Kültür kelimesi, “Genel olarak bir grup tarafından paylaşılan hayat tarzıdır.” şeklinde ifâde edilir. Genellikle bir toplumu bir araya getiren bilgi, değer ve inançları kapsar. Dil, edebiyat, sanat eserleri ve düşünme, hissetme gibi davranış biçimleri toplumla paylaşılan bilgiyle alâkalıdır. Kültür, toplum üyelerinin nesne ve fikirlerinde çıkarım yapmasını sağlar; toplum içinde insanların kendilerini ne şekilde ifâde ettiklerini gösterir. Ancak kabul etmek lâzımdır ki mesele dışarıdan göründüğü kadar basit değildir. Öyle olsaydı dünyânın her yerinde, tüm coğrafyaların şartlarına uygun yaşam tarzı belirlenip tüm toplumlarda aynı sistem, aynı düzen uygulandığı bir kânun kabul edilirdi. Kültür, belirli toplumda yaşayan insanların; dilini, dînini, yiyip içmesini, bilgi, görgü kuralları, mânevî değerleri gibi sosyal durumlarını içine alır. “Kültür; bir milletin kendine ait dil, âhenk, hukuk, din, estetik, ekonomi, bilim ve düşünce hayatının uyumlu bütünüdür.” Kültür; bir Hintliyi bir Türk’ten ayıran, insanın kendisini ifâde edebilmesini sağlayan; kendine, yaşadığı yere olan gurûrunu hissettiren unsurları bir araya getirendir.

Toplum, ortak bir toprak parçası üzerinde, doğayla iş birliği içinde olan, ortak bir kültürü paylaşan insanların oluşturdukları örgütlü birliktelik olarak tanımlanabilir. İnsan toplumdan ayrı, toplum da insandan ayrı düşünülemez. Kültürü de insanlar var eder. İnsanlar mensup olduğu toplumun millî unsurlarıyla, davranışlarıyla, kendi toplumunun unsurlarını farklı toplumlara aktarır. İşte bu noktada kültür devreye girer, kültür aktarılır. Kültür bir sonraki nesille ondan sonraki nesille sürekli bir aktarım hâlindedir. Kültür, insandan insana aktarıldığı gibi her insan da kendi toplumundaki insanlarla bir kültür paylaşır. Bu paylaşımı yaparken birtakım kural ve beklentileri belirler ve bu doğrultuda kültür gelişir, değişime uğrar, bu değişimler doğrultusunda bir gelişim elde eder. Kültürü bir dilenciye benzetebilirim. Evet, bir dilenci! Neden? Çünkü her toplumun dilencisi hitap ettiği topluma göre bir şekle bürünür. Giydiği kıyafet, elinde tutuğu para toplama âleti… Her toplumda farklı şekillerde dilenci görebiliriz. Dilenci bulunduğu toplumda hitap ettiği değerin ve o toplumun ona para, eşya vb. ihtiyâcı ne ise vermeye itecek duyguların farkındadır. Daha kolay anlaşılması için şöyle ifâde edebilirim: Avrupa’da dilenci, üflemeli veya telli müzik âleti ve eski-parçalanmış bir takım elbiseyle dilenir. Türkiye’de ise elinde beş altı aylık bebekli bir kadın çöp kenarında ellerini açarak dilenmektedir. Yâni toplumda meydana gelen birtakım olgular, olaylar, kültür unsurları, kültür atıfları içinde vukû bulmaktadır. Demek istediğim şu ki kültür her toplumda değişiyor, her toplumda farklı şekillerde ama aynı işaretlerle karşımıza çıkıyor. Sonuçta amacı aynıdır.

