Bir gün, bir sohbet sırasında değerli bir büyüğümüz demişti: “Her insan bu hayatta kendi kilimini dokur.” Bugün sizlere, bu yazımızda, benim hayat kilimime bambaşka motifler ve bambaşka renkler veren, yüzüncü sayısında yazmak şerefine nâil olduğum Yeni Ufuk dergisinden bahsetmek istiyorum. Sürçi lisan edersek şimdiden affola.

2015 yılının Eylül ayında olacaklardan habersiz ve beni nasıl bir hayâtın beklediğini bilmeden Kayseri’den çıkıp Denizli’ye gelmiştim. Geldiğimde gördüğüm üniversite ortamı hiç bana hitap etmeyen, sâdece günlük eğlence peşinde koşan ve gelecekle alâkalı hiçbir düşüncesi, kaygısı olmayan insanlarla doluydu. Gördüğüm manzara karşısında âdeta dünyam başıma yıkılmıştı ve öyle bir ortam vardı ki gençlerin yüzde sekseni bu şekildeyken kalan yüzde yirmisini de böyle olmaya teşvik ediyorlardı. Bir süre bu ortama alışmaya çalıştım ama bu ortamda kendim değil bir başkası olduğumu fark ettim. Sanki kimliğim kapalı bir çelik kasanın içerisine konulmuş ve bana öyle değil böyle olmalısın diye yüzde seksenlik dilimin yaşadığı hayat diretiliyordu. Bir gün, benden bir sene önce Denizli’ye gelen lise arkadaşımın isteği üzerine Türk Ocaklarına gittik ve oranın kapısından içeri girerken bütün olacaklardan habersiz ve sıradan bir günmüş gibi girdik. İçeride bir emekli konfeksiyon ustası, bir coğrafya öğretmeni ve bir de sıradan bir üniversite öğrencisi olmak üzere bizden hâriç üç kişi vardı. Konuşulan konu Türk millî kültürü ve doğru çocuk eğitimi hakkındaydı. Girdiğim kurumda, yaşadığım ilk şaşkınlık şâhit olduğum muhabbette olmuştu. Akşam nerede eğleneceğiz, sabah hangi dersi ekeceğiz, hangi arabanın motoru ne kadarmış, Fenerbahçe mi yoksa Galatasaray mı daha köklü ve daha güçlü gibi gün içerisinde şâhit olduğum muhabbetlerin hiçbirisi burada yoktu ve konuşulan konu çocuk eğitimi üzerineydi. Çok sonra fark ettim ki ben dokuduğum kilime o gün çok büyük ve bambaşka bir renkte motif eklemişim. Daha sonraları bu kuruma gelip gitmeye devam ettim ve ardından iki yıllık Türk milliyetçiği eğitimi diye bir sistemden bahsedildi. İlk başta insanın aklına “Türk milliyetçiliği işte… Vatanı milletti sevmekten başka ne olabilir ki, iki yıl ne anlatacaklar acaba” diye câhilce yapılmış bir yorum gelmedi desem yalan olur. Biz kalabalık bir kitleyle eğitimlere başlamıştık. Sosyal medyadan görüp gelenler, ağabeylerimizin ve yaşıtlarımızın eski arkadaşları ve ben gibi yenice kurumla tanışmış arkadaşlarımızın olduğu kalabalık bir insan kitlesi vardı salonda. Herkes merakla Türk milliyetçiliğini öğrenmek istiyordu. İki yıllık eğitimin ilk senesi milliyetçiliğini yapacağımız Türk’ü ve Türk milletini öğrenmekle geçti. İkinci senede ise Türk milliyetçiliğinin ne olduğu anlatıldı.

