Türkülerimiz Türk’ün sevgisi, acısı, özlemi, hasreti, aşkı, sevdâsı gibi her türlü hasletini anlatan en kıymetli hazinesidir. Farklı coğrafyalara göçtüğümüzde bizimle birlikte göçen, bizimle birlikte özleyen, bizimle birlikte hasret çekenimiz… Kimi zaman çeşitli sebeplerle ayrılmak durumunda kaldığımız vatana, kimi zaman vatan vazifesini yerine getirmek için yuvasından ayrılan evlâda, yârinden ayrılan ve belki de bir daha kavuşamayacağı sevgiliye, bazen gurbette iken en mâsum hâliyle hep göz önünde olan bir evlâda yakarız. Türkülerimiz, milletin irfânının yine milletin tecrübeleri ile harmanlanmış ve en saf hâliyle damıtılmış şeklidir.(1) Coğrafya değişse de millet aynı millet olduğu sürece, türkülerimiz küçük söyleniş farkları dışında değişmemiş ve değişmeyecektir.(2)
Türkülerimizden beni zaman zaman hüzünlendiren, bazen de haykırırcasına söylemek istediğim ‘Kerkük Zindanı’nı anlatmak ve akabinde temmuz ayı içerisinde bulunmamız sebebiyle 14 Temmuz 1959 Kerkük Katliamına giden süreci ve sonrasında gelişen olaylarda şehâdete ermiş millettaşlarımızı rahmetle anmak için besmeleyi çekeceğim.
Kerkük’ün zindanına attılar beni
Mazlumlar sürüsüne kattılar beni
Bir yanım dağladılar ateşle annem
Ne suçum ne günahım yaktılar beni
Türkmen obalarından göçen anneler
Ne yuvaları kalmış ne de hâneler
Gökkubbeyi sarsar mazlum feryâdım
Elbette bir gün güler bize seneler (3)
Kerkük Zindanı 14 Temmuz 1959 tarihinde başlayan ve sonraki günlerde de devam eden Türkmen katliamlarını konu almakta, Irak’ta cumhûriyet rejiminin ilk yıl dönümünde düzenlenen bayram töreninde çıkan, akabinde planlı şekilde gelişen olayları ve bu olayların özellikle bölgedeki Türkmenleri hedef alan bir katliama dönüşmesini konu almaktadır. Kerkük Zindanı bize üç gün üç gece aralıksız devam eden bu katliamda Türkmenlerin yaşadığı dramı anlatmaktadır.
22 Mart 1979’da kendisine “Türkçülük Suçu” isnat edilerek 16 Ocak 1980’de Saddam rejimi tarafından idâm edilmek sûretiyle şehâdete eren Şehit Nejdet Koçak’ın anlatımıyla, katliamın hikâyesi sadece olayların günü gününe seyrinin hikâyesinden ibâret değildir. Bu hikâye uzun hatalar ve ihmâller silsilesi ile yüklü dış politika sefâletinin de hikâyesidir.
1958 yılının 14 Temmuz’unda Irak’ta Krallık Albay Abdülkerim Kâsım’ın liderliğinde ihtilâlle devriliyor. Albay Abdülkerim Kâsım mâzîsi îtibâriyle devirdiği krala vaktiyle dalkavukluk etmiş, bir müddet Arap milliyetçisi, bir müddet komünist hâmîsi olarak tanınan aslında her Ortadoğu ihtilâlinde olduğu gibi sadece bir İngiliz maşası, ahlâksız, sefil rûhlu bir adamdır. Yeni hazırlattığı anayasada varlığı tevsik edilen Türk cemâatinden bahsetmemiş, Irak nüfûsunun altıda biri kadar ehemmiyetli bir nüfûsa sâhip Türk cemâatini birdenbire yok kabul edebilmiştir. Bu şüphesiz Ortadoğu petrol bölgesinde güçlü sayılabilecek bir devlet olan Türkiye’nin söz hakkını sıfıra indiren bir İngiliz taktiğinden başkası değildir. Nitekim yeni anayasadaki bu vahâmeti Türk hükûmeti idrâk edemediği için Türkiye bu emrivâkiyi protesto etmedi. Hatta “Birkaç yüz Türk için Irak’la dostluğumuzu bozmayız.” diyen bakanları bünyesinde bulunduran hükûmet Kâsım İhtilâline dost elini uzattı.
