Kırımlı İsmail Bey’in, ilk fikir ve yazı teşebbüslerinden îtibâren, görüş ufkunun Kırım’la sınırlı olmadığı derhâl göze çarpar: Rusça yazıp, Kırım’ın idâre merkezi Akmescit şehrinde çıkan Tavrida gazetesinde tefrika olarak yayınladığı makâlelerin bütününe “Ruskoe Musulmanstvo -Rusya Müslümanlığı” unvanını vermiştir. 1881 yılında yayınlanan bu makâlelerin konusunu yalnız Kırım’da yaşayan Müslümanlar değil, bütün Rusya’da oturan Müslümanlar meydana getirir. Aynı yılda, yine Akmescit’te taş basmasıyla basılan Türkçe Tonguç (İlk Çocuk) gazetesinde; gerek dil, gerek konu îtibâriyle yalnız Rusya’da oturan Müslümanları değil, biraz kapalı bir şekilde bütün dünyâda Türkçe konuşan Müslümanları, yâni Bütün Türkleri göz önünde bulundurur ve besmele ile bu gazetede Türk-Tatarların “dilde birliği” meselesini ortaya atar. Fiilen her tarafta anlaşılabilecek bir “Türkî dili” ile yazar; yâni dil ve edebiyat sâhasında fiilen Bütün Türkçülük’e[1] başlar.

İsmail Bey’in tercüme-i hâlini(biyografisini), Türklük fikriyle, Türklük hareketiyle ilgilenenlerin hepsi az çok bilirler sanıyorum. Bu yönden hayat ve faaliyetinin yalnız birkaç esaslı merhâlesini hatırlatmakla yetineceğim:

1841’de doğan İsmail Bey, fevkalâde yaratılmış adamlardandır; Türklüğe büyük hizmetini, en çok yaradılışına borçludur. Düzenli öğrenim devresi, bir iki yıl elifba ve Kur’an okumaktan, sonra Moskova Askerî Îdâdîsi’nde dört-beş yıl Rusça tâlî dersleri tâkip etmekten ibârettir. Millî duyguyu ve millî şuûru, ilk önce, Rus askerî îdâdîsinde iken duyar. Ve buna sevk eden, pazar günleri evlerinde misâfir bulunduğu milliyetçi bir Rus âilesinde geçen sohbetlerde, pan-İslâvistlerin ileri gelenlerinden Katkov’un Girit ihtilâli dolayısıyla Türkler aleyhine yazdığı makâleler olmuştur. Bu sırada İsmail Bey, 14-15 yaşlarında idi. Mihail Katkov’un Moskova gazetesinde Türk ve Müslümanlar aleyhine yazdığı heyecanlı makâleler, genç ve ateşli İsmail Bey’i o kadar coşturdu ki sonunda 1867 yılı yazında, Girit’teki Türklere, dört beş yıllık askerî îdâdîde öğrendiği bilgilerle yardım etmek için Girit’e gitmeye karar verdi. Bir arkadaşıyla (Mustafa Mirza Davidoviç) yola çıktılar. Fakat Odesa’da pasaportsuz vapura binmek üzere iken jandarmalar tarafından yakalanarak ana babalarına iâde olundular…

Bu mâceradan sonra İsmail Bey bir daha Moskova’ ya, askerî îdâdîye dönmedi; Kırım’da kaldı. Ve Bahçesaray’ın Mengli Giray Han’dan kalma eski Zincirli Medresesi’ne Rusça öğretmeni oldu. Kırım’da öğretmenliği 1871 yılına kadar devam eder. Bu sırada İsmail Bey’in tekrar İstanbul’a gitmek ve orada Türk subay ve memuru olmak hevesi kabarır. Zâten akrabasından biri İstanbul’da memurdur. İsmail Bey, İstanbul’da iyi bir memur olabilmek için Fransızca bilmenin gerekli olduğuna kânidir. Bundan dolayı İstanbul’a Paris yoluyla gitmeyi, yâni Paris’te bir müddet kalıp Fransızcayı adamakıllı öğrendikten sonra İstanbul’a gelmeyi aklında kurar ve 1872 yılı sonbaharında Paris’e gider. Orada iki yıl kadar kalır. İsmail Bey’in Paris’ten en büyük istifâdesi, Batı medenî hayâtını, olduğu gibi, güzellik ve çirkinlikleriyle, iyilik ve kötülükleriyle öğrenmek; bu hayâtın bin türlü engelleri ve zorluklarıyla, cenkleşe cenkleşe yaşamak oldu… Doğu’dan gelen bir yabancı için değil, yerliler için bile gâyet karışık ve çetin olan Paris hayâtında, henüz yirmi bir yaşında bulunan İsmail Bey, yapayalnız, sırf kendi gücüyle iki yıl yaşayabilmiştir. O zamanlar Paris’te bulunan Genç Osmanlılarla tanıştığına dâir, elde kesin bilgiler yoktur.

