Okumak nedir?” diye sorsak veya internet ortamında aratsak bu fiil üzerine oldukça fazla sayıda kitap, makâle, köşe yazısı, deneme bulmak mümkündür. Kur’an-ı Azimuşşan’ın “İkra!”, yâni “Oku!” emriyle başladığını düşünürsek okumanın ehemmiyeti üzerine niye bu kadar düşüldüğünün, önem verildiğinin idrâki kolaylaşır. Ayrıca biz ancak okuyarak tekâmül ederiz. Kâinat kitabını, hayat kitabını, varlıklar kitabını, zaman kitabını, toplum kitabını, kendi hayat kitabımızı ve Kur’anımızı okuyarak insan oluşumuzu tamamlayabiliriz. Hele hele insanları insan olmaya dâvet eden bir ülkünün çilesini çeken Türkler mevzû bahisse kitap hayâtın mihrâbıdır. Çünkü biz kadim Müslüman Türk milleti olarak kitap medeniyetinin çocuklarıyız.
Anadolu’da en ağır suçlama “kitapsız” ithâmıdır. Kitapsız; yâni Allahsız, dinsiz, merhametsiz, beyinsiz, zararlı, hayırsız, tehlikeli… Bu itham, içinde her türlü olumsuz değeri barındırıyor. Demek ki kişi kitapla, kitabın rehberliğiyle, kitabın değerlerini hayâtının merkezine koymasıyla insan olabilir. Biz Müslümanların hayat, dünya, varlık, zaman, mekân, toplum anlayışının itici unsuru kitaptır. Kişi ancak okuyarak, düşünerek, okuduklarını tatbik ederek insan olabilir. Okumayan adam, sâdece nefsinin istekleri doğrultusunda hayâtını tanzim eden kişidir ki bu, onu insan olmaktan uzaklaştırır ve tam da milletimizin “kitapsız” dediği ucûbe bir yaratığa dönüştürür. Biz okuyarak medenî olabilir; okuyarak hayâtımızı, duygu, düşünce, ideallerimizi ve hayallerimizi nizâma sokabiliriz. Medeniyet de nîzam demek değil mi zâten, en azından bizim için… Şahsî kanaatime göre kitap, insan olmak ve medeniyet inşâsı fevkalâde bir yazı konusu olabilir ama ben bu ilişkiye iki paragrafta kısaca değinip yazıya devam edeceğim.
Okumak, sathî bir okuma yazma bilme kâbiliyeti ölçüsü değildir. Hakîkî mânâsı ile bir “entelektüel faâliyet” hâlidir. Hatta okumak; bilgi ile hissedar olmak, bilgi ile tasavvur etmek ve bilgi ile istihsal için bulunmaz fırsattır. Kümülatif olan entelektüel ve bilimsel bilginin hammaddesi olarak kitap, okumak yoluyla herc ü merc olup içselleştirilen bilgi ile yeni ufuklara yelken açmaya doğru iten kuvvetli bir tetikleyicidir. Bu ciheti ile okumak, insanın “kalıcı izli davranışlar” edinmesini sağlayan önemli bir fiildir.
Bamberger, okuma eyleminin bireyin okunan olayları düşünerek, metinde geçen kişi ve yerleri zihinlerine kaydederek ve olaylar arasında bağ kurarak zihnini sürekli olarak canlı tutmasına katkı sağladığını ifâde etmektedir. Schiller de kitapların zekâyı kibarlaştırdığını söylemektedir ki oldukça hakîkatli bir ifâdedir. Bu anlamda okuma yazma; sâdece yazının anlaşılması ya da seslendirilmesi değil, okuyan ile yazan arasında kurulan bir köprü; insanlıkla ilgili tüm değerlerin muhâfazası ve geliştirilmesi konusunda temel ve yaşamsal bir etkinlik olarak anlaşılmalıdır. Yâni aslına bakarsak okuma yazma, bilginin içtimâî ve beynelmilel bir iletişim ve gelişim aracı olarak kullanılmasını gerçekleştiren ve bu yolla daha mutlu ve müreffeh bir ülke ve dünya oluşturmaya yönelik düşünmeye dayalı bir etkinliktir.