Yapılan plân şu idi: Katliamı komünist Kürtler yapacak, hükûmet de görmezlikten gelerek sözüm ona gayri mesûl kalarak gerektiğinde hesap vermekten imtinâ edecek ve birkaç uyduruk mesûlü cezalandırarak işin içinden sıyrılacak.(4)
Dilerseniz 14 Temmuz 1959’a giden süreci inceledikten sonra 14 Temmuz ve sonrasında yaşananları anlatalım.
-Kaçakaç Katliamı (Telâfer-1920)
-Levi Katliamı (Kerkük-1924)
-Gâvurbağı Katliamı (Kerkük-1946)
14 Temmuz’a giden süreçte yaşananları bir bütün olarak okuyalım. Irak’ın Osmanlı Devleti’nden ayrılmasının ardından bir taraftan İngilizlerin bölgede bulunan başta petrol olmak üzere yer altı kaynaklarından faydalanmak, diğer taraftan İngilizlerin bölgeye hâkim ve bölgede söz sâhibi olmayı hedeflediği açıktır. Ancak bölgede Türklerin yoğun olması ve Irak Türklüğünün İngiliz ya da diğer milletlerin mandasını hiçbir şekilde kabul etmemesi üzerine İngilizler, Irak Türklerinin bölgedeki nüfûsunu göç ya da çeşitli sebeplerle azaltarak, hatta bölgede Türk nüfûsunu eritmek sûretiyle kışkırttığı guruplar aracılığı ile Türklere sürekli ve plânlı şekilde katliam yapmayı meşrû görmüştür. Türk milleti tabiî olarak hiçbir zaman esâreti kabul etmediği için Irak Türkleri yapılan katliamlara sessiz kalmamış ve tepkisini göstermiştir. Ancak ne yazık ki millettaşları, kardeşleri olan bizden gerekli desteği göremedikleri için vahşîce yapılan katliamlar da kaçınılmaz olmuştur.
1950’de Irak hükûmeti Kerkük ve diğer Türkmen bölgelerindeki eğitim müdürlüklerine gönderdiği genelgede, Türkçe tedrîsatın durdurulması ve Türkçe ders açıklamalarının azaltılmasını istemişti.
1957’de nüfus sayımı yapılmadan hükûmet çevreleri Kerkük, Erbil ve diğer Türkmen bölgelerinde, Türkmen mevcûdiyetini ve dürüst bir sayım isteyenleri sindirmek için bâzı tutuklamalar yapıldı.
1958 Temmuz’unda yapılan darbeden sonra, Irak’ta cumhûriyet kurulmuş ve bundan ümitlenen Türkmenler, artık bütün vatandaşların eşit olarak temel hak ve hürriyetlerini kullanacak bir konuma geleceklerini beklemişlerdi.
Bağdat Radyosu Türkmence Bölümü’nün açılışı, Türkmen millî haklarının bir dönüm noktası oldu. 1 Şubat 1959’da Türkmen spikerin “Burası Bağdat Radyosu Türkmence Bölümü” anonsu yüzbinlerce Türkmen’in coşkulu tezahüratıyla karşılandı. Bu yayın ilkin yarım saat olarak başlatıldı; sonraları dört saate kadar çıkarıldı ise de Baas rejimi döneminde azaltılmaya ve o çok değerli edebî ve kültürel içeriğinden yoksun bırakılmaya terk edildi. Televizyonda da Türkmence yayın, Kültürel Hakların kabulünden sonra genişletildi ise de git gide azaltılarak anlamsız bir hâle sokuldu.
Öğrenci Birlikleri seçimleri de Irak’ta baş gösteren komünist yayılmacılığının önüne bir set çekmişti. Kerkük’te ilkokul, ortaokul, liselerde yapılan, okulların Talebe Birliği seçimlerinde bütün sandalyeleri Türkmenler kazanınca hükûmet çevrelerini bir telaş sardı. Hâliyle bütün okulların Talebe Birliği başkanlarının yanında Genel Başkanda Türkmenler arasından seçilmişti. Arkasından Öğretmenler Sendikası seçimleri geldi ve bu seçimlerde bütün Irak vilâyetlerinde komünistlerin listeleri kazanmışken sadece iki vilâyet direnmiş ve komünizme teslim olmamıştı: Kerkük ve Ramadi.
