Filmler, diziler ve animasyonlar… Anlatılmak istenenin görüntü ve diyaloglar yoluyla muhâtabına ulaştırılması… Bâzen gerçek insanlar ve dekorlar bâzen de sâdece çizgiler… Sinema eskiden sâdece salonlarda beyaz perdeye aktarılırken günümüzde teknolojinin gelişmesiyle berâber her zaman her yerde ulaşılabilen bir hâle geldi. İster evinde dinlenirken ister bir yere seyahat ederken, istersen de ofiste çalışırken. Böylece sinema sâdece ayda bir arkadaşlarla berâber yapılabilen bir sosyal etkinlik olmanın yanı sıra insanlar için bir hobi, bir rutin hâline geldi. Bu yaygınlaşma ve popülerleşme sonucu sinemanın zihin dünyâmıza ve kültür hayâtımıza olan etkileri önemli düzeyde artmaya başladı. Yazımızın genel istikâmeti de bu etkilerin iyi ve kötü sonuçları nelerdir ve bu etkileri nasıl kendi lehimize döndürebileceğimiz üzerine olacaktır.

Sinemanın etkilerini detaylı bir şekilde incelemeden önce sinemayı tam olarak tanımlamamız lazım. Yukarıda da belirttiğimiz gibi sinema; film, dizi ve animasyon olarak üç ana başlık altında toplanabilir. Yazının geri kalanında da sinemadan kastımız beyaz perdeden ziyâde bu olacaktır. Sinema halk arasında genelde görsel bir eğlence aracı olarak bilinir fakat bu tanım bizce eksiktir. Sinema görsel bir eğlence aracı olmanın yanı sıra başka yaşamları tecrübe edinme fırsatıdır. Yâni sinema izleyen kişi sâdece eğlenmekle kalmaz, tecrübe eder. Yaşananları kendi de yaşar ve hayâtında bir yere koyar. Bu tecrübelerin iyi sonuçları olduğu gibi maalesef kötü sonuçları da vardır. Bu kötü sonuçları azaltıp iyi sonuçlarını arttırmak bizim elimizdedir. Bunu yapabilmek için de kötü ve iyi sonuçların neler olduğunu ve nasıl ortaya çıktıklarını anlamamız lazım.

Sinemanın yaygınlaşması ve bu denli insanlara etki edebilmesi kontrol altına alınamazsa çok tehlikeli sonuçlar doğurabilir hatta doğurmaya başlamıştır. Sinema sektörünü elinde tutan yönetmenler, senaristler, yapımcılar, eğitmenler kasıtlı veya kasıtsız durumu çok daha kötüleştirmektedir. Artık sinema sektörü Türk milletine büyük zarar vermeye başlamıştır. “Nasıl bu kadar büyük bir zarar verebilir ki sâdece bir film” diye sorabilirsiniz. Maalesef olay o kadar basit değil. Yukarıda sinemanın tanımını yaparken de bahsetmiştik. Sinema sâdece bir eğlence aracı değil aynı zamanda farklı zamanları, dünyâları, olayları, karakterleri deneyimleme ve tanık olma fırsatıdır. Fakat tüm gerçekliğiyle değil size nasıl yansıtıldıysa o hâliyle. Sıkıntı da burada başlıyor. Sinema öyle etkili kullanılıyor ki insanlara dayatılmak istenen şeyi karşı tarafa çok zıt olsa bile onun kabul edebileceği şekilde yansıtıp farklı açılardan gösterip karşı tarafa aktarabiliyor. Günümüzde gençler arasındaki sosyalleşmenin azalması ve teknolojiye bağlı yaşamanın artmasıyla berâber oluşan ortam bu etkilenme sürecini hızlandırmıştır. Gençlerimiz dışarıda vakit geçirmediğinden, yeni insanlarla tanışmadıklarından hayâtı sâdece ekran başında yakalayabilmektedir. Tabiî ki yakaladıkları hayat önce başkalarının ellerinden geçip düzenlenen ve oluşturulan bir hayat. İsterseniz bu etkilenme durumunun tehlikesini ve nelere yol açabileceğini daha iyi anlamak için bazı örnekler verip işin detayına girelim.

