Sosyoloji çalışmaları bireyin ve bireylerden oluşan toplumların kültür kodlarını çözümlemede referans kaynaklarını toplumun varlığına âit anlatı ve kabullere dayandırır. Bu kodlar, yeni şartların getirdiği değerler sistemi içerisinde şekillenerek toplumun tekâmül istikameti yönüne olanak tanıyan genler diyârından beslenir. Biyolojik çalışmalarla bu anlamda örtüşen bu çalışma metodu, toplumun kolektif bilinçaltında sosyal durumlara karşı geliştirilecek reflekslerin anlamlandırılması ve yorumlanmasında esas alınacak en önemli etkenlerdendir.
Bugünü anlamlı kılmak geçmişi bilmekle mümkündür. İnsan da kendisini ve içinde yaşadığı günü anlamlı kılmak amacıyla her dâim geçmişe ilgi duymuş, değişik yönelimler ve gâyeler doğrultusunda geçmişe ilişkin unsurlarla ilgilenmiştir. Geçmişe yönelik bu ilginin bilim ve sanat alanlarındaki görünümü dikkate alındığında târihin yanı sıra mitoloji konusunda bir yoğunlaşma olduğu, mitolojinin antik dönemlerden günümüze kadar bilim insanları, din adamları, felsefeciler ve sanatçıların alâka merkezlerinden biri hâline geldiği görülür.
Bu yazımızda Prometheus, Pandora, Hz. Âdem, Hz. Havva ve halîfelik gibi kişi ve kavramları üzerinden sekülerlik ve feminizmin Batı düşüncesindeki altyapısının izlerini bulmaya çalışacağız. Ama Prometheus gibi ateşi çalarak değil…
Prometheus’un Tanrı ile Mücâdelesi
Batı düşüncesinde Hz. Âdem düşüşün sembolüdür ama en az onun kadar Prometheus karakteri de bu kültürün sembollerindendir. Yunan mitolojisi içerisinde Prometheus efsânesinin özel bir önemi bulunmaktadır. Çünkü genel kabule göre Prometheus, insanı yaratan, kaderini belirleyen ve zâlim tanrılara karşı insanoğlunun yanında bulunan bir titandır. Prometheus ateşi yani bilim ve uygarlığı tanrılardan çalmıştır. Prometheus sembolü insanla Tanrı’nın mücâdele hâlinde olduğunu ifade etmektedir. Bilgi, bir çalma eylemiyle sâhip olunandır. Tanrı ya da tanrılar bilgiyi insandan kıskanmaktadır. Prometheus, gökteki ateşi çalacak, zincire vurulacak, ebedî cezâya çarptırılacak ve karaciğerini yemesi için kartala verilecektir. Prometheus insanları korumak için Tanrı Zeus’u kandırmaya çalışacaktır. İnsanlığın ilerlemesi Prometheus’ın ışığında olmaktadır. Tanrı’nın emrine itaat etmeme, bilgiyi, gücü, özgürlüğü tanrılardan çalma ateşin çalınmasında sembolize edilir. Prometheus başkaldırıyı ve reddi simgeler ve bugün artık modern Batı insanı “ateşi kendisinin yarattığını” iddia etmektedir. Tanrı ile geliştirdiği bu ilişkide Prometheus’a biçilen rol, Tanrı’ya muhâlefet etmektir. Nitekim o da bu noktada yapması gerekeni yapmıştır. Prometheus’un idallerini gerçekleştirmesi için evreni paylaştığı varlıklarla amansız bir savaşa girmesi gerekmektedir. Zîra önemli olan ne şekilde olursa olsun onun hedeflerini ve arzularını gerçekleştirmesi ve arzularına ulaşmasıdır.