Kültürün amacı ne? Kültür neden her toplumda farklılık gösterir? Kültür aktarılır mı? Evet. Kültür değişir mi? Evet. Kültür paylaşılır mı? Evet. Ama neden? Kültür bize bir şeyler mi anlatır? Ama nasıl? Kültür kime ne anlatır? Kültür nerededir? İnsan bulunduğu ülkeden başka ülkeye gittiğinde birtakım farklılıklarla karşılaşabilir. Yemek yeme tarzı, selamlaşma şekli, konuşma üslûbu vb. örnekler hepsi kültürü temsil eder. İnsanlar da gittikleri ülkelere kendi toplumunda öğrendikleri davranışlarını götürürler. Sâdece bavul götürmezler. Türkiye’de yaşayan biri Japonya’ya gittiğinde tanıştığı Japon’a el uzatsa ve tokalaşmak istese Japon karşısındaki kişiye boyun eğerek selam verir ve karşısındakinin statüsüne göre daha çok eğilme gereksinimi duyar. Japonlar yemeği çatal kaşıkla yemezler, “waribashi” adı verdikleri iki tane çubuk ile yemek yerler. Peki, bu farklılıklara sebep olan şey ne? Dünyâdaki tüm toplumları bu kadar farklılaşmaya iten sebeplerden biri kültürün anlaşılması mı? Toplumlar farklı coğrafyalarda, farklı iklim şartlarına, farklı târihlere sâhip ve bu farklılıkların meydana getirdiği hayatlara sâhiptir. Peki, insanlar bu farklılıklara nasıl sâhip çıkmaktadır? Bu farklılıklar benimseniyor mu? İşte kültürün sebepleri ve sonuçlarının içinde olduğu bu sorulara cevap aramaktayım. Yâni kültürün farklılaştığında ortaya çıktığı düşünülen olumsuz örnekleri değil de insanın yüzünde gülümseme, göğsünde oluşturduğu o gurûru, o iftihârı toplumlarda görmek istiyorum.

Toplumlar kültür aktarımını dayanışmayla, birliktelikle sağlayabilmektedirler. Dayanışma, bir toplumu oluşturan bireylerin; duygu, düşünce ve çıkar birliğiyle birbirlerine karşılıklı olarak bağlanmaları ve her konuda birbirlerine destek olmalarıdır. Durkheim Ahlak ve Toplum kitabında: “Milleti millet yapan orada ya da burada tesâdüfen dünyâya gelen, aniden kaybolabilecek bir ya da iki büyük insan değil, vatandaş kitlelerinin tamamıdır.” ifâdelerini kullanmıştır. Bir toplumda eğer o topluma âit bir kültür söz konusu ise ve o kültür dünyânın her yerinde o topluma atfediliyorsa bu; o toplumun dayanışma ve birlikte olabilme, birlikte hareket edebilme kâbiliyetine sâhip olması, kültürün doğru bir şekilde aktarılmasının sonucudur. Bir insan ona öğretilen şeyi, ona gösterilen şekilde yapabiliyor ve bir sonrakine gösterebiliyorsa sâhip olduğu toplumun târihini, milletini ve en önemlisi toplumunun insanını bilmektedir. Bilinç, insanı, insanını ve insanları bilmek noktasında bizlere yardım eder ve yönlendirir. İnsan bu yönlendirmeyi sâdece bilinç sâyesinde değil, kendisine aktarılan kültür sâyesinde de kolay şekilde ulaşabilir.

Peki, Kültür değişimi nasıl olmaktadır? Toplumun gelişim gösterdiğinin göstergesi sâdece bu değişimler mi? Sâhip olunan toplumun kültürünün değişimi sembollerin, inançların, dilin, ahlâkından, değişiminden farklı bir boyuttadır. Bir toplumun bayrağını, marşını değiştirerek veya dilini değiştirerek o toplumu geliştiremeyiz. Değer yargılarını, ahlâkî tutumlarını küçümseyerek veya yok sayarak ilerletemeyiz. Kültür değişiminden kasıt eski bir binâyı yıkarak dünyâda bulunan en iyi binâyı, yıkılan binânın yerine yapılması değildir. Binâ, doğal afetlerle yıkılacak durumdaysa yıkarız ama dünyâda bulunan en iyi binâyı oraya tekrardan inşâ etmek yerine ilk önce gözlem… Binânın bulunduğu toprakların yapısını, iklimini tespit etmek gerekir. İş kültür olunca; toplumu, iklim şartlarını, sâhip olunan millî unsurların farkına varabilmelidir. İnşâ etmek için elinde bulunan ve üretebileceğin en iyi malzemeyi îcat etmeli yâni değerlerde bir sıkıntı varsa yaralı olan iyi olanı bulmalı, sonra binâyı inşâa edecek olan ustalar bulunmalıdır. Kültürü aktaran kişi kim olmalı? (İmamlar, öğretmenler, anne, baba…) yâni kast ettiğim şu ki değişim bir anda olan meydana gelen bir olgu değildir. Adım adım gerçekleşecektir.