Ancak okumak eylemi, yan yana dizili harf gruplarının anlamlı veya anlamsız tekrârı veyâhut metnin harfi harfine hatmedilmesi şeklinde anlaşıldığı günden beri çevremizde yürüyen ansiklopediler veyâhut bilgi hamalları (Kur’an’ın tâbiri ile kitap yüklü merkep) ile sıklıkla tesâdüf eder hâle geldik. Bu bilgi hamallarının fetişizm boyutuna yükselen kitap ve okumak müptelâlıkları, bizim anladığımız şekliyle okumak ve kitap kıymetlerimizle pek de yakından alâka kuramıyor. Okumak ne bir hatim uğraşı ne de bir papağanca tekrardan ibârettir. Bilgiyi yorumlanabilir hâle getirmek için kullanılan kıymetli bir âlettir. Peyami Safa’nın dediği üzere “Bilginin kültür hâline gelebilmesi için, zekânın endüstrisinde mamûl madde, yâni fikir hâline gelebilmesi gerekir.” Kısacası okumak bir kültür işidir. Yoksa bugünün teknolojik ferahlığında bilgiyi depolamak için bu kadar çeşitli sayıda kullanılabilir cihaz ve materyal varken düşünme özelliği ile fark yaratan insanı depolama aygıtı olarak bir taşınabilir bellek olarak kullanmak pek de mâkul uğraşı olmasa gerek. “Okumak, her şeyden evvel, muharrir ile kıyasıya bir mücâdeleyi göze almak olmalıdır.” diyen Peyami Safa, esâsında bizim anladığımız okumak faâliyetinin de çerçevesini çiziyor. Nurettin Topçu’da bu konuda benim ve Peyami Safa’nın düşüncesinin minvâlinde düşünüyor: “En çok kitap okuyan değil, okuduğu kitaptan görüşler çıkaran ve onu, bir tarlayı derinine kazıp didik didik eden âlet gibi işleyen kafanın çalışması, değerlidir.” Yine, “Düşündürmeyen bilgi, kısır bir sevdâdır.” sözleri ile aslına bakarsanız benim kelimelere dökmekte ve anlatmakta âciz kaldığım meselenin özünü ortaya koyuyor.
Okuduğumuzu bize mâl eden düşünmedir. Okunan şey ancak derin düşünmeyle hazmedilebilir. Nasıl ki aldığımız gıdalar bizi onları yemiş olmakla değil, ancak sindirilince ve kana karışıp organlara ulaşıp hayâtî fonksiyonlarımızı besliyorsa, okuduklarımız da ancak düşünerek kendimize mâl ettiğimizde zihnimizi ve kültürel yapımızı güçlendirebilir. Ben bu işlemi hep kimyasal reaksiyonlara benzetiyorum. Misal olarak oksijen ve hidrojen birleşip suyu oluşturuyor ama su artık ne hidrojen ne de oksijendir. Kendine has özellikleri olan bambaşka bir moleküldür. Hem de kitap okurken yazarın dünyâsındasınız. O sizi yönlendirir. Schopenhauer “Uzun süre hiç düşünmeden okursanız, düşünme kâbiliyetini kaybedersiniz. Salt öğrenilmiş doğru, takma uzuv gibidir. Düşünerek elde edilmiş doğru ise tabiî bir uzuv gibidir.” tespitini yapar.
Eğer kitap okurken benim bahsettiğim gibi hidrojen ve oksijeni çarpıştırıp yeni bir mâmul oluşturarak su meydana getiriyorsanız doğru yoldasınız. Bu anlayışla okursanız hiçbir yazar sizi kendi dünyâsına hapsedemez, size algı operasyonu da yapılamaz. Düşünerek okuyan için bu mânâda zararlı yayın da yoktur. Nasıl ki yediklerinizden faydalı olanları kanınıza karışıp kalanı posa hâlinde atılıyorsa, kabullenmediğiniz bilgileri de dikkate almaz, unutursunuz ve tenkit edersiniz. Yeter ki düşünerek ayıklayarak okuyun. Ancak kitap ve kaynak seçimini de doğru yapmalısınız. Zirâ okunacak kaynakların az olduğu ve “Ne okursan oku, yeter ki oku” dönemleri geçmişte kalmıştır. Şimdi kaynak çok ama propaganda ve algı operasyonu malzemesi yayınlar ve kirli bilgiler her gün tedâvüle sokulmaktadır. Bu niteliksiz ürünlerle zaman kaybedilmemelidir. Bu konuda Christopher Morley de şöyle der: “Okumanın asıl amacı, beyni kendi düşüncesini oluşturmaya sevk etmektir.” Öğrendiklerinizi hayâta geçirebilmek için de düşünmeye ihtiyâcınız vardır. Steven Pinker’a göre okumak bir “açı edinme teknolojisidir”. Farklı okumalar ile ufkumuzu genişleterek, daha fazla veriyi değerlendirerek, daha sağlıklı sonuçlara ulaşabiliriz.
