

Bügdüz Emen’in: “Peygamberin huzurunda yüz gören/ Şaşı gözle eğri bakıp uz gören/Yedi iklim dere tepe düz gören/Bügdüz Emen, “Ulu Tanrı bir!” / “Yettim ağam Salur Kazan vur!” demesiyle Salur boyuyla birlikteliğini gösteren, Dede Korkut’un beş hikayesinde âkıbetinden bahsedilen Bügdüz boyunu;

Osmanlıya katılan son boy olarak bilinen, mimaride özellikle taş işçiliğiyle ünlü olan, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde yer bulan Yüreğir boyunu;

Ruslarla mücadeleyi en çetin geçiren, kendi içinde dahi siyasî kavgayı en fazla veren, Rusların steple mücadelesinin başı olan Peçenek boyunu;

Artuklu Hânedanı’na mensup olan, genellikle Doğu Anadolu Bölgesi’nde mücadele veren Döğer boyunu;

“Tanrı Dağı Türkmenleri” olarak bilinen, kilim işlemelerinde günümüze kadar ışık tutabilen Alayuntlu boyunu; “Bilgili ve hikmet sahibi” olarak geçen, boylar arasında en çok kuş simgesini oluşturan, günümüzde dahi yılın belli zamanlarında toyları düzenlenen Kızık boyunu;

Türk kültürünün bir parçası olarak avcılığıyla ünlü olan, misk kokusunu ortaya çıkaran, Türk’ün değer kattığı coğrafyalarda kültür taşıyıcılığı noktasında ticarette nam salarak âdeta mührünü vuran Yaparlı boyunu;

Özellikle Akdeniz bölgesinde “Yörüklerin Şahı” olarak bilinen, yerleşim noktalarını teşkilatlı bir şekilde yöneten, Dede Korkut hikâyelerinde adının nereden geldiği anlatılar İğdir boyunu;

Şehit Süleyman Şah’ın önderliğinde bulunan Yıva boyunu ve son olarak Moğollarla mücadelesi sonucu Horasan’a giderek tekrar Anadolu topraklarında mücâdele veren Yazır boyunu görmüş bulunmaktayız.

Sonuç olarak tüm bu özellikler bize gösteriyor ki, Türk’ün ayak bastığı her toprakta çetin mücadelelerle birlikte yılmadan usanmadan bir medeniyet inşası gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Biliyoruz ki her bir boya ait olan çeşitli kültür unsurları, bizim tarihî köprümüzden günümüze uzanan kopmaz halatları temsil etmektedir ve yine biliyoruz ki halatları daha sağlam tutmanın yolu ise öz benlikten; yani başta kültür unsurları olmak üzere, beraberinde bizi besleyecek olan tarih şuurundan, bu millete ait olmanın verdiği mensûbiyet duygusundan kopmamak; bizim tarihî köprümüzü daha sağlam kılacak ve yeryüzü üzerinde Türk’ün ulaşmadığı tek bir yer, adâleti tesis etmediği bir köy bile kalmayacaktır. Tarih bize bunun daha evvel olduğunu gösterdiği gibi bizler yine biliyoruz ki tekrardan gösterecektir.

“Tanrı Türk’ü Korusun ve Yüceltsin!”