Kerkük’te etnik yapının değiştirilmesi ümidini güden güçler, Bağdat’taki merkezi idareye türlü itham ve isnatlar ulaştırmaya devam ediyordu. Bu anlamda Türkmenlerin ileri gelenlerinin evlerine baskınlar düzenleyerek, sözde ruhsatsız silahları aramak üzere bir teftiş kurulu gönderilirdi. Aranan evlerden ilk üçü Türkmen İbrahim Nefçi, Emekli Albay Ata Hayrullah, Emekli Doktor Albay İhsan Hayrullah ve antikomünist Asurî bir General olan Slimon Hoşaba’nın evleri idi.
Musul’da 1959’da General Şevvaf’ın ayaklanmasından sonra Kerkük’te ikinci tümen komutanı olan General Nazım Tabakçalı görevinden alınmış, yerine komünist guruplara yakınlığıyla tanınan General Davut Cenabi atandı. Cenabi, Kerkük’e ayak basar basmaz Türkçe yayınlanan gazetelerin çıkışını yasakladı. Böylece Beşir, Afak, belediyenin Türkçe olarak yayınladığı Kerkük gazetesinin yayınına son verildi. Bu gazetelerin başyazarlarını ve idarecileri ile onlarca avukat, doktor ve iş adamının sürgüne gönderilmesi ve güney vilâyetlerinde göz hapsinde tutulmaları kararlaştırıldı.
Bu plan uygulandıktan sonra Cenabi’nin özel emriyle sadece Türkmenlere ait konut ve iş yerlerine baskınlar düzenlenerek silah araması yapıldı. En ufak bir silah parçasının bulunduğu evlerin reisleri hemen tutuklanarak sürgüne veya hapse gönderildi. Böylece Türkmenlerin tamamen silahtan arındırılmaları ve kendilerini savunacak en ufak bir imkâna sâhip olmamaları temin edildi.
1959 Haziran’ında komünist dalgası biraz geriler gibi oldu; daha doğrusu insanlara böyle geldi. Bu kapsamda Kerkük’ten sürgüne gönderilen Türkmenler geri gelmeye başladılar. Bâzı parti yayınları ve gizli bildirileri Türkmenlerin ve Arapların kışkırtılmalarını açıkça istemekteydi. Bu bildiri ve yayınların bir bölümü emniyet müdürlüklerinin eline de geçmekte gecikmedi. Bunlar gereken raporlar eşliğinde Başbakan Abdülkerim Kâsım ve General Askerî Hâkime iletildiyse de göz ardı edilip üzerinde durulmadı.
14 Temmuz 1959’da darbenin birinci yıldönümü kutlama hazırlıkları yapılıyordu. Türkmenlerin bürokrat ve meslek sendikaları mensuplarından olan doktorlar, avukatlar, memurlar ve işçiler bir hazırlık komitesinin düzenlediği resmî geçide katılacaktı. Şehrin etnik konumu dolayısıyla bu resmî geçide katılanların çoğunluğu Türkmenlerden oluşuyordu.(5) Şehit Nejdet Koçak’ın kaleminden okuyalım: “O günler 14 Temmuz 1958 ihtilâlinin seneyi devresi arifesidir. Irak’ın her yerinde bayram hazırlıkları yapılıyor. Bu kutlamaya Türkler kalben istemedikleri hâlde ihtilâle karşı gösterilerek yeni bir teröre vesile olmasın diye katılıyorlar.” Ve devam ediyor, “Bütün bu merâsim içinde gayri tabiî olan tek şey var. Kürtler postalar hâlinde kamyonlara dolmuş, ellerinde ipler, sopalar, taşlar ve silahlar olduğu hâlde şehri dolaşıp Türkleri tehdit ediyorlar ve hakaret ediyorlar. Yer yer hâdiseler patlak veriyor.”