1874’te İstanbul’a geldi. Artık Türkçe ve Rusçadan başka Fransızca da bilmekteydi. Osmanlı hükûmetinden memuriyet ister. Bir aralık harbiye mektebinde, Rusça öğretmenliğine tayin edecek olurlar fakat işi uzar. Bir yıl kadar İstanbul’da didindikten sonra nihâyet yine Kırım’a döner… İsmail Bey bu bir yıl içinde, İstanbul’un resmî dâirelerini çok dolaştı, âmirler ve memurlarla iyice tanıştı. Osmanlı matbuâtını düzenli tâkip etti, Osmanlı devletinin iç yönetim usullerini, devletlerarası durumunu öğrendi; kısacası İstanbul’u, Türkiye’yi ve bunları idâre edenleri, hayattan görmüş ve incelemiş oldu.

İsmail Bey’in ilk yazarlığı İstanbul’da başlar: Moskova ve Petersburg’un bâzı Rus gazetelerine İstanbul’dan yazdığı Doğulu renklerle süslü yarı gerçek, yarı hayâlî mektupları, o gazetelerde basılıp çıkar.

Kırım’a döndükten sonra dört yıl kadar belirli bir işle uğraşmadan özellikle millettaşlarının çeşitli tabakalarının hayat ve durumlarını incelemekle vakit geçirdi ve 1878’de Bahçesaray şehrine belediye başkanı seçildi.

Belediye başkanı olunca, 1879 yılında, Türkçe bir gazete çıkarmak için izin isteyerek ilgili makâma bir dilekçe verdi. Bütün Rusya’da, evvelce çıkıp kapanmış Ekinci ile topallaya topallaya henüz devam eden Ziya ve Keşkül’den başka Türkçe gazete çıkmış değildi. İsmail Bey’in dilekçesine ret cevabı geldi. Bir taraftan gazeteye izin almak işiyle uğraşırken, diğer taraftan, yukarıda bahsettiğimiz Rusya Müslümanlığı makâlelerini Rusça yazıp yayınlamıştır. Bu makâleler, Gaspıralı’nın, o zamanda, yâni 1881 yılında taşıdığı düşünceleri, kendi kendine ortaya koyduğu meseleleri, ulaştığı kararları açık bildirdiği gibi gelecekteki düşünce hayâtının da bir çeşit programı mâhiyetindedir. Bu yönden İsmail Bey’i anlamak için bütünü 45 sâhifelik bir risâle meydana getiren bu küçük eser, büyük değere sâhip bir belgedir.

Bu eserden açıkça anlıyoruz ki İsmail Bey bir milliyetçidir. İsmail Bey mensup olduğu milleti, yalnız Kırımlılar olarak almıyor; “Türk-Tatar” adıyla anılan kavimlerin bütününü kendi milliyeti sayıyor. Bu yönden İsmail Bey’i bu andan îtibâren “Bütün Türkçü” saymakta hatâ yoktur.

Rusya Müslümanlarının, milliyetçilik açısından gâyet önemli bir durumunu görür ve bu münâsebetle yine aynı önemde bir meseleyi ortaya koyar: “Asya ve Avrupa’nın bir kısmında oturan büyük bir millet, Türk-Tatar milleti var. Bu millet, parça parça, dağınık, zayıf… Bu millet diğer milletlere oranla; ilim ve mârifetçe, servet ve medeniyetçe pek geride kalmıştır. Böyle devam ederse, yaşama kavgası tabiî kânunu gereğince mahvolacak (Hatırlıyorsunuz ki, bu fikir Zerdabi’de vardı), başka milletler tarafından yutulacak… (İşte bu durum müşâhedesinden asıl mesele doğuyor) Türk-Tatarların bu zaafına, böyle geride kalışına sebep ne? Türk-Tatar milletini mahvdan kurtarmak için ne yapmalı?”