Bahsettiğim gibi bu düşünce ve metotla okuduklarınızı ayıklayarak kendi fikirlerinizi oluşturursunuz. Başka bir deyişle, okuduklarınızı elinizdeki palete çeşitli renklerdeki yağlı boya tüplerinden sıkılan boyalar olarak düşünün. Eğer siz bu boyalardan istediğiniz renkleri kullanarak veya karıştırarak özgün bir tablo yapıyorsanız, bu tablo sizindir. Ama yapamıyorsanız, paletteki boyalar sizin değil yazarındır. Büyük dâhi Albert Einstein bunu çok güzel vurgular: “Çok fazla okuyan ve beynini çok az kullanan bir adam, basit düşüncenin tembel alışkanlıkları içinde kalır.”
Okuma, kişinin kendini yenilemesi, sınırlarını zorlaması, kendini ve çevresini keşfetmek için vermiş olduğu müşkül ve ulvî bir mücâdeledir. Okulda sâdece ders kitaplarını okuyan kişi sâdece okuryazar olur. Olaylar arasındaki zihinsel üst süreçleri yerine getiremez, analiz-sentez yapamaz; tenkîde kapalı, mesûliyetten kaçan, her söylenene çabuk inanan, belleği zayıf, yorum gücü yetersiz biri olur. Asıl belirleyici süreç bu sıralarda okunanlar dışında zihni besleyen okumalardır. O hâlde ister öğrenci ister yetişkin olsun herkes, bilgi çağının yaşandığı günümüzde dünden daha çok okumak zorundadır. Öğrencilikte bir yükseköğrenim başarısı, yetişkinlikte iyi bir meslek sâhibi olmak ve işinde yükselebilmek, milletine ve insanlığa faydalı olabilmek okumayı gerektirmektedir. Asıl okuma olarak sanat eserlerini, bir düşünce ürünü olan eserleri ve bütün bunları yorumlayan, bunlar üzerine bir sistem kuran eserleri ve yazıları kastediyorum. Galiba Carleyce’ın hülâsası burada isâbetlidir: “Bizim ne olacağımız, öğretmenlerimizden ayrıldıktan sonra neler okuduğumuza bağlıdır.” Eğitim sürecinde bir şeyler okuyup okuma ve yazma yetisini kazanarak bir yere kadar varabiliyoruz ama bu kavşaktan sonra düşünce dünyâmızda ve hayâtımızdaki yol o vakitten sonra okuduklarımız ile başlıyor.
İnsanlara bir şeyleri zorla okutmak bir fayda sağlamaz. Bu bir sevgi ve öğrenme aşkıdır; insanın içinde olan ve onu geliştiren, büyüten bir aşk… Her aşk gibi okuma sevgisi de zorla olmuyor ve olmayacaktır. Bizim kitap sevgimiz bilgiye olan açlığımızdan, hakîkati arama aşkımızdan gelmeli ve bu bilgi, kilitli sandıklarda saklanmak veya alelâde fezâya savrulmak için değil; insanlığın tekâmül sâhiline birer kum tanesi daha koyma azmiyle berâber kıymetlenmeli. Bu gâye dışında uyku aracı olarak kitabı kullanmak, İnstagram gönderilerinin süsü yapmak veya abuk sabuk yazar ve konularda esir kalmak gibi vakalar kitap fetişizmi olarak daha önce bahsettiğim bünyeyi saran ciddi bir hastalık örneğidir ve aynı zamanda kitaba hakârettir. Bu tarz yaklaşımlar geveze seyyar ansiklopedi, İnstagram vitrini çantada kitap taşıyıcılar, bas konuş bilgi makinesi veyâhut bilgi hamalı hâline getirilen insanlardaki bu mikrop hastalık âcilen tedâvi edilmeli. Tıp dilinde bu hastalıkları önleyici tedâviye “Profilaksi” diyorlar ama gâliba bu hastalığın profilaktik yaklaşımının ilaçları ve tedâvi metotları siyâsiler, öğretmenler, anne-babalar ve aydınların elinde. Ayrıca ansiklopedi dururken sahifeler dolusu, bu seyyar ansiklopedi tiplerine ne ihtiyaç var ki!
