Mâdemki dünden bugüne değişen bir şey yok, Türk genci ülküsünü yine dünkü gibi öğrenecektir.

İşte örnek…

Ömrünü “Büyük Ülkü Yolu”nda geçirmiş bir cürümüm[1], kaderdaşım ve kardeşim Lokman Abbasoğlu’nun “Sıradan ve Piyade” adlı kitabını okuyunca “bir ülkücünün hayâtını” yazmak istedim. O günler nasıl geçmiş, bir ülkücü nasıl yetişmiş anlatmak arzusundayım. Zîra önümüzde güzel bir örnek var.

Lokman Abbasoğlu, hem milliyetçi hareketin hem ülkücü hareketin bütün teşkîlâtlarında, yurdun her köşesinde ve yurt dışında faâliyetler göstermiş bir hareket adamıdır. Hiç durmamıştır. Hem aksiyonda hem düşünüp anlatmada öncü olmuştur. Kantinlerde, yurtlarda marş korolarında öncülük etmiş; salonlarda ve meydanlarda konferanslar, seminerler vermiştir. Nutuklar atmış; cenâze törenlerinde, anma günlerinde derûnî ve ruhlara sirâyet eden duâlar etmiştir. Sahnelere çıkıp temsiller vermiş, Karadeniz folklor ekibinde horon oynamıştır. Fakülte güreş takımında yer alıp şampiyonalarda derecelere girmiş, ilk tâyin olduğu Zonguldak İmam Hatip Lisesinde güreş takımını kurmuştur. Bir dönemin köycülük çalışmaları esnâsında gittikleri yerlerde namaz kıldırmış, vaaz ve nasîhatler etmiştir. Hatta Ahlat’taki kazı çalışmalarına bile katılmıştır. O aynı zamanda aranan bir teşkîlâtçıdır. İstendiği her yere koşmuştur. Bu sebepledir ki devamlı olarak herhangi bir teşkîlâtta görevi olmuştur. AÜ İlâhiyat Fakültesi Ülkü Ocağı Başkanlığı, MHP Gençlik Kolları Genel Muhâsipliği, Ülkü-Köy Genel Başkanlığı, Milliyetçi Hareket Eğitimciliği gibi.

Ülkü Ocaklarını kurarken bizim önemli ilkelerimizden biri sâhasında lider ve çok yönlü olmaktı. Görüldüğü gibi Lokman Abbasoğlu bunu tam anlamıyla gerçekleştirmiş biridir. Zîra atalarının yolunda ilerleyip hizmet etmek için ilâhiyatı seçmiş ve gerçekten de lider olmuştur. Bunun en büyük ispâtı târihî bir günde, merhum Gün Sazak’ın cenâzesi başında, MHP Genel Merkezi önündeki yaklaşık iki yüz bin kişi huzurunda yaptığı duâdır. Nitekim ertesi gün MHP Genel Merkezi’nde yapılan toplantıda Başbuğ kendisine, “Dünkü duân hepimizi duygulandırdı. Nasıl hazırlandın bu duâya?” diye sormuştu. Cevâbı, “Efendim o an, bir hal idi. O hal üzere duâ ettim, şimdi aynı duâyı bir daha yapın deseniz yapamam.” olmuştur. Bu başarının sırrı müftü dedesi Ahmet Hamdi Abbasoğlu’nun adını, atalarının yaptığı gibi derdi, sıkıntısı olanların ihtiyâcını gidermesi için Lokman koyması ile başlıyor.

Dedesinin vazîfeli olduğu câminin cemââtinden olan emekli Mareşal Fevzi Çakmak’ın, “Ya hocam, ne buluyorsun şu karanlık yerde? Bin bir zahmet çekip duruyorsun. Gel sana Çankaya veya Gaziosmanpaşa tarafından birkaç dönüm arâzi alalım. Orada yap, ne yapacaksan?” teklîfine, “Komutanım ben torunlarımın ezan sesini duyarak büyümesini istiyorum.” şeklinde cevap veriyor. Gerisine Lokman Abbasoğlu’nun satırlarından devâm edelim:

“Babam yaşarken evimizden dört kilometre uzaklıktaki Asrî Mezarlığa âilecek gidip burada Kur’an okuyarak duâlar ederdik. Bu geleneği babamın ölümünden sonra devâm ettirdik. Ramazan ve Kurban bayramlarının arife günlerinde âilecek kabristanı ziyâret eder, sonra hep birlikte bir lokantada iftar yapar, böylece âile birlikteliğimizi pekiştirmeye devâm ederdik.”