İşte bu önemli mesele, İsmail Bey’in düşünce ve iş hayâtında ölünceye kadar geçerli kalacak, adı geçen bütün hayâtınca bu iki meseleye cevap vermekle uğraşacaktır. İsmail Bey’in düşünce târihi, bu büyük meseleye değişik zamanlarda bulup verdiği cevapların târihidir; İsmail Bey’in emellerinin târihi, (özel hayâtı normal olarak konumuzun dışındadır) bulduğu cevapları hayâta geçirmek için uğraşmasının, didişmesinin târihidir.

Bu meselenin ilk çözüm şekli “Rusya Müslümanlığı” risâlesinde görülür. Bizce asıl öneme sâhip olan Türklük görüşü açısından İsmail Bey’in bulduğu esaslı noktalar şunlardır:

Türk-Tatarlar, kendi mektep ve medreselerinde kendi dilleriyle Avrupa ilimlerini ve eğitimini, sanat tekniğini öğrenmelidirler. Yalnız mektep ve medreselerle yetinilmeyerek, kendi dillerinde kitaplar, risâleler, mecmualar ve gazeteler yazılıp yayınlanmalıdır. Kısacası millî bir Türk-Tatar edebiyatı, geniş anlamıyla, vücûda gelmelidir. Gaspıralı, Rusya Müslümanlığı makâlesini Rusları ürkütmemek için, çok ustalıkla yazmak istemişse de bâzı Rus münekkitleri, bu eserde bütün Müslüman Türkleri, Batı medeniyetiyle kuvvetlendirerek birleşmiş bir siyâsî topluluk meydana getirmek ve bu şekilde Rusya Devleti’nin başına büyük bir belâ açmak, yâni “Bütün Türklük” yapmak gâyesi gizli olduğunu bulup göstermeye çalışmışlardır.

İsmail Bey’de, fikir ve iş, kendi deyimiyle “niyet ve amel” aralıksızdır: Millet için, millî dilde belirli risâlelerin yazılması gereğine şiddetle inanan İsmail Bey, pek çok uğraşarak sonunda Tercüman gazetesinin imtiyazını almayı başardı. Ve 1883 yılı Nisanının onuncu günü, bir yazarın dediği gibi “Bahar güneşi ile dünya dirilip çiçeklendiği günlerde, uzun yıllardan beri karlı kefenlerle örtünüp ölü gibi uyuklayan Kuzey Türklerinin de ilk beyaz bahar çiçeği ‘Tercüman’ açıldı.”

Tercüman’ın ilk günlerinde en önemli konusu, millete kendi dilinde ilim vermek, Avrupa ilim ve eğitimini, sanat ve tekniğini kazandırmaktır. Bunun için milletin çocuklarını okutmak; çabuk, kolay ve modern ilim doğrultusunda okutmak lazımdır. Buradan bütün Kuzey Türklüğüne yayılan “Usul-i Cedit” okulları doğdu. “Usul-i Cedit” deyimi Osmanlı Türklerinden alınmıştır. Bu deyim, o zamanlar İstanbul sosyal hayâtında kullanılan deyimlerdendi. Usul-i Cedit başta yalnız eğitim ve öğretime muhtaç gibi gözükse de gitgide genelleşerek bütün hayat tarzına şâmil olur. Usul-i Cedit’in gerek Osmanlı Türkleri, gerekse Kuzey Türkleri arasında gerçek anlamı, Batı ilimlerini, eğitim ve öğretim metotlarını, yaşayış biçimini, Batı hayat tarzını benimsemek, kısa bir anlatımla “Garplılaşmak-Batılılaşmak” demektir. İsmail Bey bütün Türklük âleminde özellikle Kuzey ve Doğu Türklüğünde Batılılaşmanın en faal propagandacısı oldu. İnanıyordu ki, Türkler millî dillerini kaybetmemek şartıyla Batılılaşınca, Türk milletinin hayat ve bekâsı temin edilmiş olacaktır.