O bulunduğumuz kurumdan çıktıktan sonra yüzüncü sayısını okuduğunuz Yeni Ufuk dergisinin Denizli’deki merkezini açma kararı alınmış ve en nihâyetinde de açılmıştı. Artık günümüzün çoğunu kendi açtığımız, kendi var ettiğimiz kurumda geçirir ve orayı benimser olmuştuk. Bu sırada Yeni Ufuk dergisi çıkmaya devam ediyordu ve içerisinde bulunduğumuz bu kurum, mutfak vazîfesini kendine düstur edinerek biz gibi yeni gelen arkadaşları alıp ve birtakım sorumluluklar verip sorumluluk sâhibi birer fert olarak hayâtın acımasız çarklarına karşı hazırlıyordu. Sosyal hayâtın, bilakis üniversite hayâtının çelik kasalara koyduğu millî kimliğimizi, Yeni Ufuk dergisi bünyesindeki ağabeylerimiz tekrar çıkararak biz gençlere vermişti. İlk başlarda sâdece sıradan bir mecmua gibi gelen Yeni Ufuk dergisinin aslında bütün geçlere hatta sâdece gençlere değil, Türk milletine unuttuğu kimliğini hatırlatmak gibi bir misyonu olduğunu öğrenince önce biraz kendinizden utanıyorsunuz ve sonra ufaktan bir pişman olma süreci başlıyor. Pişman olma süreci deyince akıllara kötü bir şey düşürmek istemem, böyle bir mecmua var ve bu mecmuayı çıkaran bir ekip var; sizler bunca yıl bu ekipten habersiz ve âdeta ot gibi bir hayat yaşadığınız için pişman olma süreci başlıyor. Hayat devâm edip gidiyor ve insan, kendi dokuma tezgâhında kilimini dokumaya devam ediyor.

Eğitimleri bitirdikten sonra ise bambaşka bir hayâta kapı açılıyor. Türk’ün ve milliyetçiliğin ne olduğunu ve milliyetçiliğin nasıl yapıldığını öğrenmiş oluyorsunuz. Uğruna yaşayacağınız bir dâvâ çeşidi ve saymakla tükenmez düşmanlar edinmiş oluyorsunuz ve bütün bu düşmanlara karşı mücâdele edeceğiniz bir ekip, âileden öte ülküdaşlık hukukuyla birbirine bağlanmış; memleketleri, yaşları, kabiliyetleri ve dünyâları birbirinden farklı bir ekibin sâdece Türk milliyetçiliği paydasında birleştiğini görüyorsunuz. Kendinizin de ne makâmınızla ne servetinizle ne de statünüzle, sâdece Türk milliyetçiliği paydasına gelmekle içlerine dâhil olabileceğinize şâhit oluyorsunuz ve bu da ülküdaşlarınıza olan bağlılığınızı ve saygınızı kat kat artıyor. Sonrasında şâhit oluyorsunuz ki her insan hayâtında kendi kilimini dokurken, kendi kilimine kendi kaderinin izlerini bırakırken Türk milliyetçileri, ömrünü bu kutsal dâvâya adamış ülküdaşlarımız, kendi kilimleriyle Türk milletinin de kilimini dokuyor. Bu şâhitlikten sonra hayattan da icrâ ettiğiniz vazîfeden de çok daha başka zevk alıyor ve bambaşka bir istekle yapıyorsunuz.

