Asıl ismi Mehmet Ziya olan Ziya Gökalp, 23 Mart 1876’da Diyarbakır’da dünyâya gelmiştir. Uzun yıllar anılacak ve fikirleri sonraki kuşaklara ışık olacak bu güzîde şahsiyet o yıllarda imparatorluğun kültür havzalarından biri olan Diyarbakır’da âlim bir dede ve âlim bir babanın evlâdı olarak târih sayfasında yerini doldurmaya başlamıştır.

Gökalp, eğitim hayatına doğduğu şehirde başladı. Önceleri mahalle mektebine giden Mehmet Ziya daha sonra 1886’da askerî ortaokulda tahsiline devam etti. Askerî ortaokul Gökalp’in fikir dünyâsına temas etmeye başlamış, özgürlük düşüncesiyle bu okuldaki hocası Kolağası İsmail Hakkı Bey tanıştırmıştır. Târihin parlattığı ve târihi parlatan diğer insanlar gibi onun da çocukluğu çok kolay geçmemiş ve rüştiyenin son sınıfında iken en önemli hocasını, babasını, kaybetmişti. Hâlinden anlayan, ideallerini ona aşılayan yegâne kılavuzu da artık yanında değildi. Hayat onun için artık daha zordu.

1890’da amcası Müderris Hacı Hasip Bey’den ananevî İslâm ilimleri ile ilgili ders almaya başladı. Dedesi müftü olan Mehmet Ziya’nın İslâmî ilimlere dâir hâfızası kuvvetliydi. Henüz Diyarbakır yıllarında Arapçayı da öğrenmeye başlamıştı. Öğrenimine İstanbul’da devam etmek istediyse de bu imkânı bulamayınca 1891’de Diyarbakır’da Îdâdî Mülkiye’nin (Sivil Lise) ikinci sınıfına kaydoldu. Son sınıfta öğrenci iken beraberindekiler ile okul çıkışlarında mutat olan “padişahım çok yaşa” yerine “milletim çok yaşa” diye bağırmaları soruşturmaya uğradı. Bâzı anlatımlarda bir grup yerine sâdece Gökalp’in bağırdığı da belirtilmektedir. O sırada okul süresinin beş yıldan yedi yıla çıkması üzerine 1894’te okuldan ayrıldı.

Mehmet Ziya âilesinden aldığı terbiye ve ilim-irfan aşkıyla yetiştiği Diyarbakır’da artık umduğunu bulamıyordu. İmparatorluğun önemli kültür merkezlerinden biri olan bu aziz şehir Gökalp’e artık yetmiyordu. Kardeşini uğurlamak bahanesiyle evden ayrılan Gökalp, az bir parayla önce Erzurum’a ardından Samsun’dan deniz yolunu kullanarak İstanbul’a gitmişti. Bu habersiz kaçış on dokuz yaşındaki Mehmet Ziya’nın okumak, İstanbul’da okumak ve bulunmak, fikrine ne kadar ehemmiyet verdiğinin de aynı zamanda bir vesîkasıdır.

Mehmet Ziya İstanbul’a geldi ve 1895 senesinde Mülkiye Baytar Mekteb-i Alisi’ne kaydoldu. Fikirî ve içtimai meseleler hakkında ilgisi olan Gökalp, o sıralar parasız yatılı okuma imkânı sunduğu için ilgisinin neredeyse hiç olmadığı bir okula kaydolmuştur. İstanbul’da olmak, İstanbul’daki fikir ve siyâset havzasının birikimlerinden faydalanmak maksadıyla kendi isteği olmamasına rağmen bu okula gitmesi onun bu fikir-kültür dâiresi etrafında olmayı ne kadar çok istediğinin bir vesîkasıdır. Gökalp, dördüncü sınıfa geldiğinde gizli ve tehlikeli toplantılara katılmakla suçlanarak 1898 yılında tevkif edildi. Bir müddet sonra serbest bırakılıp İstanbul’a döndüyse de okula alınmadı; ayrıca muhâkeme edilmeden on ay Taşkışla’da, iki ay da Mehterhane Hapishanesi’nde yattı. Böylece baytarlık eğitimi tamamlanmadan sona ermiş oluyordu. Başka kitapları okumanın yasak olduğu bir yerde Mehmet Ziya Kuran-ı Kerim’i bir yıl süre ile okumaya başlamıştır. Arapçası da iyi olan Mehmet Ziya için bu durum derin bir tefekkür imkânı da sunmuştur.