Bir genç düşünelim. Bu gencimiz lise okuyor. Hayâtı gâyet sıradan ve monoton ilerliyor. Sabah kalkıp okuluna gidiyor. Okulu bitince evine geliyor ve evinde zaman geçiriyor. Denk gelirse ayda iki üç kere arkadaşlarıyla dışarı çıkıp geziyor. Bu gencin en sevdiği şey film ve dizi izlemek. Açıyor karşısına Netflix’te yayınlanan bir gençlik dizisini; dizide ortam şâhâne, kızlar okulda sanki podyuma çıkar gibi geliyor, erkekler çok havalı kravatlar atılmış gömlekler dışarıda… Herkes birbirinden hoşlanıyor, haftada bir başkasından hoşlanılıp takılıyorlar(!). Hatta kızlar kızlardan, erkekler erkeklerden hoşlanıyor. Tâbiri câizse kimin eli kimin cebinde belli değil. Her akşam bir parti, içkiler havada uçuşuyor. Dersler zâten hak getire. Kimsenin başarılı olmak gibi bir derdi yok. Bunları gören arkadaşımız ilk başta “Bu ne biçim dizi böyle şeyler mi olur lisede?” diyor fakat içten içe hoşuna da gidiyor. Kimin hoşuna gitmez ki böyle bir hayat. Yukarıda da dediğimiz gibi sinema bir simülasyon, farklı hayatları tecrübe etme fırsatıdır. Arkadaşımız diziyi izledikçe bu yaşam tarzındaki tecrübesi artıyor ve gitgide kendini bu hayâta kaptırmaya başlıyor. Diziyi izlerken gâyet mutlu, sanki kendisi de dizide bir karaktermiş gibi eğleniyor. Fakat okula gidince hayat bir anda sıkıcı hâle geliyor. Durum böyle olunca arkadaşımız bu sıkıcılıktan kurtulmak için dizideki karakterler gibi hareket etmeye başlıyor. Verdiği kararları bu yönde veriyor. Bu arkadaşımız maalesef tek bir kişi değil. Lisedeki çoğu genç böyle düşünmeye başlıyor ve bir de bakmışsın Türk liselerinin dizilerdeki aşırı ve abartılı liselerden hiçbir farkı kalmamış. Maalesef gençlerdeki bu değişimi gözlemleyebilen öğretmenlerimiz çok az. Aynı şekilde âileler de günümüz yoğunluğundan dolayı çocuklarıyla ilgilenememekte. Bundan dolayı bu değişim durdurulamıyor.

Sinema sektörünün devlerinden biri olan Netflix yukarıda vermiş olduğumuz örneğin baş sorumlusu diyebiliriz. Dünyâdaki bütün millî kültürleri yok edip sâdece tüketmek için yaşayan bir toplum inşâsına başlamış olan bu şirket maalesef hedefine emin adımlarla ilerlemekte. Ürettiği dizi, film ve animasyonların üretim aşamasında senarist ve yönetmenlere koyduğu yazılı olmayan bâzı kurallar sâyesinde kendi içinde mükemmel bir tutarlılık sağlayabilen bu şirket, ürettiği yapımlardaki özgürlükçü ve ferdiyetçi hava sâyesinde yukarıda bahsettiğimiz şekilde gençlerimizi zehirlemeye devam etmekte. Gençlerimizin zihnini devamlı sûrette sapık kadın-erkek ilişkileri, eşcinsel ilişkiler, alkol, partiler gibi zararlı ve kültürümüze zıt unsurlarla doldurup millî çizgiden uzaklaştırmaktadır. Günün sonunda Türk milletinin geleceğini tâyin edecek gençlerimizin âile ve ahlâk yapısı bozuluyor ve değiştiriliyor. Türk gençleri bir tüketim topluluğu oluşturmaya başlıyor.

Bir örnek daha verelim. Bu sefer ilkokul seviyesinde öğretim gören bir Türk çocuğu düşünelim.  Hâliyle herhangi bir ders veya kendini geliştirme kaygısı yok. Arkadaşımız eve geliyor ve televizyonu açıp çizgi film izlemeye başlıyor. Çizgi filmde süper kahramanlar havada uçuyor. Gözlerinde lazer atanlar mı dersiniz, tek koluyla uçak kaldıranlar mı dersiniz… Çocuğumuzun bunlar hâliyle hoşuna gidiyor ve izlediği bölümle sınırlı kalmayıp diğer bölümleri de merak ediyor. Bunları izledikçe bu kahramanlar artık onun için bir örnek insan modeli hâline gelmeye başlıyor. “Bunda ne sıkıntı var kahramanlar iyi insanlar, iyi işler yapıyorlar, onları örnek almayacak da kimi örnek alacak?” diyebilirsiniz. Hemen cevap vereyim. O yaşlardaki bir çocuk örnek almakla taklit etmek arasındaki farkı anlayamaz. Yaptığı iyi hareketleri örnek alırken aynı zamanda hayat tarzını, giyimini, sosyal ilişkilerdeki tercihlerini de taklit eder. İşin sonucunda günümüzde üretilmiş süper kahramanların ve fantastik karakterlerin üretildiği millete farkında olmadan bir âidiyet hissetmeye başlar.

