Yeni Ufuk’u önce dergi diye tanıdım. Bizim Millî Düşünce Merkezi Bilgi Şölenleri bitip insanlar sohbete ve çaya yöneldiklerinde mutlaka bir genç gelir ve Yeni Ufuk’un yeni sayısını bana verirdi.

Kısa zamanda fark ettim ki Yeni Ufuk sâdece bir dergi değil. Samsun, Bursa, Bolu… Türkiye’nin çeşitli yerlerinde konuşma yapmak için dâvetler alırdım. O dâvetlerin münâsip bir yerinde de yine bir veya birkaç genç peydâ olur ve kendilerini “Yeni Ufuk dergisindeniz.” diye tanıtırdı. Jetonum geç de olsa düştü! Yeni Ufuk bir dergiydi ama aynı zamanda bir mektepti, aynı zamanda bir hareketti. Tıpkı bir zamanların Töre’si, Devlet’i, Bozkurt’u gibi…

Şimdi ise zaman başka, şartlar başka. Yeni Ufuk, zamâna ve şartlara göre; çağdaşı Türkçü dergilerden farklı bir iş yaptı ve aynı zamanda bir mektep olduğunu, teşbihten çıkarıp elle tutulur bir vakıaya dönüştürdü: Mefkûre Mektebi’ni kurdu!

Her yeni öğretim yılının başında, bana; “Biz Yeni Ufuk’tanız” diyen o gençler, üniversiteye yeni gelen arkadaşlarını toplayıp Mefkûre Mektebi’ne gönderiyordu. Mektep ciddî idi. Gerçekten mektepti; sınavıyla, dersiyle gerçekten Türkçülüğün temelleri öğretiliyordu.

Rahmetli Sadi Somuncuoğlu kardeşimin sık sık söylediği gibi; sâdece slogan atan, gösteri yapan güruh mensupları birkaç sene sonra farklı yönlere dönmeye, dağılmaya mahkûmdur. Belki içinde bulundukları yapının sağladığı menfaat, bu birkaç seneyi biraz daha uzatabilir. Fakat Sadi’nin söylediği gibi “Onlar hiç fire vermedi”. Kimdi bu ‘onlar’ biliyor musunuz? Türkeş Bey’in, Galip Erdem ağabeyin, Prof. Dr. Kamil Turan Hoca’nın ve biraz da benim; Yüksel Caddesinde, o kaloriferi yakacak parası olmayan partinin gençleri. Onlar fire vermedi, çığ gibi büyüdü… Gerisi târihtir…

Sıra Mefkûre Mektebi’ne gitmemize gelmişti. Kaç kişiydik hatırlamıyorum. Birden fazla gidildi. Sadi, Hakan Paksoy, ben ve başka arkadaşlar… Her gidişimizde rengârenk, Türkiye’nin her katmanından gelmiş fakat Türk’e, Türkçülük mefkûresine gönül vermiş; gönül vermek yetmez, göz nûru dökmüş, okumuş, sormuş, incelemiş gençlerle karşılaştık. Fişek gibi yerinde duramayan, kızlı erkekli Ülkü erleriyle… Nasıl yüksek bir enerji ile çalışıyor, okuyup tartışıyorlarsa, aynı enerjiyle eğlenmesini de biliyorlardı. Millî oyunlar, marşlar ve ellerde yükselen bozkurt işâreti…

Bir seferinde kitaplarımı imzalatmışlardı. Bir oturuşta 500 civârında kitap imzaladığım bir başka yer hatırlamıyorum.

İşte bundan ibârettir ol hikâyet.

Yeni Ufuk ve Mefkûre Mektebi ve daha nice nice atılımlara… Nice yüzüncü sayılara… İnşallah yüzüncü yıla da şâhit oluruz. Tanrı Türk’ü korusun gençler! Bu ‘gençler’ giderek nesiller olsun ve bütün Türk illerine yayılsın. Ve her gittiğimiz yerde, gelip “Biz Yeni Ufuk’tanız”, “Biz Mefkûre Mektebi’ndeniz” diye karşılasınlar bizi.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.