Pandora’nın Varlık Gâyesi
Prometheus’un Zeus ile mücâdelesini detaylarıyla anlatmak yazımızı oldukça hacimli hâle getireceği için az önce Prometheus ile Tanrı mücâdelesinin ana fikirlerine değindikten sonra efsânenin bizi ilgilendiren kısımlarının anlatımı olan Pandora’nın yaratılması kısmıyla olayı açıklamayı sürdürmeyi doğru buldum. Prometheus ile olan çekişmeler netîcesinde öfkeden deliye dönen Zeus, insana da unutulmaz bir ders vermek istemektedir; Pandora… Zeus, Hephaistos’a kilden bir kadın yapmasını, dört rüzgâra ona hayat vermelerini, Olympos’taki tüm tanrıçalara bu kadını en güzel şekilde baştan aşağı elbiselerle ve takılarla donatmalarını emretmiştir. Her tanrının kusursuz olması için katkıda bulunduğu, örtüler, çiçekler ve altın taçla donatılan bu varlık, herkesin armağanı anlamına gelen Pandora, ilk kadından başkası değildir. Nitekim Zeus, kendisine kurulan tuzağa, bir tuzakla cevap vermiştir; güzel felâket, dışı güzel, ama içi boş, tıpkı kurban aldatmacasında olduğu gibi… O zamana kadar, insan cinsi sâdece erkekten oluşmaktadır; Zeus kadını yaratarak insana eşsiz bir belâ hazırlamıştır. Prometheus’un kardeşi Epimetheus’a bu hediye sunulmuştur. Kardeşi Prometheus tarafından Zeus’un kendisine verilen hiçbir şeyi kabul etmemesi söylense de Epimetheus, adına uygun şekilde, bu hediyeyi kabul etmiştir ve onunla evlenmiştir. Ancak Tanrılar Pandora’ya, bir sandık vermişlerdir; içi tamâmen zararlı şeylerle dolu olan… Ve tembihlemişlerdir; bu kutuyu açmaması için… Ama işte Pandora, bu insanlığın felâketi, merâkına yenilip kutuyu açmıştır; bütün kötülükler de dünyâya yayılmıştır, yaşlılık, hastalık, aptallık, ahlâksızlık, hırs, çalışma… Pandora kapağı açar açmaz hatâsını anlamıştır ama iş işten geçmiştir; kapağı geri kapattığında ise, kutunun dibinde yalnızca umut kalmıştır. Aldatıcı bir umut… Zeus’un istediği de zâten budur; insan ebediyen ağır işler görmeye mecbur kalacaktır ve ölümlülerin boş çabalarını besleyen de umut olacaktır. Böylelikle, kadın denilen belâlı soy, insanlığın başına büyük bir felâket açmıştır Pandora’nın kutusuyla…
Yâni Prometheus için durumlar böyleyken Pandora için de durumlar pek parlak değil. Çünkü Pandora (İlk kadın) yeryüzüne insanları (erkekler) cezalandırma aracı olarak gönderilmiştir. O bütün kötülüklerin kendisi sebebiyle yeryüzüne yayıldığı ilk ve sürekli kaynaktır. Pandora özelinde kadın: cinselliğin, kötülüğün, şehvetin ve insanların birbirini cezalandırmasının aracıdır. Dolayısıyla ontolojik olarak Pandora varoluşu ve varlığının devamı açısından kötülüğün kaynağı ve yeryüzünde şerrin devam etme sebebidir.
İslâm’da Hz. Âdem, Hz. Havva ve Halîfe Olmak
İslâm’da insan yeryüzünün îmar ve ihyâsından sorumlu halîfe olarak tâyin edilen bilgi ile donatılan, özgür kılınarak seçim hakkı verilen, bilmedeki ve eylemlerindeki yetkinliği ile varlık hiyerarşisinde meleklerin bile üzerinde konumlanabilen ve Allah’ın koyduğu ölçüler ile yeryüzünde hâkim olan bir varlıktır. Yâni bir kere onun erkek veya kadın olması açısından bir fark yoktur. İmam Mâturîdî yasak ağaç kıssası bağlamında hem Hz. Âdem’in hem de insanlığın annesi olan Hz. Havva’nın insan olduklarına vurgu yapmıştır. Mâturîdi’nin şu tahlilini verirsek muhtemelen cümle daha açık hâle gelir: İlk günâhın sebebi ne sâdece erkek ne sâdece kadındır. Aksine hem ilk günâhın hem de ilk tövbe, insan oluşun netîcesidir. Aynı zamanda ilk günah, mutlak olarak bilen, gören, güç ve otorite sâhibi olan Allah’ın kendi irâdesiyle insanoğluna Allah’a muhâlafet etme yetisi verdiğinin en açık ve ilk belirtisidir. Tövbelerin akabinde gelen ilâhî af ise âlemdeki tüm varlıklar gibi insanların da rabbinin Allah olduğunu göstermektedir. İnsanlığın atası olarak Hz. Âdem ve Hz. Havva insâniyetlerini gerçekleştirmek, birbirlerinin eksiklerini tamamlamak ve orayı birlikte îmar ve ıslah etmek üzere yeryüzüne gönderilmiştir. Allah, rahmetinin ve adâletinin gereği olarak Hz. Âdem ve Hz. Havva özelinde insanı ihtiyaç duyduğu bütün yetilerle donatmış ve insanoğluna akıl bahşetmiştir. Böylece insana aklını kullanarak Allah’ın mârifetine ulaşma ve insâniyetlerini gerçekleştirme imkânı tanımıştır. Sonuçta insan özgürce yapacağı tercihlerden dolayı sorumlu tutulacağını bildirmiştir. Yâni Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın kendi bedenlerine, varlığın tamâmına ve Allah’a karşı âdil ve ahlâklı olmalarını isteyen, onlara dostluk ve merhamet vâdeden Allah’tır. Diğer yandan Âdem ile Havva ve Prometheus ve Pandora hakkında bu kısa değerlendirme esasında İslâm ve Batı’nın insan tasavvurları üzerindeki temel paradigma farklılığının kaynağına işaret etmektedir.