Bu inancın ve ortamın çocuğu Lokman Abbasoğlu, erken yaşta yetkili ve yeterli bir imamdan Kur’an dersi almaya başlar. Kulağına küpe olacak nasîhatler dinler:

“Ula uşağım bir işi yapmadan evvel iyi düşün, elindeki imkânlarla şartları karşılaştır ve ona göre bir karar ver. Sonra verdiğin kararı uygula. Uyguladıktan sonra bir daha düşün.”

Yaz aylarında simit ve “akşam gazetesi” satar. Artık o, sosyaldir ve girgindir. Liseyi öğretmen adayı olarak ününü bizim de bildiğimiz, örnek aldığımız, efsâne müdür ve ünlü öğretmenlerin görev yaptığı bir okulda okur. Nejdet Sançar ve arkadaşlarının nezâretinde her hafta cumartesi öğleden sonra târihî Türk Ocağı’ndaki konferanslara gider. Yakalarında bozkurt rozeti ve tek sıra hâlinde Ankara’nın ana yollarında yürüyerek büyük târihçi Prof. Dr. Osman Turan ve ülkü devi Galip Erdem’den bilgilenme fırsatı bulur. Ankara’daki gençler arasında oluşan ilk Ülkücü çekirdekte yer alır. Artık o, bilgili ve ülkü sahibidir. Bu sâyede daha ilk yıl fakültede Ülkü Ocağı başkanlığına seçilir. Faâliyet alanı Ankara’dır ve daha sonra bütün Türkiye ve dışarısı olacaktır. Bu bilgi ile fakültede arkadaşlarına imamlık yapar. Asteğmen olarak askerlik yaptığı Kıbrıs’ta da Cuma ve Bayram namazları kıldırır. Bâzen sahrâda bazen metrûk binâları câmiye çevirerek hutbeler okur, vaazlar verir. Bu imamlığı eğitimci olarak rahmetli Yılmaz Saka ile bize de yapmıştı. Onların yatsı namazından sonra okudukları Amenerrasulü’nün duâ kısmı hâlâ kulaklarımda yankı bulur. Allah râzı olsun ve rahmet etsin. Bu donanım kendisini sâdece imamlıkta göstermezdi. Ülkücü şehitler için Ankara’nın büyük câmilerinde mevlitler okuturlar, hatta Hacı Bayram Câmi’nde okutulanında kaçak olmasına rağmen duâyı o yapardı.

“(…) Bütün şehitlerimizin dünyâdaki görevi sırasında ihlâslı, îmanlı bir hayat yaşadığına dâir hüsnüşehâdette bulunuyoruz. (…) Ülkücü şehitlerimizin kıblesi Efendimiz’in yolundan gitmekti. (…) Allah’a îman ettiler, her türlü sıkıntıya, ıstıraba ve çilelere katlanarak hak bildikleri yolda dosdoğru yürüdüler. (…) Senin engin rahmetine güvenerek ellerimizi göklere değil senin yüce dîvânına açtık. Yâ Rabbi, rahman ve rahim olan sensin. Senin müsâadenle şahâdet şerbetini içen Ülküdaşlarımıza kereminle, lütfunla, ikrâmınla muâmele eyleyerek onları cennetinde misâfir eyle. Onlara dünyâdaki amellerine bakarak değil de onların ihlâsına, samîmiyetine ve canlarını senin yolunda fedâ etmelerine bakarak muâmele eyle. (…) Yâ Rabbi, biz kardeşlerimize hüsnüşehâdette bulunuyoruz, onlara şehit sevâbı vererek onları affettiğin kullarından eyle. İlk şehîdimiz Ruhi Kılıçkıran’dan başlamak sûretiyle bugüne kadar komünistlerle yapılan mücâdelelerde canlarını fedâ eden ve kahpece vurularak şehît edilen tüm kardeşlerimize rahmetinle, lütfunla, kereminle muâmele eyleyip onları ikram ettiğin kullarından eyle.”