Kitap okumak, belki çok iddialı olacak ama bir cesâret işidir. Neden diye soracak olursanız eğer o sayfalar size gerçekleri paylaşacaktır da o yüzden. Okumak, başlı başına bir mesûliyettir. Sıradan bir meşgale değildir. Orhan Okay’ın dediği gibi okumak: “Aynı zamanda memleketin aydını olma sorumluluğu demektir.” Kitap bilgiye açılan kapıdır. Bilgi ise okumak yoluyla aktarılan ve düşünmek yoluyla yenilenen, değişen, üstüne yeni bilgiler binâ edilen bir mefhumdur. Düşünmek de “halîfetullah” derecesiyle müşerref olmuş insana özgü çok kıymetli bir hazînedir şüphesiz. Bilgi, okumak ve düşünmek; yan yana, omuz omuza yürüdüğü, yol aldığı, birbiriyle sonsuz bir dostluk kurduğu ölçüde ve aynı ufka baktığı müddetçe anlam kazanır ve insanlığa hizmet noktasında fiilî katkı sağlar. “Kitap zekâyı kibarlaştırır.” demiştik. Elbette öyle. Ancak kitabın zekâyı kibarlaştıracak etkiyi gösterebilmesi için de yegâne koşuldur, düşünerek okumak… Bu sebeple defalarca söyledim ve söylemekte beis yok. Okuyan, okuduğu üzerine yeni bir dünya inşâ edenlerin zekâsı muhakkak kibarlaşacaktır.
Zamânını, beyaz kâğıtlara kalemiyle dolduran, okuyan ve bizlere mihmandar olan değerli kitap âşığı devlet adamından birkaç satırla örnek verelim. Kim mi? Hadi devam edelim.
En başarılı örnek, büyük Mustafa Kemal Atatürk’tür. Cephede vakit buldukça çadırında kitap okumuştur. Dönemin bütün târih kitaplarını okuyan Atatürk, her önemli karârını uygulamadan önce konuyla ilgili araştırma yapar. Atatürk’ün en önemlisi bıraktığı eserler, onun kitap seven bir devlet adamı olduğunu göstermektedir. Kitap, Atatürk’ün hayâtı için dâima değerli olmuştur. Eserlerini, okumaya ve kitaba borçlu olduğunu söyleyen Atatürk: “Türkiye Cumhûriyeti’nin temeli yüksek Türk kültürü ve Türk kahramanlığıdır.” demiştir.
Abraham Lincoln fakir bir çocuk… Hayvan bakıcılığı yaparken kitap okudu, bakkal çıraklığı yaparken kitap okudu. Ortaokul, lise ve hukuk fakültesini dışarıdan bitirdi. İhtiyaç duyduğu bir kitap için elli kilometre yürüdü. Sonunda ABD Başkanı oldu. Japonlar, tatile giderken yanlarındaki çantalarda çok sayıda kitap bulundurur. Batı ülkelerinde metroda, hatta kırmızı ışıkta bile kitap okunuyor. Yavuz Sultan Selim Han, Mısır Seferi’nde at sırtında yedi cilt kitap okudu, bunları hocasıyla müzâkere etti. Sultan Abdulhamit Han’ın kütüphanesi hepimizin mâlûmu. İmâm-ı Gazalî o kadar çok kitap yazmıştır ki hayâtına bölündüğünde, bir güne 18 sayfa düşmektedir. Bu ve bunun gibi sayısız örnekler ortada iken; bugün biz kitap okumuyoruz, okuyanlarımız da düşünerek okumuyor.