Serbest bırakıldıktan sonra 1900’de Diyarbakır’a sürgüne gönderildi. 1908’e kadar Diyarbakır’da küçük memuriyetler yaptı. O dönemde bölgenin güvenliği için kurulan ve başında İbrahim Paşa’nın bulunduğu Hamidiye Alayları hırsızlık ve soygun olaylarına karışınca halkı örgütleyerek eyleme yöneltti. Üç gün boyunca Diyarbakır Telgrafhanesini işgal ederek buradan saraya İbrahim Paşa ve adamlarını cezalandırmaları için telgraflar çekmeye başladı. Doğu ile Batı arasındaki kilit bağlantı noktalarından olan Diyarbakır Telgrafhanesinin işgali, işin içine Batılı devletlerin de karışmasına neden oldu. Onların da saraya yaptığı baskı netîcesinde bölgeye bir araştırma heyeti gönderildi. Fakat bir süre için sinen İbrahim Paşa ve adamları daha sonra aynı kanunsuzluklara yeniden başlayınca Ziya Gökalp ve arkadaşlarının önderliğindeki halk, bu sefer on bir gün süre ile telgrafhaneyi yeniden işgal ettiler. Bu direnişin sonunda İbrahim Paşa ve adamları bölgeden uzaklaştırılmıştır. Bu onun sâdece bir fikir adamı olmadığını, aynı zamanda bir aksiyon adamı olduğunu gösteren önemli vesîkalardan birisidir.

Mehmet Ziya, 1909’da Selanik’te toplanan İttihat ve Terakki Kongresi’ne Diyarbakır delegesi olarak katıldı ve örgütün Selanik’teki merkez yönetim kuruluna üye olarak seçildi. Selanik’te kalmayı sürdürerek çevresinde bir kültür hareketi yaratmaya çalıştı. O yıllarda henüz yirmili yaşlarının başında olan Ali Canip (Yöntem) ve Ömer Seyfettin de Gökalp’le birlikte Selanik’te bu faâliyetleri tertipleyen ekiptendi. Sular gibi çağlayan, ilmî, fikrî ve kültürel anlamda kabına sığmayan bu kişiler, lise programlarına sosyal bilimler dersi koydurtarak bu disiplinin okullarımıza girmesini sağladılar. İttihat ve Terakki Selanik Şubesi’ni gençlik işleri ile uğraşan kolunun başına geçen Ziya Bey, çevresindeki gençlere toplumbilim ve felsefe dersleri verdi. Tevfik Sedat, Demirtaş, Gökalp gibi takma adlar kullanarak Selanik’te yayımlanan bir felsefe dergisinde yazılar yazdı. Dünyâdaki Türkleri birleştiren, güçlü bir Türk devleti kurulmasını tasarlayan Ziya Bey, bu ülküyü dile getirdiği Altun Destanı’nı 1911’de Genç Kalemler dergisinde yayımladı.

1912’de derneğin merkezi İstanbul’a taşınınca Ziya Gökalp de İstanbul’a geldi, Cerrahpaşa semtine yerleşti. Mart ayında Ergani/Maden (Diyar-ı Bekir) mebûsu olarak Meclis-i Mebûsan’a seçildi. Meclis dört ay sonra kapatılınca Edebiyat Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Kurumda onun eğitimle ilgili görüşleri kabul gördü; Darülfünun ve Eğitim Fakültesi’nde ders programları, okutulacak kitaplar onun önerileri doğrultusunda kararlaştırıldı. 1913 ve 1914 yıllarında kendisine önerilen Maarif Nazırlığı (Millî Eğitim Bakanlığı) görevini kabul etmedi, üniversitedeki görevini sürdürdü. 1915’te İstanbul Üniversitesi’nin Felsefe Bölümü’nde İçtimaiyat müderrisi (Sosyoloji öğretim görevlisi) olarak atandı. İstanbul Üniversitesi’ndeki ilk sosyoloji profesörü idi; üniversitelerimize toplumbilim (sosyoloji) onun sâyesinde girdi. Aktarılanlara göre Ziya Gökalp’in sosyolojiye yönelmesindeki en büyük destekçilerinden birisi hocalarından Dr. Yorgi olmuştur. İkinci Meşrutiyetin konuşulmaya başlandığı günlerde aralarında geçen bir diyaloğa göre Dr. Yorgi eğer bu meşrutiyet süreci taklit yönüyle olursa başarılı olamayacağını, belki de daha kötü olacağını sohbet arasında ifâde etmiştir. Yorgi, Gökalp’e nasîhatinde eğer bir inkılâp yapılacaksa taklit unsurundan ziyâde toplum dinamiklerine göre vazîyet almanın daha doğru olduğunu vurgulamıştır ve sosyolojinin bu yüzden de önemli bir ilim olduğunu salık vermiştir. Bu diyaloğun da Gökalp’in hayatında önemli bir yeri olduğunu ifâde etmek bence beyhûde bir çaba olmayacaktır.