Tam bu zamanlamada, resmî yürüyüşün öncüleri 14 Temmuz Kahvesinin önüne gelmişti ki bir el ateş edildi. Ardından otomatik silahların ateş kustuğu duyuldu. Ve sonradan, plânlandığı sâbit olduğu üzere, ellerinde döviz taşıyanların bir kısmı dövizleri yere attıktan sonra, otomatik silahlarını çıkararak ateş etmeye başladılar. İlk beş dakika içinde 14 Temmuz Kahvesi basıldı. O arada olup bitenlerden habersiz, kutlamalara katılanlara su ve içecek dağıtan kahve sâhibi, Kerkük’ün asil evlâtlarından olan Osman Hıdır hunharca katledildi.
Bir de Nejdet Koçak’tan dinleyelim: “Bir kamyon komünist, bir Türk kahvesini basıp içerdekilere ateş ediyor, ilk şehit veriliyor; Kahveci Osman. Hınçlarını tatmin edemiyorlar, şehidimizi bir arabanın arkasına bağlayıp caddelerde sürüklüyorlar. Derhal sokağa çıkma yasağı konuluyor, tabiî sadece Türkler için. Zîra, Kürtler silahlı olarak ellerini kollarını sallayarak, hatta hükûmet kuvvetlerinden yardım ve teşvik görerek katliamlarına devam ediyorlar. Sokakta yakaladıkları bütün Türkleri vahşî bir tarzda, barbarca öldürüyorlar. İşkence ediyorlar, direklere asıyorlar, açtıkları çukurlara diri diri gömüyorlar. İki bacağından iki ayrı arabaya bağlayıp parçalıyorlar. Sokakları temizleyince(!) daha önce hazırladıkları listelere göre Türk ileri gelenlerini ‘Askerî merkezden çağırıldıkları’ bahânesiyle evlerinden çıkarıp karargâha götürmeden hemen orada öldürüp vahşîce parçalıyorlar. Bu arada Türklere ait bütün dükkânlar tahrip ve yağma ediliyor. Bütün bunlardan sonra zaten hızlarını almış ve yapacağını yapmış olan Kürtlere sözüm ona hükûmet kuvvetleri müdâhale ediyor ve katliam durduruluyor.
Bu insanlar bir çırpıda yok olup gittiler. Geriye kalanlar ise kalbi kırılmış, gururu incinmiş, yalnız ve kimsesiz bir millet olduğunu öğrenmiş, ana vatana kırılmış ama Türklüğe iman ve inancı bir kat daha artmış ve her şeyi kendisinin yapmak mecbûriyetinde olduğunu kesinlikle anlamış.”
Mahût katliamda öldürülen Kerkük Türkleri
1-Emekli Albay Ata Hayrullah
2-Emekli Albay Dr. İhsan Hayrullah
3-Kâsım Neftçi
4-Selahattin Avcı
5-Mehmet Avcı
6-Cahit Fahrettin
7-Osman Hıdır
8-Emel Fuat
9-Cihat Fuat Muhtar
10-Nihat Fuat Muhtar
11-Nurettin Aziz
12-Abdullah Beyatlı
13-İbrahim Ramazan
14-Abdulhalik İsmail
15-Hasip Ali
16-Cuma Kanber
17-Kâzım Abbas Bektaş
18-Şakir Zeynel
19-Hacı Necim Mehmet
20-Enver Abbas
21-Adil Abdulhamit
22-Züheyr İzzet
23-Fethullah Yunus
24-Kemal Abdulsamet
25-Seyit Gani Nakip
Her birinin rûhu şâd olsun. Tanrı Türkü Korusun.
KAYNAKÇA
(1) Gökbörü. 14 Temmuz 1959 Kerkük Katliamı ve Irak Türkmenleri’nin Durumu. Yeni Ufuk Dergisi. Mayıs 2015.
(2) Yıldız, Betül Aybike. Nefesten Sese, Sesten Kültüre. Yeni Ufuk Dergisi. Nisan 2022.
(3) Fahrettin Ergüç: Kerkük Zindanı
(4) Koçak, Necdet. Kerkük Katliamı. Kerkük Vakfı. İstanbul. 2007.
(5) Hürmüzlü, Erşat. Türkmenlerin Siyasî Mücadelesi. Kerkük Vakfı. İstanbul. 2003.
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.