Düz bir şerit hâlinde, hiçbir yenilik katmadan sürdürdüğü alışılagelmiş, hatta kefenlenmiş hayâtını mânâsızca yaşarken insan, düşünme eylemini unutmuş demektir. Oysa bu, insanın fıtratına zıttır. Çünkü insan terakkî için vardır, özündeki tekâmül hissi ve zarûreti bunu gerektirir. Düşünmeden idâme edilen bir hayat, insan hayâtı değildir. Bu yüzden yaşamak o kadar da ağızdan çıktığı gibi basit değildir. Yaşamak düşünce ekseninde gerçekleşirse aslında yaşamaktır. Yoksa yemektir, içmektir, konuşmaktır ve ölmektir. Hayat bu kadar basitleştirilemez. Hayâta gereken kıymeti verebilmek için evvelâ kendi kıymetini idrak etmelidir insan. Mayası mârifetullah ile yoğrulmuş bu insanın, bu hayattaki en asil gâyesi nedir? Bu cihetten bakılırsa okumak öylesine basit bir eylem değildir işte. Okumak hayattaki asil gâyeyi yakalamaktır, gerçekten yaşamaktır. Çünkü okumak, düşünmeye, düşünmek de yaşamaya sevk eder insanı. “Okudum” demek için okumamak lâzım. Okumadan nefes alınamadığı için hayat bu eylemsiz çekilmez olduğu için okumadığımız zaman kendimizi, tâbiri câizse hareket hâlindeki ölü olan bedene çevirmiş oluyoruz. Okumadan geçirdiğimiz bir günü kayıpta saydığımız için okumalıyız. Okumaya delice tutkun olduğumuz için okumalıyız. Hakîkate râm olabilmek için okumalıyız. İlk emri uygulamak ve iddiamıza tabiî olmak için okumalıyız. Okumak bu şekilde gerçekleşirse, hayat mânâ kazanır. Okumak için anahtarı çevirmek bizim elimizde. Ardımızda bekleyen kitaplar kilidin ucunda. Hedef ileriye gitmekse yeniden yeni yolculuklara başlamalıyız. Yaşadığımız çağa “bilgi çağı” veya “enformasyon çağı” denilmektedir. Bilgi “güç”tür. Okumak ise bilgi edinmenin ilk aşamasıdır. Çağımızda bilgi kaynakları çok çeşitlense de kitap hâlâ merkezi bir öneme sâhip. Bilgi kaynağı olarak da zihnin düşünme yeteneğini geliştirmek bakımından da. Bu yüzden hem çağlar üstünden bir hamle yapmak, insan olabilmek ve insanlara insanca yaşayabilecekleri bir vasat hazırlamak için okumalıyız.
Neden acaba Montesquieu şu mânîdar ifâdeyi kullanmıştır: “Çeyrek saatlik bir okumanın gideremediği üzüntüm olmamıştır.” Veya Con Hersel şöyle demiştir: “Dünya okuyan için yaratılmıştır. Okuma zevkini öğrenen mutlu bir insandır.” İbn Rüşd okumanın önemini şöyle ifâde etmektedir: “Hayâtımda kitap okumadan geçirdiğim iki gece vardır: Evlendiğim ve babamın öldüğü gece.” Bu insanların keşfettikleri sır nedir? Okumanın onlar için bu kadar çok önem arz etmesi nedendir? İşte dönüp dolaştığımız nokta: Okumak ve düşünmek, düşünmek ve yaşamak… Hatta buraya şu cümleyi alamadan yapamayacağım, sevgili büyüğüm ve değerli ülküdaşım Hayati Özkaya’nın okul sıralarındaki öğrencilerine söylediği şu cümle maksadımızı hâsıl ediyor herhâlde: “Oku ve okut, yaşa ve yaşat.”
Her çeşit esâret prangalarından kurtulmak, şikâyet etmemek, bir hikâye inşâ etmek, özümüze dönmek, insan olabilmek; yeniden medeniyet tasavvuru için okumak, hayâtımızı “Türk” gibi algılayabilmek için okumak, ülkümüz için okumak ve ibâdet aşkıyla okumak… Çünkü zulmü ve adâleti kılıçla değil kitapla yeneceğiz.
Uyumak için değil uyanmak için okumalıyız…
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.