Tercüman’ın, hatta Tercüman’dan evvel onu müjdeler yolda çıkardığı “Tonguç”, “Şafak”, “Ay”, “Yıldız”, “Güneş” gibi belirli günlerde çıkmayan mecmuaların hepsinde, Gaspıralı İsmail Bey “dil” meselesine çok önem verir: Türk dilinin zenginliğine, gelişme istîdâdına, bu dile yabancı kelimeler karıştırmanın gereksizliğine ve zararlılığına, Türk lehçeleri arasında farkların azlığına, kısacası umumî bir Türk dilinin varlığına dâir, kırk dereden su getirerek, başta biraz kapalı, sonraları daha açık bir şekilde birçok makâleler yazar. Meselâ, birinci Türkçe eseri olan Tonguç’un Akmescit’te taş basmasıyla okunamayacak kadar kötü basılan ilk baskısının önsözü, yâni İsmail Bey’in milletine kendi diliyle ilk hitabı şöyle başlıyor:

“Milletimizin eseri olan dilimiz, edebiyatça işlenmemişse de eğitime ve kavaide (kurallara) gelecek dildir. Gâyet nazik Tatar türkülerinden, Nogay cönklerinden, Kırgız ve Türkmen cırlarından anlaşılır ki eğer dilimiz usta bulup, kaleme alınıp işlenirse, şimdikine göre çok dereceli parlak ve kullanışlı olur… Murâdımız dilimizi ilerletmektir.”

İbâreyi, hiç değiştirmeksizin aynen aldım. Sansür şartlarından çekinerek Batı ve Doğu Türkçelerini saymaya cesâret edemiyor. Rusya idâresi altında bulunan Türk kabîlelerinin halk edebiyatını, işlenecek dilin, genel Türk dilinin kaynaklarından sayıyor; İsmail Bey’in dil sâhasında Bütün Türkçülüğü işte ilk işe başladığı andan îtibâren belirlidir.

İkinci mecmua olan Şafak’ta (Bu ismin sembolik mâhiyeti açıktır) biraz daha ileri giderek, bilinen bir türkünün Kazan’da ve Kırım’da nasıl söylendiğini yazar ve bu iki lehçenin yakınlığını müşahhas örneklerle gösterir. Aynı zamanda Kazan Türklerinin yabancı dillerden kelime almalarını tenkit eder, asıl amaç Rusçadan alınma kelimeler ise de yine sansür şartlarından dolayı bunu pek açık ifâde edemez. “Kazanlılar kendi dillerine Çuvaş, Morduva kelimeleri karıştırmaya alışkındırlar; hâlbuki alaca bulaca iş olmaz… Rakı içeceksen, apaçık içmek gerek; selâm kelam oldukça, ‘Kak Pojivay’[2] ne gerek? Üzerinde akçe oldukta gayre minnet ne gerek? Lûgaat-ı Türki oldukta gayri lûgaat ne gerek?”[3]

Şu latife kılıklı yazılan fıkracık, yine ilk Türkçe yazılarından îtibâren Türk dilini alaca bulacalıktan kurtarmak istediğini gösteriyor. Bu esas fikri, İsmail Bey hayâtınca yayacak ve savunacaktır. Tercüman’ın Osmanlı ülkesinde en çok dağıldığı zamanlarda makâlelerinin bir kısmı, Osmanlı Türkçesinin “alaca bulacalığını” tenkide dâirdi. İsmail Bey bir makâlesinde, Osmanlı lehçesiyle alay ederek “Benim anadilim Daray dilden kompozedir” diyordu. Bu şekilde, belki evvelce İstanbul’da iken öğrendiği dili sâdeleştirme dâvâsını, yine İstanbul’da daha açık ve şiddetle savunmuş oluyordu. Görülmektedir ki, Gaspıralı İsmail Bey dil sâhasında sâdeleşme akımının babalarındandır.

Gaspıralı’nın umdelerinden birisi de Türk kadınına hürriyet ve erkeklerle eşitlik sağlamak gereğidir. Bu umdesini de ısrarla ve devamla gerçekleştirmek ister. Onun gözünde milletin anaları, milletin birinci mürebbileri (terbiyecileri) kadınlardır; kadınlar hayâtı anlamayacak olurlarsa, çocuklarını hayâta kâbiliyetli olarak yetiştiremezler. Milletin yarısı, kadınlarıdır; onlar hayat ve faaliyetten uzak kalırlarsa, milletin hayat ve faaliyeti de yarım kalır… Kadın meselesine dâir İsmail Bey’in hoş bir eseri vardır: “Kadınlar Ülkesi”

