Günümüzde ‘din ve vicdan hürriyeti’ ve bu hürriyetin sınırlandırılamayacağı hususu ‘temel bir hak’ olarak tescil edilmekle beraber ne hikmetse İslâm dini söz konusu edilince ‘devrimbaz’ çevreler tedirgin olmaktadırlar. Kendi ülkemizde Hıristiyanlara ve Yahudilere tanıdığımız hakları, her nedense biz Müslümanlara tanımak istememektedirler. Ülkemizde papalar ve patrikler fink atarken ve rahibelerin yönettiği ‘yabancı özel okullar’ çalışırken Lozan Antlaşması’nın 38. ilâ 45. maddeleri sâyesinde devlet içinde devlet gibi hareket eden ‘cemaatler’ bulunur iken ve bunların târih içindeki faâliyetleri herkesçe bilindiği hâlde nedendir bilinmez, şamar oğlanı dâima biziz.
Müslümanlar, demokrasinin nimetlerinden biraz istifâde etmeye başlayıp ‘din ve vicdan hürriyetinden’ ve bu konudaki eğitim, öğretim hakkını kullanmaya başlanmasından hemen tedirgin olan ‘devrimbazlar’, rejimin tehlikede olduğundan, ‘lâik devlet ilkesinden’ söz etmeye başlarlar. Öte yandan kendi ülkelerinde bir türlü ‘lâikleşmeye’ yanaşmayan İngiltere ve İsrail gibi ülkelerin başını da ‘devrimbazlar’la beraber feryâdı basar: ‘Türkiye’de İslâmiyet gelişiyor, lâiklik tehlikede’. Çok iyi hatırlıyorum, bu ülkelere mensup gazeteciler, meşhur ‘12 Mart Başbakanına’ Türkiye’de lâikliğin tehlikede olup olmadığını’ büyük bir endişe ile soruyorlardı. O İsrail ki sokaklarında ve parlamentosunda bile dindarlık belirtisi olarak başında ‘kapel’ (bir nevi Yahudi takkesi) taşıyanların çokluğu ile övünür ve ülkesine gelen başka ülkelerin turistlerine bile -cumartesi günü ateş yakmak dinî yasağı yüzündensıcak çorba içirmez; yine o İngiltere ki hâlâ yürürlükte bulunan ‘maarif kanununa’ göre okullarında, hangi dinden olursa olsun, bütün öğrencileri ‘sabah duasına ve ayinine’ katılmaya mecbur tutar; kendi vatandaşlarını ‘mecburî din eğitiminden’ geçirir ve bütün okullarında büyük bir çoğunlukla rahip ve rahibeleri görevlendirir. Oysa Türkiye’de anayasa ve kanunlar, din ve vicdan hürriyetini temînat altına almış ve kanunlar din eğitim ve öğretimini serbest bırakmış bulunmaktadır. Bu husustaki kanunî mevzuatı, ihtiyaca binaen aşağıya çıkarmakta fayda buluyoruz:
- ‘Herkes, vicdan ve dinî inanç ve kanaat hürriyetine sâhiptir. Kamu düzenine veya genel ahlâka veya bu amaçla çıkarılan kanunlara aykırı olmayan ibâdetler, dinî ayin ve törenler serbesttir. Kimse, ibâdete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Kimse dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz. Din eğitimi ve öğretimi, ancak kişilerin kendi isteğine ve küçüklerin eh kanunî temsilcilerinin isteğine bağlıdır.’ (1961 T.C. Anayasa’sı madde 19)
- ‘Maarif Vekâleti, yüksek dinîyat mütehassısları yetiştirilmek üzere darülfünunda bir ilâhiyat fakültesi tesis ve imamet ve hitabet gibi hidemat-ı dinîyenin ifası vazîfesi ile mükellef memurların yetişmesi için ele aynı mektepler kuşat edecektir.’ (3 Mart 1340 (1924) târih ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu. Madde 4) 3. ‘Çocuğun dinî terbiyesini tâyin ana, babaya aittir. Ama babanın bu husustaki hürriyetini tahdit edecek her türlü mukâveleye mûteber değildir. Reşit, dinin intihapta hürdür’. (17 Şubat 1926 târihinde kabul edilen ve 4 Nisan 1926 târihinde 339 sayı ile neşredilen Türk Kanun-u Medenîsi, Madde 266) Diyanet İşleri Başkanlığı ‘İslâm dinin inançları ibâdet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda cemiyeti aydınlatmak ve ibâdet yerlerini yönetmek’ ile görevlendirilmiştir. (T.C. Anayasa’sı 154. madde ve 633 sayılı ve 22 Haziran 1965 târihli kanun)
Kaynakça
Arvasi, S, Ahmet. Türk İslam Ülküsü 1. 384-385
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.