Bu yazımızda her senenin sonunda birçok tartışmaya vesîle olan, doğruluğu ve yanlışlığı husûsunda çokça söz söylenen bir konuya değineceğiz. Yılbaşı kutlamaları. Öncelikle konuyu en baştan ele almanın daha faydalı olacağını düşünüyorum. Noel haftası ya da bayramı, Hıristiyan âleminin Hz. İsa’nın doğum günü olarak kabul ettiği târihlerde o hafta boyunca çeşitli kutlamalar yapmasıdır. Yılbaşı ise Batı’da yüzyıllardır yapılan yeni yılı karşılamak amacı ile yalnızca eğlenme odaklı olan kutlamanın adıdır. Bu farka bakarak birinin din ile diğerinin ise kültürle alakalı olduğunu anlıyoruz. Peki, Hıristiyan Batı dünyâsının dînine ve kültürüne ait olan bu mefhumları Müslüman Türk Dünyâsı’nın nasıl kavrayıp ne şekilde bir tepki vermesi gerekir?

Her yıl yalnızca dînimiz açısından yanlışlığı olarak ele alınan konunun kültürümüz açısından da ele alınmasının çok büyük bir önemi olduğu kanaatindeyim. Kültür bir milletin ihtiyaçlarından hâsıl olan maddî ve mânevî unsurların bütününe verilen addır. Mîmârîden sanata, sanattan kıyâfete, kıyâfetten yemeğe kadar bizi biz yapan ve diğerlerinden farklı kılan her unsurun kültüre âit olduğunu görürüz. Bir insan grubunun yâhut milletlerin gücü ulaşabildiği kültür ve medeniyet seviyesine göre değişik olmuştur. Güçlü milletler, güçlü ve orijinal kültür ve medeniyetlere sâhip olabilenlerdir. Günümüzde milletler arası mücâdele bambaşka bir hüviyete bürünmüştür. Harpler eskiden olduğu gibi top ve tüfek ile değil, bir milletin ona ait mânevi değerlerini tahrip ederek o milleti kendine benzeterek yapılmaktadır. Biz buna kültür emperyalizmi diyoruz. Milletleri en güçlü dinamitlerinden vuran kültür emperyalizmi en başta farkına vardırmayan çok sinsi bir metottur. Çeşitli propaganda vâsıtalarıyla seni kıyâfetinden, yediğin yemekten dinlediğin müziklere kadar kendine benzetir ve senin kültürünü yaşayıp nesillerden nesillere aktarmana mâni olur.

Bütün dünya, kültür mefhumunun ne derece mühim olduğunun farkına varmış, bazı milletler kültür emperyalizmi ile bir milleti sömürmenin, köle hâline getirmenin yolunu kolaylaştırmıştır. Bahsettiğimiz şey, bir kültür alışverişinden çok daha fazlasıdır. Gelişen teknolojik vâsıtalar ile her millet kültür alışverişinde bulunur. Bu sosyolojik bir vaka olup kaçınılmazdır. Nevzat Kösoğlu’nun dediği gibi “güçlü kültür hayatının bütününde karşılaştığı sürekli değişkenleri, yenilikleri kendi mukaddeslerine göre şekillendirebilen, kendi üslubuna katabilendir.” Yani kültür alış-verişinde alınan bir unsuru, kendi muhtevâna ve şartlarına göre şekillendirebilmek gerekir. Lâkin ihtiyaç hâsılında olmadan yalnızca başka bir millete hayranlık duyularak yapılan taklitler millî kültürümüze darbe vurmaktadır. Seni sen yapan kıymetleri kaybetmek demek, her geçen gün bu amansız harpte yenilmek demektir. Bizce Hıristiyan Batı dünyâsının kendi kültürünün ve dîninin gerekliliklerini yapmasında hiçbir mahzur yoktur, bu çok tabiî bir şeydir. Türk milleti ve dünyâdaki bütün milletler, kendi değerleri, inandığı din üzerine yaşamalı ve her millet kendi muhtevâsına göre hareket etmelidir. Bulunduğumuz vatan toprağı, birçok milletin üzerinde emelleri, düşleri olan bir coğrafyadır. Her millet, milletine özgü kıymetleri eğitim yoluyla çocuklarına aşılayıp millî kültürünü yaşayan nesiller yetiştirirken bizim başka bir milletin bize hiç de uygun olmayan ‘özel’ günlerine özenmemiz ne kadar doğrudur?

Kültürün dine, dînin kültüre tesiri yadsınamayacak kadar çoktur. Eğer meseleyi dînimiz açısından ele alacak olursak İslâmiyet, başka kavimlere benzemeyi (özenmeyi) yasaklamıştır. Biz zaten “Noel kutlamıyoruz ki!” sığınmalarının aslında ne kadar gereksiz olduğunu da buradan görebilmekteyiz. Bizim dînimize ve kültürümüze uymayan bir tarafı da yılbaşı kutlamalarında yapılanlardır. Yalnızca eğlenme odaklı, içki masalarında mânevi bütün değerlerin kaybeden Batı’nın tam istediği insan modeli, yarınını hiç düşünmeyen tamamen maddeci ve hazcı bireyler…

Bizler için yılbaşının özel bir mânâsı yoktur. Ölüme bir yıl daha yaklaştığımız, dününden ve yarınından mânâ anlamında hiçbir farkı olmayan bir gündür. Yukarıda harbin ve işgalin yönteminin değiştiğinden bahsetmiştik. Daha sinsi bir metot olan kültür emperyalizmiyle her geçen gün Batı için bir tehlike arz etmeyen, kendine yabancı bir millet olmaktayız. Yenilginin farkında olunca çok geç kalınacak geri dönüşü olmayacak bir harbin içindeyiz. Millî kültürümüz her ne kadar başka kültürün karşısında aşağılık hissine kapılamayacağımız kadar eşsiz bir kültür olsa da kültürü hayatına aksettirebilmek, onu tanımak ve sevmekle mümkündür. Eğitim sistemimiz nesillere içinden çıktığı milleti tanıtamaz halde olduğundan dolayı Türk gençleri başka milletlere özenmekte her geçen gün onlara benzeme gayretine düşmektedir. Yeni yıl kutlamaları bunlardan yalnızca bir tanesidir. Fakat Türk milliyetçileri Türk milletinin ebedî bekası için kültür meselesinin üzerine titremeli, kendi kültürünü hayatına aksettirerek yaşamalı ve etrafına örnek olmalıdır. Güçlü bir millet olmamız, kendi kültürümüzü yaşayıp yaşatmamız ile mümkündür. Târihte çağ açıp kapayan, güçlü kültür ve medeniyetiyle dünyâyı kendine hayran bırakan bir milletin torunları olarak kaybedecek vaktimiz kalmamıştır.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.