O günlerde ülkücüler, “Ülkü uğrunda gönüller delidir / Kişiler ülkü için ölmelidir.” diyorlardı. Bu sebeple kimse korkmadı, dönmedi, kaçmadı. Sırası gelen seve seve canını verdi, şehît oldu. Bu şehitler için duâ eden Lokman Abbasoğlu, arananlar arasında olduğu halde bir ihbâr üzerine yakalanıp Mamak cezâevine götürülünceye kadar üç yıl boyunca içeridekilere ve dışarıdakilere hep yardım etti. Yardımları organize etti. Evi irtibat bürosu ve barınaktı. Kalacak yeri olmayan bizim gibiler hiç yüksünülmeden misâfir edildiler. Bunda hanımı Nermin Bacı’nın büyük payı ve ödenemez emeği vardı. Bazen sayısı on – on beş kişiye varan misâfiri doyurmak ve temiz yataklarda yatırmak herkesin harcı değildir. Cenâb-ı Allah onlardan râzı olsun, umduklarına kavuştursun, evlâtlarının bütün mürüvvetlerini nasip etsin.

Söz konusu ettiğimiz donanım Mamak’ta da kendisini gösterir. Kafes, koğuş, zindan, tecrit, hücre… Her zeminde ibâdet görevini yapar, muntazam olarak Kur’an’ı hatmeder, fırsat bulursa yine imamlık yapar, Kur’an dersi verir, vaaz ve nasîhat eder. Ortaya iyice konmuş ve anlatılmış olan işkenceden, zulümden bilerek bahsetmiyorum. Bu o kadar güzel şeyin arasına o insanlık dışı şeyleri karıştırmak istemiyorum. Bunları bize her zaman lâzım olan kahraman Türk ordusuna yakıştıramıyorum. Ben ordumuzu, en son Kore’de gösterdiği insanlık ve kahramanlık ile hatırlamak istiyorum. Memleketi yönetemeyenler, güvenliği sağlayamayanlar veya sağlamak istemeyenler nesilleri sık sık hebâ ettiler. Gençleri yabancı ve çarpık ideolojilere kaptırmak suçu onların. Gençleri millî ülkü ile donanmış olarak çağın ilimleri ile Türk töresine göre yetiştirselerdi ordusuna kurşun sıkan hiç kimse çıkmazdı. Kalkınmamız için gerekli imkân ve zamânı bulur, mutlu ve müreffeh olurduk. Bu ayıp, ülkücü veya devrimci gençlerin değil âcizlik ve gâfillikten yetkilerini kullanmayanlarındır.