Bütün Türkleri, Batı metotlarıyla eğitmek ve Batı hayat tarzına dâhil ederek, yabancı kelimelerden mümkün olduğu kadar temizlenmiş genel bir Türk ilim ve edebiyat dilini geliştirerek, kadınları genel hayâta karıştırarak Bütün Türklüğün gelişmesi ve olgunlaşması çârelerini düşünen İsmail Bey’in dimağ ve kaleminde, dıştan gelen akislerin de etkisiyle diğer bâzı meseleler, kısacası Müslüman Türklerin hayâtında çok derin etkisi kesin olan din meselesi, önemli bir konu teşkil eder. İsmail Bey’in İslâm’a bakışı, millî hayâta fayda derecesi noktasındandır. On dokuzuncu yüzyıl sonlarına doğru Doğu İslâmiyet’inin şurasında burasında beliren mücedditlerin dâvâlarını amacına uygun bulur. “İslâm, Batı medeniyetinin meydana getiricilerindendir; İslâm, Batı medeniyetinin bâzı şartlarla kabulünü engellemez. İslâm, kadınların hürriyet ve eşitliğini, hayatta erkeklerle el ele çalışmalarını teşvik eder. İslâm, müslüman kavimlerin mezhep çatışmalarını reddeder… ilh.” gibi esasları benimser: ve vakt-i saadete dönüş iddiasıyla ortaya çıkan bu “Yeni Müslümanlık”[4] millettaşları arasında yaymaya çalışır. Bu yoldaki çalışmanın en güzel örneği “Dârü’r-rahat Müslümanları” isimli güzel hikâyesidir.

İsmail Bey gittikçe gelişen ve olgunlaşan düşüncelerini yaymak için yalnız yazı vâsıtasına başvurmakla yetinmiyordu; hemen her yıl Türk dünyâsının bir tarafını seyahat ederek, Osmanlı ülkesi, Kafkasya, Türkistan, Kazan, Kasım ve Litva’daki[5] Türk-Tatarların ileri gelenleri, aristokratları, âlimleri, zenginleri ve fakirleriyle Türk dünyâsının meseleleri hakkında fikir alışverişinde bulunuyordu. Çin’den Almanya’ya, Kuzey Buz Denizi’nden Afrika’ya ve Hint Okyanusu’na kadar Türk ve İslâm âleminin aydınlarıyla aynı meseleler üzerinde haberleşiyordu.

Rusya’da 1905 İhtilâli olup da düşünce ve basın hayâtı hayli hürriyete ulaştığı zaman, Gaspıralı İsmail Bey bütün Türk milletinin, büyük milletler arasında görülen yaşama kavgasında, Zerdabi’nin deyimiyle “mağlub. makhur ve nâbud” olmaması için bulduğu çârelerin özetini bir prensip hâlinde Tercüman’ın başına ekledi:

“Dilde, fikirde, işte birlik”

1905’ten sonra bir prensip hâlinde ifâde edebildiği bu üç büyük esâsın unsurlarını telkin ve tatbike, İsmail Bey, yukarıda açıkladığımız gibi, 20-25 yıldan beri, ısrarla çalışıp duruyordu. Bütün Türklerin dilde, fikirde ve işte birliğini sağlamak için, uyarma ve aydınlatmadan başka, Türk çocuklarına mahsus iptidâî ve tâlî mektepleri bu gâyelere göre hazırlamaya ve düzenlemeye çalışmıştı. Tavsiye ettiği programa göre “Usul-i Cedit”, yâni Avrupa tarzında düzenlenmiş iptidâî mekteplerde ilköğretim millî lehçelerle olacaktı fakat üç yıl kadar iptidâî okuyanlar, mutlaka “edebî dil” dediği Umumî Türk dilini öğrenecekler ve dördüncü yıldan îtibâren öğretim artık o umumî Türk dili ile yapılacaktı.

