Târih, hep zaferlerle, hep güzel işlerle anılmıyor. Hatâlar, mağlûbiyetler, sıkıntılar da târihe dâhildir. 30 Ağustos Zaferi’ne giden yoldaki hatâları, sıkıntıları, yanlışları görmeden sâdece bir zafere odaklanmak belki de yaptığımız en büyük yanlışlarından bir tânesidir. Elbette zaferle gurur duyalım ama Türk milletini bîçâre duruma düşüren hatâlardan da ders alalım.

1919 yılında işgâle başlandı Anadolu’nun her yerinde. Sırtlan gibi pusuda bekliyorlarmış zâten. Aslında bilirmişiz onların pusuda olduğunu da içimizdeki korkaklar yüzünden sesimizi çıkaramaz hâldeymişiz gibi gelir bana!

Hâlide Edip ne de güzel anlatır o günleri Türk’ün Ateşle İmtihânı kitabında. Aslına bakarsanız tek başına kitabın ismi bile yeterli bir şeylerin anlaşılması için. O kitapta da bahsedildiği gibi Îtilâf donanması İstanbul’a, İngilizler; Urfa, Maraş, Samsun’a, Fransızlar Adana’ya, İtalyanlar Antalya’ya gelip âdeta bizi paylaşmışlardı. Nasıl olsa batan geminin mallarıydı! Nasıl olsa tereyağından kıl çeker gibi her şey basit olacaktı! Nasıl olsa Türk’ü boğazından tutup yakalamışlardı. Nefes alıp aldırmamaları kendi elindeydi. Kim karşı koyabilirdi ki bu medeniyet timsâllerine!

Ağabeyleri durur da küçük ortak damlamaz mı? 15 Mayıs 1919 günü, Îtilâf devletinden aldığı izinle Yunan ordusu da çıkarma yaptı İzmir’e. İşte tam da o günlerde oldu ne olduysa. Yeter dedi Türkler. Yetti artık bu acımasızlık, tecâvüzler, aşağılanma…

Mustafa Kemal tam o günlerde çıktı Samsun’a. İnandırmak istiyordu milletini zafere. Adım adım giderek sonunda kazanacağını düşünüyordu. Milletine güveniyordu çünkü. Türk milleti utandırmazdı insanı…

Adım adım gitti Anadolu topraklarını kurtarmak için. Bâzen anlaşmalarla bâzen savaş tehdidiyle birçok yerde önemli kazanımlar elde etti. İş Batı cephesinde sıkışmıştı. Gerekli hazırlıklar yapıldı ve tüm gücüyle Batı Cephesi’ne aktı Mustafa Kemal’in ordusu.

Kurtuluş Savaşımızın dönüm noktalarından biri olan Sakarya Meydan Muhârebesi tam yirmi iki gün sürdü. Kanlı çarpışmaların biri bitiyor biri başlıyordu. Yunan taârruzu karşısında bir ve berâber olan Mustafa Kemal liderliğindeki Türk milleti, büyük ölçüde başarı sağlamıştı.

Artık son bir adım kalmıştı. Başkomutan Mustafa Kemal, belki de hayâlini kurduğu günlerin geldiğini hissediyordu. Samsun’a çıktığı günden bu yana katettikleri mesâfe inanılmazdı ve artık Türk milleti son sözünü, elindeki son kurşunuyla söylemeliydi.

Tüm hazırlıklar düşmanın Türk topraklarından ilelebet atılması içindi artık. Kocatepe’de Başkomutan Mustafa Kemal, yanında İsmet Paşa ve Fevzi Çakmak ile önlerindeki ovaya bakıyorlardı. Burası birilerine cehennem olacaktı az sonra! Ve topçu ateşi başladı.

Taârruzun ilk gününde 1. Ordu birlikleri, Büyük Kaleciktepe ile Çiğiltepe arasındaki on beş kilometrelik alanı ele geçirirken süvâriler de düşman arkasına sarkarak ulaşımı kesmeye muktedir oluyordu.

Her şey Türk milletinin istediği gibi gidiyordu. Anadolu’dan parça parça atılan düşman direnmeye çalışıyor ancak ne ulaşım konusunda ne de lojistik anlamında başarı sağlayabiliyordu. Kaybetme psikolojisi giderek ağır basıyordu. Türk komutanlar ise bir tepenin alınması yarım saat gecikti diye intihar ediyordu!