İslâm’ın insan tasavvurunda dikkat çeken en önemli iki mefhum kul ve halîfedir. Bu iki kelime, adının çağrışımlarında tebarüz ettiği üzere din merkezlidir ve İslâm’da insanı insan kılan en önemli özelliktir. Kul ve halîfe, dinle bağlarını koparan/koparmaya çalışan ve Prometheuslarla dolu olan bir dünyâda, aslında çok şey ifade etmektedir. Çünkü bu kelimeler, insanın kâinattaki konumunu belirlemektedir ve verdiği mesaj, insanın yaratıcısının olduğunu hiçbir zaman unutmaması ve eylemlerinde sorumluluk sâhibi olduğunun idrâkine varıp buna göre yaşamasıdır. İnsan her şeyden önce Allah’ın yarattığı bir mahlûktur. Hiçbir şey bilmezken ve hammaddesi çok basitken kendisine çeşitli uzuvlar/yetenekler verilerek olağanüstü bir hâle gelmiş, âlem de kendisinin emrine verilerek insanın belirli ölçülerle tasarruf yetkisiyle donanmıştır. Ancak burada insanın unutmaması gereken şey, bütün bunlara kendisinin mâlik olmadığı, ancak Allah’ın nîmeti sâyesinde bu nîmetlere kavuştuğu gerçeğidir. 20 Aylık Eğitim ve Kültür Dergisi Nisan 2022 Sayı 93 Bundan dolayı insan, kendisinde bulunan çeşitli özelliklere güvenerek ve gereksiz gururlara kapılarak kendine ilâhilik atfetmemelidir. İslâm’ın insan telakkisi gökyüzünün irâdesine karşı isyan eden Titan veya Prometheus tabiatı içinde tasavvur edilmemektedir; aksine insanın büyüklüğü zâtından değil, Allah’ın kulu olmasından kaynaklanır. Halîfe olması, kâinatın hâkiminin irâdesini aksettirmeye kâbil olmasındandır. İnsanın yaratılmışların en şereflisi (eşref-i mahlûkat) olarak belirtilmesi, Allah’a şehâdet ederek yaşamasından, Allah’ı dâima hatırlamasından ve dünyâda Allah’ın hikmetini ve kudretini aksettirecek tarzda amelde bulunmasından ötürüdür. Aslında bütünüyle kâinat Allah tarafından yaratılmış olmaları ve ilâhî hikmetin bir veçhesini yansıtmaları bakımından bir şeref sâhibidirler ancak sâdece insan ilâhî hikmeti aksettirebilme donanımına sâhiptir. Bütün mahlûkata egemen olma kudretini hâiz bulunan insanın, onlara hüsnü muamele sorumluluğu bulunmaktadır ve bu yüzden halîfe olarak isimlendirilmektedir. İnsanın sorumluluğu elbette ki daha fazladır; çünkü ona Allah’ın mâhiyetini anlamak ve itaat etmek bilincinin yanı sıra, itaatsizlik serbestliği de tanınmıştır. Bu yüzden, insan yaptıklarının dâima bilincinde olarak bir yaşam sürmelidir. O yüzden ister tabiat, isterse hemcinsi olsun, insan hiçbir varlığa karşı Allah’ın koyduğu düzenin dışına çıkarak istediği gibi davranamaz. Çünkü insan, diğer varlıklar üzerindeki yetkisini, sâdece Allah’ın hoşnut olacağı şekilde belirlemelidir. O yüzden ilâhî kanunlarla belirlenmiş bir denge vardır ve insan sâdece kendisini düşünerek hoyratça tasarrufta bulunmamalıdır; aksi takdirde haklı-haksız ayrımı gözetilmeden güçlülerin güçsüzleri ezeceği bir dünya ortaya çıkar ki günümüzün durumu tam olarak budur. Hiçbir kutsal tanımayanların kurduğu düzende, hümanizm, sekülerlik, feminizm, eşitlik, demokrasi sloganları eşliğinde çeşitli –izmlerin boyunduruğu altına giren bir insanlık, gelecek adına ne vâdetmektedir? Kutsalından arındırılmış bir dünyâda, hakkı ve adâleti tesis edebilmek hangi değerlerle mümkün olacaktır? Varlığını isyanla anlamlandıran, eylemlerinde sorumluluk taşımayan ve ölüm ötesi hakkında hiçbir endîşe taşımayan insanın, insanlığa vaadi ne olabilir?