Lokman Abbasoğlu, tahliyeden sonra ticarete atılır ve ikinci yılın sonunda zekât verebilir duruma gelir. Şimdi rahat ve huzur içinde bir iş insanı olarak hayâtını Ankara’da îman ve Ülküsünün doğrultusunda devâm ettiriyor. Sağlık ve âfiyetle hep böyle gider inşallah. Bir gün Ramiz Ongun, bazı eğitimci arkadaşlarıyla Lokman Abbasoğlu’nu bürosunda ziyâret eder. Merhum Alparslan Türkeş’in kendisinden, eğitimcilerin MHP’ye dönmelerini istediğini söyler. Bu dâvet üzerine MHP’ye katılımı parti yönetiminin Odalar Birliği Salonu’nda düzenlediği bir etkinlikle gerçekleşir. Kayıt belgelerini bizzat Alparslan Türkeş imzalar. Bütün teşkîlâta bu arkadaşların “Parti Müfettişi” olarak görevlendirildiği bildirilir. Her bir eğitimciye çalışacağı iller belirtilerek hepsi göreve başlatılır. Bir yandan eğitim çalışmaları hayâta geçirilirken öte yandan parti kongreleri yapılır. Lokman Abbasoğlu, Antalya ve Eskişehir’de konferanslar verir. Her şey böyle hız ve heyecanla giderken o acı haber duyulur. Başbuğ, Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Toparlanma durur. Lokman Abbasoğlu aktif politikadan uzaklaşma kararı alır. “Eninde sonunda toparlanıp gene vatan sevdâsında bütün Ülkücüler birlikte olacağız ve ülke bizimle şahlanacak.” der. Bir ilâhiyatçı ve kültür adamı olarak insanları iyiliğe iletir, kötülükten sakındırır. Teknoloji vâsıtasıyla tebliğ ve irşat faâliyetlerine devâm eder. İmamı olmayan, imamı mâzeretli olan câmi ve mescitlerde namaz kıldırır, hutbe okur, vaazlar eder. Üslûbu ve yaklaşımı sâyesinde cemâat onu dinlemek için namaza erken gelmeye, câmide yer bulamamaya başlar. Nakledilecek daha çok şey var ancak bu örnek şahsiyete ve fikriyâtımıza dâir bilgilere biraz da bizzat kitaptan ulaşılmalı diye düşünüyorum. Özellikle Abbasoğlu çiftinin düğünlerini bugünkü ekonomik ortamda gençlerimizin örnek alabileceklerini düşünüyorum. Birkaç kısa alıntıyla yazıma son vermek istiyorum.

Bir gönül dostundan: “Lokman Abbasoğlu Hocam’ın eğitim seminerlerinde onun renkli fikirleri yanında aramızda slogan haline gelen tespitleri de oluyordu. İltifat etmeyi bilmeyenler evlenmeye kalkmasın, kaydettiğim sözlerinden biridir.”

Başka bir gönül dostundan: “Lokman Abbasoğlu; Türk’ü İslâmsız, İslamiyet’i Türksüz tahayyül ve tefekkür edemez.”

Lokman Abbasoğlu’na göre “Milliyeti reddetmeyen dînî anlayış, dînin ta kendisiydi. Dîni reddetmeyen bir milliyet anlayışı, milleti pekiştirecek tek çıkar yoldu. Türk olmak Allah’ın bir takdiriydi. Türk olmaktan gurur duymak, Türk milletini diğer devletlerin üstünde görmek değildi. Türk milletinin mefkûresi târihin seyri seferinde Allah’ın adâletini yeryüzünde hâkim kılmaktı.” ve “Ülkücü kendinden önce karşısındakine kıymet veren, fedakâr olan, konu vatan ve nâmus olunca gözünü budaktan sakınmayan kişidir.”

Son söz olarak kendilerini tanıyıp onlara güzel ortamlarda hitâp ettiğim, bana ümit peydahlayan, ufukta ışık olduğunu düşündüren “Yeni Ufuk”un mensuplarına diyorum ki Lokman Abbasoğlu madde mânâ dengesinde hem Müslüman hem Türk olarak hayâtın içinde işte böyle yetişmiş. Sâdece kendiniz için değil ileride büyütüp yetiştireceğiniz veya yetiştirmekte olduğunuz çocuklarınız için bunu daha çok önemseyin. Müslümanlığı daha çocukken liyâkat ve ehliyet sâhibi kimselerden, Türklüğü en gözde ülkücülerden öğrenmek herkese nasip olmayabilir. Ancak bu imkânlar ve ortam edinilmeye çalışılabilir. Dünya boş değil, analar gözdeler dünyaya getirmeye devam ediyor. Arayalım, bulalım!

Cenâb-ı Allah’a emânet olun.[2]

[1] Aynı dosyadan yargılananlar cezâevinde birbirlerine cürüm derler.

[2] Kitap şu adresten temin edilebilir: LENA Tarım Ürünleri Üretim Pazarlama Dış Tic. Ltd. Şirketi Arı Sanayi Sitesi 1469. Sokak No: 63 Ostim / Ankara. Telefon: 0 312 395 66 53

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.