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin yenilmesinden sonra tüm görevlerinden alındı. 1919’da üniversite içinde İngilizler tarafından tutuklandı; dört ay Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu kaldı ve sonrasında yargılandı. Yargılama sonucu diğer İttihatçılarla birlikte Malta’ya sürgüne gönderilen Ziya Gökalp, orada arkadaşlarına toplumbilim ve felsefe dersleri verdi. Gökalp’in eğitimci yönü burada da ağır basmış ve insanların fikir hayatına birçok katkı sunmuştur. Sonrasında bu konferanslar ‘Malta Konferansları’ adıyla kitaplaştırılmıştır.

Ziya Gökalp, iki yıllık sürgün döneminden sonra İstanbul’a döndüğünde üniversitede ders vermeye devam etmek istediyse de bu isteği kabul edilmedi. Bir ay kadar Ankara’da yaşadıktan sonra ailesiyle Diyarbakır’a gitti. Ahmet Ağaoğlu’nun desteğiyle Küçük Mecmua’yı çıkardı, yazılarıyla Kurtuluş Savaşı’nı destekledi.

1923’te Maârif Vekaleti Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığı’na atandı, Ankara’ya gitti. Aynı yıl Türkçülüğün Esasları isimli ünlü esrini yayımladı. Ağustos’ta İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Atatürk tarafından Diyarbakır mebusu olarak seçildi. Ankara’ya yerleşen Ziya Gökalp, kültürel ve fikrî çalışmalarına hiç ara vermedi; dünya klasiklerinin Türkçeye çevrilip yayımlanması ile uğraştı. 1924’te kısa süren bir hastalığın ardından dinlenmek için gittiği İstanbul’da 25 Ekim 1924 günü hayâtını kaybetti. Divan Yolu’ndaki 2. Mahmud Türbesi hazîresine defnedildi.

Ziya Gökalp ölümünden sonra da ilgi odağı olma özelliğini korumuştur. Husûsî veya resmî çevrelerce kendisi için çeşitli vesîlelerle programlar düzenlenmiş, konferans ve ilmî seminerlerde fikirleri ele alınmış, dergiler özel sayılar çıkarmış, böylece hakkında en çok yayın yapılan fikir adamlarından biri olmuştur. Doğumunun yüzüncü yılında (1976) Kültür Bakanlığı bütün kitaplarını, gazete ve dergilerde kalmış yazılarını gerekli açıklama, fihrist ve sözlüklerle beraber bir koleksiyon hâlinde yayımlamıştır. Diyarbakır’daki doğduğu ev, 23 Mart 1956’da kendisinden ve âilesinden kalan bâzı eşya ve belgelerin sergilendiği bir müze (Ziya Gökalp Müzesi) hâline getirilmiştir.

Mizaç îtibâriyle mahcup, sessiz ve mütevâzi, şöhret yaptıktan sonra bile kendisiyle ilk karşılaşanları şaşırtacak kadar durgun, suskun ve sıkılgan olan Ziya Gökalp’in dost meclislerinde heyecanlı, sürükleyici konuşmalarıyla ilgi odağı teşkil ettiği yakınları tarafından ifâde edilmiştir. M. Fuad Köprülü ise onun kuvvetli bir hâfızaya, Doğu ve Batı hakkında geniş ve sağlam bilgilere sâhip olduğunu ifâde etmiştir.

Kaynakça

(1) Tanyu, Hikmet. Ziya Gökalp Kronolojisi. Aktaran: Ahmet Bican Ercilasun. (Ziya Gökalp hayatı konuşması, platform: youtube.)

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.