57’nci Tümen Komutanı Albay Reşat Bey, 27 Ağustos’ta Çiğiltepe’nin alınmasının yarım saat gecikmesi üzerine, Başkomutan Mustafa Kemal ile telefonda görüşerek “Verdiğim sözü yerine getiremedim” diyerek üzüntüsünü bildirir. Mustafa Kemal kendisine inandığını söylese de tepeyi ele geçirmeyi daha sonraki yarım saatte de başaramayan Reşat Bey geride şu notu bırakarak intihar eder: “Yarım saat zarfında o mevkiyi almaya size söz verdiğim hâlde, sözümü yapamamış olduğumdan dolayı yaşayamam.” Böylesine adanmışlık rûhuyla hareket eden Türk’ün karşısında hangi güç durabilirdi ki…

Türk ordusu, 27 Ağustos sabahı bütün cephelerde yeniden taârruza geçti ve aynı gün Afyonkarahisar, 8’inci Tümen tarafından düşman işgalinden kurtarıldı. 28 ve 29 Ağustos’ta başarıyla sürdürülen taârruz, düşmanın 5’inci tümeninin etkisiz kılınmasıyla netîcelendi.

Artık zaferin ayak sesleri duyuluyordu. 30 Ağustos günü son taârruz yapılıp kesin sonuç alınacaktı. Başkomutan Mustafa Kemal, Kütahya’ya bağlı Çalköy’e gelerek taârruz emrini buradan verdi. Her anlamda bizzat yönettiği savaşta Yunan birliklerini Allıören, Keçiler, Kızıltaş yolunda sararak etkisiz hâle getirdi. Çalköy’de bir evin bahçesinde kırık kağnının üzerine bölgenin haritasını açan Mustafa Kemal, Fevzi ve İsmet Paşa ile durum değerlendirmesi yaparak Yunan’ın İzmir’den de atılması görüşünde birleşti. Daha Yunan savunma düzenine geçmeden İzmir’e girilmeliydi.

Kırık kağnı bir mecaz değil. Yokluk içindeki orduyu anlatan parçalardan bir tânesi. Atılacak kurşunun, topun hesaplandığı günlerde, Başkomutan savaşı kırık kağnının üzerine açtığı haritadan kontrol ediyordu.

Mustafa Kemal Paşa, muhteşem bir zafer elde edildiğinin farkındaydı ancak henüz son nokta koyulmamıştı. 1 Eylül’de tüm askerlere yönelik hazırlatılan bildiri yeni hedefi açıklıyordu:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi orduları, Afyonkarahisar-Dumlupınar Büyük Meydan Muhârebesi’nde, zâlim ve mağrur bir ordunun temel varlığını inanılmayacak kadar az bir zamânda yok ettiniz. Büyük ve seçkin milletimizin fedâkârlıklarına lâyık olduğunuzu kanıtladınız. Sâhibimiz olan büyük Türk milleti, geleceğine güvenmekte haklıdır. Savaş alanlarındaki başarı ve fedâkârlıklarınızı yakından görüp izliyorum. Milletimizin size olan övgülerinin iletilmesine aracılık etme görevinin arkasını bırakmayacak, sürekli olarak yerine getireceğim. Ödüllendirme için Başkumandanlığa öneride bulunulmasını, Cephe Kumandanlığına buyurdum. Bütün arkadaşlarımın, Anadolu’da daha başka meydan muhârebeleri de verileceğini göz önünde bulundurarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü ve yurtseverliğinin kaynaklarını kullanarak, yarışmayı bütün gücüyle sürdürmesini talep ederim. Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!”

Başkomutandan emri alan Türk askeri artık durdurulamayan bir sel gibi İzmir’e akıyordu. 9 Eylül’de Türk askeri İzmir’deydi. Yunan ise köyleri yaka yaka arkasına bile bakmadan kaçıyordu. Türk, yeniden târih sahnesindeki asıl yerini alıyordu. Başkomutan Mustafa Kemal, bu zaferin Türk milleti için önemini daha sonra şu şekilde anlatacaktı:

“Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Savaşı ve onun son parçası olan 30 Ağustos Zaferi, Türk târihinin en önemli dönüm noktasıdır. Millî târihimiz çok büyük, çok parlak zaferlerle doludur ama Türk milletinin burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu, yalnız bizim târihimize değil dünya târihine yeni bir adım vermekte kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum. Besbellidir ki yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı, ölümsüz yaşayışı burada taçlandırıldı. Bu alanda akan Türk kanları, bu göklerde uçuşan şehit ruhları, devletimizin, cumhuriyetimizin ölümsüz koruyucularıdır. Türk milleti burada kazandığı zaferle, açığa vurduğu gücü ve istemiyle, bu belli gerçeği bir kere daha târihin bağrına çelik kalemle koymuş bulunuyor.”

Bu zaferin üzerinden 100 yıl geçti. Mustafa Kemal Atatürk’ün ifâdesiyle “Türk târihinin dönüm noktası” olan bu zaferi hep berâber yaşamaya, yaşatmaya devam etmeliyiz. Çocuklarımıza, gençlerimize ve aslında topyekûn tüm insanlara sâdece savaştan ibâret olmayan bu zaferin ne anlama geldiğini anlatmalıyız. Ve sanatta, bilimde, sporda yepyeni zaferlerle bu zaferi perçinlemek için tüm benliğimizle hareket etmeliyiz.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.