Hülasas olarak Prometheusçu insan anlayışından Camuscü varoluşsal bir başkaldırı felsefesi çıkarılabilir. Veya Âdem’in “asli günâh”ı inancıyla yine varoluşçu bir suçluluk felsefesi veya Kierkegaardçı bir “korku ve titreme” felsefesi çıkar. Oysa Kur’an’ın rûhuna göre Allah, Âdem’in bir rakîbi değildir. Bilakis evrenin yönetimini ona tâyin edendir.
Feminizm ve Sekülerliğin Altyapısı Olarak Prometheus ve Pandora
Batı dünyâsında ortaya çıkan ve feminizmi doğuran mücâdele, kilisenin başını çektiği çarpık anlayışa ve pagan kültürü ile beslenmiş Hristiyanlık düşüncesinin iktidârına karşı çıkılmak sûretiyle başlamıştır. Ve hatta biz Batının kadın algısını Pandora mitinde dahi çok net şekilde müşahede edebiliyoruz. Feminizm; böyle bir târihî tablonun sonucu olarak kadınların eşi ve babası karşısında yok sayıldığı, eşini seçmede hak sâhibi olmadığı, çocukları üzerinde velayet hakkının bulunmadığı genç kızların pazarlarda açık arttırmayla satıldığı, sınırsız şiddete kadınların maruz kaldığı, boşanmanın imkânsız olduğu, cadılık suçlamaları ile binlercesinin yakıldığı anlayışa başkaldırı olarak ortaya çıkmıştır. Batı’nın Pandora miti üzerinden şekillenen kadın algısıyla beraber kadınların yüzyıllar boyu mâruz kaldığı bu meselelerin feminizmin ortaya çıkışını beslemesini söylemek çok da abes bir şey olmaz herhâlde.
Seküler kavramı hakkında şunları söylemek mümkündür. 16. yüzyıldan sonra Rönesans, Reform, Aydınlanma, Pozitivizm veya Modernite olarak gerçekleşen süreç, Batı’da Tanrı tutulması veya Tanrının ölmesi, dinsizleşme, inancın ve dînin zayıflaması bireyin ve evrenin kutsaldan arındırılması, dünyânın büyüsünün bozulması, ruhban sınıfı dışında dîne ilişkin yorum yapma girişimi, bu dünyâya âit dünya işleriyle uğraşan, dünyevî kimse, dünyevîlik, cismânilik, uhrevî ve rûhanî, aşkın dînî inancın elimine edilmesi, üzerimizdeki kutsal kubbenin kalkması, insanın kendisine yabancılaşması, derin sapıklık, kutsanmamış, la dinî, profan, din-dünya ayrımı, bu dünya ile barışılması, dünya-âhiret ayırımı, laiklikle eş anlamlı olarak din-devlet uzlaşması, din konusunda mutlak tarafsızlık, paganca olan, ömür boyu olan, toplumsal ahlâk standartlarının dîne ve dinlere göre değil güncel hayâta göre düzenlenmesinden yana olmak, dinî yargıları dışlamak vb. anlamlarda çeşitli düşünürler tarafından kullanılmaktadır. Tüm hepsinde ortak olan ve Avrupa’ya özgü olan şey, sekülerliğin hayâtın kendisini, zaman algısını; insan, tanrı ve gerçeklik kavramlarını parçalayarak tanımlamak; insanın kendi özgürlüğünün peşinde koşuştururken sonuçta Tanrı’yı yeryüzünden tahliye edip kendisini her şeyin merkezine yerleştirmek gibi bir pratiğin üretilme çabasıdır.
İlâhî olanı reddeden bu anlayış, türlü cilâlarla kof hâle gelmiş sistemin makyajını yinelemekle zevâhiri kurtaracağını düşünmektedir. Bu hâliyle modern zamanların seküler sistemlerini, bütün zamanların en büyülü ve en dogmatik inanç şekillerinden biri olarak tanımlamak mümkündür. Güzelliğini yitiren bir kadının makyajın her türlüsünü deneyerek çirkinliğini gizlemeye çalışması gibi; insânî ve doğal her ne varsa bunların tümünü tahrip eden seküler sistemler, özde olan zaaf çirkinliklerini göstermemek için “cilâlı imaj devrinin” tüm imkânlarını sistemlerinin bekâsı için kullanmaktadırlar.
