Türk çocuğu, bütün Türk târihinden ve bu târihin tecrübelerinden istifâde etmesini bilmelidir. Bu arada, devletimizi çok yakından ilgilendirdiği için Selçuklu ve Osmanlı tecrübesine bilhassa önem vermelidir. Çünkü bu iki dönem, yalnız târihimizin şanla ve şerefle dolu sayfalarına, bin yıllık yeni zaferler eklemekle kalmamakta; günümüz kültür ve medeniyetine, sosyal, ekonomik ve politik hayâtına ışık tutabilecek tecrübelere yataklık etmektedir.

Gerçekten de târihimizin, bu iki dönemi yetkililerce etüd edilerek milletimizin, aşağı yukarı on asırlık sosyal, kültürel, ekonomik ve politik hayâtı, akademik çalışmalarla ve târihî köklerinden koparılmadan objektif olarak ortaya konmalıdır. Bu konuda değerli târihçilerimizin, ilim adamlarımızın ve araştırmacılarımızın gerçekten takdire şayan çalışmaları mevcuttur. Bizim istediğimiz, bunlara ek olarak bir Türk-İslâm ‘ekonomik sosyolojisi’ ve Türk-İslâm ‘siyâset sosyolojisi’dir.

Ecdâdımız, İslâm’ın, yâni ‘edille-i şer’iyye’nin ışığında ve Türk töresinin sağladığı disiplin içinde çalışarak kendi ‘içtimâî, iktisâdî ve siyâsî’ nîzâmını kurmuştur. Üstelik, kendine mensup insanları mutlu, huzurlu, âdil ve dengeli bir hayat nâzâmı içinde yaşatarak güçlü ve dayanıklı bir devlet; sürekli ve seviyeli bir medeniyet geliştirmiş bulunmaktadır. Bütün, bu ecdat tecrübeleri, çağdaş ilmin kriterleri içinde, tek tek gözden geçirilmeli, elde edilen netîceleri hem Türk gençliğine hem de bütün insanlık âlemine sunulmalıdır.

İnsanlık, kapitalizm, sosyalizm, komünizm ve faşizm gibi ekonomik ve sosyal sistemlerin dar ve karanlık dehlizlerinde bocalarken daha bugünden birçok yerli ve yabancı yazarın ve ekonomistin ‘üçüncü yol’ olarak ümitle yöneldiği ‘İslâm ekonomi sistemi’, bilhassa, Peygamberine dört yüz yıl ‘vekâlet eden’ pek çok yüce ilim adamı yetiştiren Müslüman-Türk’ün tecrübesi ile daha müşahhas bir biçimde ortaya konabilir. İslâmiyet’i, bid’atsız ve Sünnet-i seniyye’ye uyarak sosyal ve ekonomik hayâtının her noktasına kadar uygulayan ve asırlarca bir devlet nîzâmı tarzında ‘sistemleştiren’ Türk milletinin tecrübeleri, Türk ve dünya ekonomistlerine ve siyâset sosyologlarına zengin ve tükenmez bir belgeler hazînesi olacaktır.

Üniversitelerimiz ve akademilerimiz, herhangi bir kaygıya ve endişeye kapılmadan bu belgeler hazînesine eğilmeli veya eğilebilmelidir. Çağdaş ‘ekonomi kavramları’ açısından Türk-İslâm medeniyeti teşkîlâtı, mülkiyet münâsebetleri, sosyo-ekonomik yapısı, işleyişi objektif olarak ortaya konmalıdır. İlim, her türlü ‘beşerî tecrübeyi’ korkusuzca ele alabilmelidir. Kaldı ki Türk milletinin ve İslâm dînînin ortaya koyduğu değerleri de ilim konusu yapmak, bizim ilim adamlarımız için ihmal edilmesi mümkün olmayan bir vazîfe olmalıydı. Bununla beraber biz, üniversite ve akademilerimizden, ‘asgari bir tarafsızlık tavrı’ içinde bile olsa, bir ilim adamı haysiyeti bulabilirsek memnun olacağız.

Aksi hâlde yeryüzünde târihî ve sosyolojik bir gerçek olarak İslâm Hukuku mevcutken bu hakîkate göz yumarak “Bilindiği gibi yeryüzünde kapitalist ve sosyalist olmak üzere iki hukuk tipi vardır.” diyebilen profesörlerin, yahut “Yeryüzünde kapitalist ve sosyalist ekonomi sistemleri ve bir de bunların karması olan sistemler mevcuttur.” diyerek bugün, artık Batılı fikir adamlarının dahi incelemek gereğini duydukları ve ‘üçüncü yol’ adını verdikleri İslâm ekonomi sistemini görmezlikten gelen ‘ilim adamlarının’ peşin hükümlerine ve İslâm’a karşı kör ve sağır kalma tavırlarına kendimizi teslim edersek mutsuzluğumuz devam edecektir.

Kaynakça

Arvasi, S, Ahmet. Türk İslâm Ülküsü 2. s. 15-16

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.