Biz, ekonomiyi, sosyal hayâtın bir parçası kabul ederiz. Üstelik, ekonomi sosyal hayâtın her yönüne kendi damgasını vurduğu kadar, sosyal hayâtın bütün değerlerinden etkilenir de. Ekonominin, sosyal kültürel ve “teşrî” hayâttan bağımsız olduğunu ve “kendine mahsus kanunlar” içinde cereyan ettiğini sanan A. Smith de yine ekonomiyi, sosyal ve politik hayâtı biçimlendiren tek ve bağımsız faktör sanan K. Marx da gerçekten yanılmaktadırlar. Çünkü bizzat kapitalist ve sosyolist ülkelerdeki uygulamalar dahi, bunları yalanlamaktadır. Ekonomik faâliyetlerin planlanabildiği, millî ve beşerî hedeflere göre yönlendirilebildiği, başıboş bırakıldığı zaman, birçok haksızlıklara ve zulümlere kaynaklık edilebilecek “ekonominin kanunlarının” teşrîi ve moral değerlerle kontrol altına alınabildiği ve bu ihtiyaçla “sosyal politika ilminin” doğduğu, milletlerin anayasalarına, ekonomik hayâta, millî ve beşerî ihtiyaçlarla müdâhaleci bir karakter kazandırmaya çalıştıkları görülmektedir.

İşte İslâmiyet, bundan bin dörtyüz yıl önce, getirdiği prensiple böyle bir tutuş içindedir. Kur’an-ı Kerim’de ısrarla “fakirin doyurulmasını”, “zenginin malında fakirin hakkının bulunduğunu”, “kimsesizlerin korunmasını”, “haklının hakkını almasını”, “yetimin ve öksüzün himâye edilmesini” “esirlerin ve kölelerin hürriyete kavuşturulmasını”, “mâzlumlara sâhip çıkılmasını”, “fâizin yasaklanmasını”, “ihtikârın kötülüğünü” … ifâde eden yüzlerce “âyet-i kerime” ve bunlara paralel olarak şanlı peygamberimizin yüzlerce “hâdisleri” mevcut bulunmaktadır. İslâmiyet, ekonomiyi, sosyal ve kültürel değerlerle kontrol edilmesi şart olan ve asla başıboş bırakılmaması gereken bir faâliyet olarak görür.

İslâm’da ekonomi; üretim, tüketim, değişim, dağıtım ve iş bölümü gibi ekonomik faâliyetleri, “edille-i şer’iyye” (kitap, sünnet, îcma-ı ümmet ve kıyas-ı fukahâ) ile kontrol edilen, insan-tabiat ilişkilerinden kaynaklanan insan-insan ilişkilerinin ilmî olarak tarif edilmeye elverişlidir. Yâni İslâm’da ekonomi, insanların tabiatla ilişkilerinden kaynaklanan ve sâdece ekonominin kanunları ile şekillenen bir “mekanik hayat” ve onun ilmî değildir.

İslâm ekonomisi, mukaddes kriterlerin ve bu kriterlere aykırı düşmeyen örfün (törenin) murakebesi altındadır. Ekonomi, bir taraftan kendi kanunlarına, diğer taraftan İslâm dininin emir ve yasaklarına uyarak dengelenecektir. Üretim, tüketim, değişim ve iş bölümü gibi ekonomik faâliyetler esnasında “müminler”, dinin koyduğu, “normlara” uymak zorundadırlar. Helâl-haram, günah-sevap, meşrû-gayrimeşrû tarzında beliren “müeyyideler” hem ferdî hem içtimâî vicdanda etkili kılınmakta hem de devlet güçlerinin harakete geçerek, ekonomik hayâtın işleyişini kontrol etmesi istenmektedir. Yâni ekonomik hayâtın işleyişini kontrol etmesi istenmektedir. Yâni ekonomik hayâtın, başarılı işlemesi için milletin ve devletin hem eğitim hem de hukuk gibi iki müessesesi birlikte harakete geçirilmektedir. Aksi hâlde, böyle bir murâkabeden mahrum kalan bir ekonomi, hızla “kuvvetlinin zayıfı ezdiği” bir arenaya dönüşür. Nitekim, liberal-kapitalist sistemlerin tehlikesi buradadır ve bu sistemler, hürriyeti başıboşluk gibi istismar zeminlerinde arayan beşerîyete çok pahalıya mâl olmuştur.

Öte yandan, K. Marx’ın ve takipçilerinin, ekonominin, ahlâk, hukuk gibi değerlerin kontrolüne vermeyip, aksine bunları maddî ve ekonomik ilişkilerinin kontrolüne mahkûm eden telâkkileri, insanı insan yapan moral değerlerin hor görülmesine sebep olmakla kalmamiş, insanlık, maddî üretimi ilişkileri içinde dehşetli bir sınıf kavgasına itilmîş, üstelik bu kavga tahrik ve teşvik edilmîştir. Böylece, ekonomi vâsıta olmaktan çıkmış temel ve gâye haline gelmiştir.

KAYNAKÇA

Arvasi, S. Ahmet. Türk İslâm Ülküsü 2. s. 33-34

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.