Tanrı’yı insanların rakîbi olarak gören bir anlayış ile ontolojik farklılığın farkında, kulluğun bilincinde olan bir yaşantı arasında, elbette farklılıklar bulunacaktır. İnsanı ebedî kölelikten kurtaran bir kurtarıcı varlık beklemek ve bunu tanrılara isyanla süsleyen bir anlayış içerisinde sunmak ile kişinin eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmesi ve ona yeryüzünde hareket alanı sağlanacak bir özgürlük verilmesi arasında, oldukça derin uçurumlar bulunmaktadır. Nitekim insanların kadın eliyle felâkete uğraması ve cezâlandırılması ile erkeğiyle kadınıyla insanı bir bütün olarak tavsif eden din anlayışının yansımaları farklı olacaktır. İnsanlara ateşi/bilgiyi vermeyen bir tanrı imajı ile Hz. Âdem’e isimleri öğreten bir Yaratıcı nihayetinde zıt kutupları temsil etmektedir ve bu durumun bilim ahlâkı bağlamında düşünüldüğünde günümüze yansımaları oldukça farklıdır. Netîcede bu farklılıklar, aslında kutsala yüklenen anlamlardan ortaya çıkmaktadır ve Batı kutsalını çiğneyerek insan olmuşken, İslâm’da kutsalının lütfuyla insan olabilmiştir. Batının insan prototipi tanrılarla rakip olabilen, savaşabilen, aldatabilen, hiçe sayabilen bir insan iken, İslâm’da insan anlayışı insanı kulluğunun bilincinde ve tüm yaratıkların şereflisi olarak halîfedir. Bundan dolayı Batı her türlü metafizik değer ile mücâdele etmekteyken, İslâm düşüncesi emânetine verilenlerden sorumlu olmak bilinciyle hareket etmektedir. Yâni, her ikisinin misyonu farklıdır; birininki Prometheusluk, diğerininki halîfelik…
Sonuç olarak Prometheus ve Pandora ve onun beslediği Batı düşüncesi ancak tanrıya ve varlığa karşı yürütülecek mücâdelede başarılı olacakları ölçüde yücelme fırsatı yakalayacaktır. İnsan ancak Tanrı’ya karşı mücâdele ile tanrıya rağmen başarmanın yollarını aramaktadır. Oysaki Allah insana bilmediğini öğreten, onu bilgiyle yücelten ve sonsuz ihsânıyla onu varlığın zirvesinde konumlandırandır. Bu sebeple Kuran merkezli, gerçekçi ve tutarlı bir felsefe ile inşâ edilen halîfe insan anlayışı çağımız için çok önemli mesajlar vermektedir. Esâsında günümüzde dünyâda yaşanan büyük problemler, savaşlar, toplu ölümler, kan ve gözyaşı; bunların mîmârı olarak Prometheus ile Pandora’nn varislerine işâret etmektedir. Zira Prometheus’un çocuklarını motive eden en önemli şey, her şeye rağmen başarmak ve başkaldırmaktır. Tanrı’ya âleme, kendinden olmayana başkaldırmak, kutsal tanımamak ve sâdece nihaî hedefe ve başarıya odaklanmaktır.
Bâzı şeyleri anlamak için târihe eğilmeliyiz cümleleri kurduğumuzda “yine mi târih, işte olup bitmiş ne gerek var” gibi cümleler duyuyoruz hepimiz. Ama şimdi şunu gördük ki Batı düşüncesinde Prometheus ve Pandora miti üzerinden yaptığımız tahlil ve ardından İslâm’ın tanrı-insan düşüncesine yer vererek yaptığımız mukâyese bugün ortaya çıkan ve tatbik edilen birçok kavram ve pratiğin açıklaması oluyor. Misalen sekülerlik ve feminizm gibi…
Kaynakça
Tokat, Latif. Modern Batı Dünya Görüşünün Tanrı ve İnsan Tasavvuru Açısından Tahlil ve Eleştirisi.
Hacımüftüoğlu, Esra. Prometheus’den Hâlife’ye… Doğu ve Batı’nın İnsan Tasavvurları.
Özden, Mustafa. Sekülerliğin Tarihi Serüveni.
Esen, Muammer. İnsanın Halîfeliği Meselesi.
Öztürk, Mustafa. Âdem, Cennet ve Düşüş.
İlgen, Abdülkadir. Sekülerleşme Üzerine. Türk Yurdu Dergisi. Mayıs 2012. Yıl 101. Sayı 297.
Dr. Demir, Osman Nuri. Maturidi’de İnsan Tasavvuru
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.