İsmail Bey’in “edebî dil” veya “Umumi Türk dili” deyimiyle anlatmak istediği dil, çok sâdeleştirilmiş İstanbul Türkçesidir. Okullarda dil birliğiyle berâber aynı gâye, “fikir ve iş birliği” de öğretilecek ve telkin edilecekti. Gaspıralı’nın ümit ve emeline göre, Kuzey ve Doğu Türklüğünde bir taraftan okurlar, diğer taraftan matbuat, üçüncü taraftan hayır, ilim ve edebiyat dernekleriyle millî yardımlaşma kurumları sâyesinde “Dilde, fikirde, işte birlik” ideali gerçekleşebilirdi…

Gaspıralı İsmail Bey’in, millet hizmetine başlar başlamaz ortaya attığı “Garplılaşmak”, sonra ilân ettiği “İslâm’ı asrî bir surette anlamak” ilkeleriyle, hayâtının sonlarına doğru ifâdesine imkân bulduğu “Dilde, fikirde işte birlik” prensibi, Bütün Türkçülük akımının, dil, edebiyat, sosyoloji, hattâ siyâsiyat sâhalarında şimdiye kadar bulabildiği esasların hemen hepsini birleştirmekte ve kapsamaktadır, sanırım. Sonradan gelen Türkçüler ve Bütün Türkçüler, bu esasları inceleyecek, açıklayacak, destekleyecek ve uygulayacaklardır. Bundan dolay: 15 yıl kadar önce Türklük hakkında yazdığım bir makâlede dediklerimi, burada da aynen tekrar edeceğim:

“Zannımca, Bütün Türklük görüşünü ilk evvel meydana çıkaran, eski Kırım Hanlarının bugün terkedilmiş ve unutulmuş, âdeta dünyâdan ayrı ve uzak gibi yaşayan küçük başkentlerinde haftada bir defa yayınlanan ufacık bir gazete olmuştur. 30 yıl önce Bahçesaray’da çıkmaya başlayan bu küçük gazete Tercüman’dır, Tercüman’ın yazar ve yayıncısı ise Kırım Mirzalarından Gaspıralı İsmail Bey’dir. İsmail Bey Bütün Türk âlemini göz önünde tutarak, ona göre çalıştı. Tercüman’a göre Kazan Tatarı, Orta Asya Şartları, Tarancılar filan yoktur; bir dîne inanan, bir dille konuşan ‘Türkler’ vardır…”[6]

15 yıl eskimiş bu hükme şimdi yalnız bir kayıt koymak istiyorum: İsmail Bey’den önce Bütün Türklük gâyesini bir sistem hâlinde fiilen uygulamaya, teorik olarak düzenlemeye çalışan hiçbir kimse olmadığını tekrar etmekle berâber, bu gâyeyi, ara sıra, uzaktan görür gibi olanların varlığına inandım ki onlar da yukarıda ismi geçen Vefik Paşa, Şeyh Süleyman Efendi, Mustafa Celaleddin Paşa gibi Batı Türklüğü içinde çalışmış bâzı zatlardır.[7] Fakat bunların hiçbirisi, Kırımlı İsmail Bey gibi bu fikri açıklıkla, sebatla ve ısrarla teoride tâkip, pratikte uygulamaya çalışmış değillerdir. Kısacası İsmail Bey Gaspıralı’yı, ben “Bütün Türkçülük” harekâtının merkezî sîmâsı saymanın doğru olduğuna inanıyorum.[8]

KAYNAKÇA

Akçura, Yusuf. Türkçülüğün Târihî Gelişimi. Türk Kültür Yayını:23. 1978. Sayfa 91.

[1] Yusuf Akçura, Turancılığı kast ederken onu Bütün Türkçülük olarak isimlendirir. (e.n.)

[2] “Kak pojivayiş” Rusça “Nasılsın, iyi misin?” demektir. (Y.A)

[3] Gaspıralı, İsmail. Letâif. Şafak. Unsizâdeler Matbaası. 9 Ağustos 1881. Tiflis.

[4] Bu aslında bozulmuş yaşanan Müslümanlıktan dönüp geçmişte yaşanan Müslümanların altın çağını yaşamaktır. (e.n)

[5] Litvanya Tatarları (e.n)

[6] Akçuraoğlu Yusuf, Türklük, Bu makâle önce 1328 yılı Salname-i Servet-i Fünûn’da, sonra 1329 yılı Türk Yurdu’nun hediyesi olarak çıkan Altun Armağan- 2 de yayınlanmıştır. (Y.A)

[7] Alıntı yaptığımız kitabın önceki sayfaları. (e.n)

[8] Gaspıralı İsmail Bey, 1914 yılı Eylül’ün 11. günü sabahleyin saat yedide Bahçesaray’da, Tercüman matbaasına bitişik kendi evinde 63,5 yaşında, akciğer vereminden öldü. (Y.A)

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.