Bir anda olan binâ prefabriktir. İnsan doğduğu ilk andan îtibâren bir şuurun içinde kendini bilen, farkında olan bir millette doğduğunu hissetmesi ahlâkî değerlerini benimsemesinde ona öğretilen, ona aktarılmış olan bu kültürü uygulamada yanlış anlaşılmayı en aza indirebilir. Sâdece şuurlu bir toplum yeterli değildir. Târihine hâkim, milletini bilen, millî unsurlarını fark etmiş yâni kör olmayan kişiler yetiştirmek ve onlara aktarmaktır mesele. Çünkü insan doğmuş olduğunda zaten var olan bir kültür söz konusu olsa da kültür de bizlere, topluma uyum sağlar. Yâni kültür günlük yaşamın arka planındadır. Kültürün uyum sağlaması şöyle söz konusu olabilir: Toplumdaki değişmeler, ilerlemelerle örf ve âdetlerin uygulanmasında diğer dönemlere kıyasla farklılıklar meydana getirir. Bu farklılıklar sâhip çıkılması, muhâfaza edilmesi gereken olgulardır. Toplumdan topluma farklılık gösteren kültür, yabancı kültürleri de berâberinde getirdiğinden insan, toplum menfaatini bilip toplumuna olan sorumluluklarının farkında olarak âit olunan kültürün değişimine, gelişimine sâhip çıkar ve yönlendirir.

İnsan, aslında kültüründen bağımsız değildir. Sabit bir insan doğası kabul edilemez. İnsanın ne olduğu aslında insanın nerede olduğuyla; kim olduğu ve nelere inandığıyla çok yakından bağlantılı olduğu için bütün bu sorulardan ayrı tutulamaz bir nitelik taşımaktadır.

Toplumların uyum sağladıkları, aktardıkları, geliştirdikleri bu şey o topluma has olması kültürün olmazsa olmaz özeliklerindendir. Birbiriyle karşılaştırılan iki toplum arasındaki esas farkı görebilmek, benimsemek, bilmek için kültür unsurlarına vâkıf olmak gerekmektedir. İnsanın doğduğu coğrafyaya uygun değer yargıları, ahlâkî kurallar, inanç sistemi belirlemesi olağandır. Bunları en doğru şekilde diğer toplumlara göstermek, yansıtmak, kişinin bulunduğu toplumun bir millete sâhip olduğunu hissettirmek insanın sorumluluğundadır. Toplum ve insan etkileşim hâlindedir. Kültür, bu etkileşimi sağlayan faktörlerdendir. İnsan; topluma, toplum etkileşimlere, etkileşim değişimlere, değişimler gelişimlere, gelişmeler de en temelde kültüre bağlıdır. İnsan bu noktada kültürüne sâhip çıkar çünkü kültür insanı anlatır. İnsan sorumluluk sâhibi de olduğunun farkındadır çünkü bir kültürün içinde var olan insandır.

İnsan değerlidir, insan şeylere anlam yükler, gelişen değişen her şeyin merkezindedir. Kültür, insanı insan yapan bu unsurlara da anlam kazandırandır. Toplum insansız düşünülemediği gibi kültür de insansız düşünülemez. Kültürünü yerin dibine sokacak olan da insan, göklere çıkaracak olan da insandır. Sâhip çıkılan, atıflar yapılan, benimsenen toplumun her unsuru, insan ve kültürle bağılıdır. Biz eğer bugün târihimize, milletimize, bulunduğumuz coğrafyanın millî unsurlarına, ahlâkî değerlerine, inancına, sembollerine hâkim isek ve bunu en iyi şekilde diğer toplumlara yansıtıp milletimizin değerlerini koruyabiliyorsak işte o zaman insan olan bizler daha değerliyiz.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.