İşte, sıradan bir mecmua gibi gelen Yeni Ufuk dergisinin aslında, sıra dışı ve insanların ömrünü adadığı kutsal dâvâda, seslerini duyurmak için kullandıkları en etkili yollardan biri olduğunu görünce kıymetini biraz daha iyi anlıyorsunuz ve dergiye bakış açınız tekrar tekrar değişiyor. Hiçbir ticârî kaygısı olmayan, hiçbir menfaat beklentisi olmayan bir dergi neden var ki sorusunun cevâbı tam olarak burada gizli işte. İnsanları aynı dilden konuşturup, aynı dille düşündürüp ve gerekirse aynı dilde rüyâ görmelerini sağlamak için var olduğunu anladığınızda elinizdeki mecmuaya bakışınız bir kere daha değişecektir. Türk milliyetçisi, ülkücü kadronun meydana getirdiği mecmuadan da başka bir şey beklenemezdi zâten. Bir gün yolunuz düşer de Yeni Ufuk dergisinin temsilcilik binâsının bulunduğu beş şehirden birisinde, derginin çıktığı gün bulunursanız; bütün arkadaşlarımızın büyük bir heyecan ve sevinçle yeni sayıyı eline alıp hızlı hızlı incelediklerini göreceksiniz. Yüzüncü sayı; yüz ay ve yüz sayıdır, hiç değişmeyen yeni sayı beklentisi ve heyecânı yaşayan arkadaşlarımın ne dediğimi anladıklarına eminim ve yaşamayan arkadaşlarım için de hangi benzetmeyi yapsam, bu heyecan ve sevinci anlatmak için az geleceğini üzülerek belirtmek isterim. Bayram sabâhında yeni kıyafetler giyerek anasının babasının elini öpmek için heyecanlanan çocuk heyecânı da istediği üniversiteyi kazanmış genç hanımefendi/delikanlı heyecânı da yeni ayı, yeni sayıyı beklemenin heyecânını anlatmaya yeterli olmayacaktır.

Yeni Ufuk dergisi, benim için millete hizmet etmenin yolunun ilk geçtiği yerdir. Yıllar sonra edindiğiniz bir tecrübe sizlere söylüyor ki Yeni Ufuk dergisiyle tanışmak Yüce Allah’ın bir lütfudur. Derginin bünyesinde kalıp ülküdaşlarla ülküdaşlık bağını, hukukunu paylaşmak ise insanın irâdesidir. Geride bıraktığımız dokuz yıl ve yüz ay bizlere bunu defâlarca gösterdi. Sayısını bilemediğimiz, isimlerini unuttuğumuz arkadaşlarımız geldi geçti ve kutlu dâvâya hizmet etme yolundaki vâsıtalardan birisi olan Yeni Ufuk dergisi bâkî kaldı. Yıllar akıp gitmeye devam ederken vâsıtamız büyüdü ve daha da büyüyecek inşallah. Her yıl bizlere, başta Yeni Ufuk dergisi olmak üzere ve aynı kadronun var ettiği diğer kurumlarda vazîfeler verilir. Verilen vazîfelerle millete hizmet etmenin hazzına erişilir; vazîfeyi yürüten arkadaş ise yürüttüğü vazîfede yeni tecrübeler, yeni donanımlar kazanmaya devam eder. Benim yürüttüğüm her vazîfe de çok şükür böyle oldu. Yeni deneyimler, yeni donanımlar kazandım. En son ise Özbekistan’a gelmemiz gerekti ve dergimizin imtiyaz sâhibi -bizleri evlâtlarından ayırmayan onlarca ağabeylerimizden birisi- Nuri Ağabeyim ile birlikte Özbekistan’a geldik. Henüz 30-35 gün oldu buraya geleli ve burada edindiğim ilk tecrübe ise Yeni Ufuk dergisi gibi çoban ateşini yakıp bunu yaymak için uğraşan kurumların târih boyunca başka devlet boyunduruğunda yaşamamış, başka bayrağın altında kalmamış, ezelden beridir hür yaşayan Türkiye Cumhuriyeti’nin bereketli Anadolu topraklarından çıkması gerektiği ve ümitlerin, beklentilerin Anadolu’da kaldığı oldu.

Benim dokuduğum hayat kilimime baştan sona şekil veren ve hayal dahi edemeyeceğim motifleri işleten Yeni Ufuk dergisi serüvenini kısaca sizlere anlatmış oldum. Edindiğim en büyük servetim ise insanın sâdece kendisi için yaşamadığı, üç bin yıl sonra doğacak çocukları için yaşarsa hayâtının çok daha keyifli olduğudur.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.