Verdiğimiz bu örneğin de baş sorumlusu sinema sektörünün bir numaralı devi olarak nitelendirebileceğimiz şirketler üstü bir eğlence oluşumu olan Hollywood diyebiliriz. Dünyânın en emperyalist ülkesi olan Amerika’nın dünyâya sunduğu en büyük sinema oluşumu. Tabiî ki de işin başında Amerika varsa kültür emperyalizmi de işin içine otomatik dâhil oluyor. Ürettikleri her yapımda en az bir kere Amerikan bayrağının gösterilmesi hatta bunun için yapım şirketlerine para ödenmesi, Amerika’nın her zaman kurtarıcı ve kahraman olması, dünyâda en çok para kazanan on filmin üçünü çeken yapım şirketinin ana karakterlerinden birinin üzerinde Amerikan bayraklı kostüm ve kalkan taşıması gibi detaylar yukarıda da bahsettiğimiz gibi gençlerimize Amerikan sevdâsı aşılıyor. Maalesef bu durum günümüzde Amerikan özentisi, Fransız özentisi diye tâbir ettiğimiz Türk gençleri oluşturmaya başlıyor.

Şu ana kadar verdiğimiz örnekler sinemanın gençlerimizin zihin dünyâsına ve dünya görüşüne olan etkileri üzerineydi. Fakat sinemanın etkileri bununla sınırlı değil. Sinemanın kültürümüze olan etkileri de epey fazla. Maalesef ki günümüzde yaşadığımız kendi kültürümüze olan uzaklık durumu ve başka kültürlere duyulan sempati ve benimseyişin ana sebeplerinden biri sinemadır. Diğer milletlerin kendi kültürlerini başka milletlere aktarması ve aşılaması için kullanabileceği en kolay ve etkili olan bu silahı bizim dışımızdaki milletler gâyet iyi ve akıllıca kullanırken maalesef biz bu silahla kendimizi vurmaktayız. İsterseniz hemen bir örnek vererek durumun vahimliğini daha iyi anlayalım.

Rocky film serisini birçoğunuz izlemişsinizdir. İzlemediyseniz bile duymuşsunuzdur. En azından “Acı yok Rocky” repliğini bilmeyen yoktur. Gelin hemen bu film serisinin bizim milletimiz üzerindeki etkilerine bakalım. Bu seri tüm dünyâda sevildiği gibi bizim tarafımızdan da epeyce sevildi ve izlendi. Filmin izleyenin içinde oluşturduğu “Gaza gelmek” diye de adlandırılan motivasyon ve şevkle berâber boks sporuna büyük bir ilgi oluşturdu. Bu ilgiyle berâber birçok kişi boks sporunu öğrenmek için kurslar aramaya başladı. Bu ihtiyaca binâen birçok boks kursu açıldı. Bu süreçle berâber yavaş yavaş boks sporu milletimiz içinde benimsendi ve yayıldı. İşin sonucunda kendi kültürümüzden gelen felsefesi bize ait olan sporları terk edip bizim kültür kodlarımıza yabancı, felsefesi bize uzak bir sporu benimsedik ve sahiplendik. Aynı şeyleri Asya dövüş sanatları için de söyleyebiliriz. Günümüzde tüm Türkler arasında bir anket yapsak ve “Hangi sporlarla ilgilendiniz veya öğrendiniz?” diye sorsak futboldan sonra -ki o bambaşka bir hikâye- boks, kick boks, karate ve tekvando gelecektir. Bence bu bile sinemanın bir millet üzerindeki etkilerinin büyüklüğünü gâyet net bir şekilde gösterir.

Şu ana kadar hep yabancı yapımlar üzerinden örnekler verdik ve konuştuk. Bizim bu yapımların karşısında duracak, bu etkilenme sürecini engelleyip lehimize çevirecek yerli yapımlarımız hiç yok mu? Maalesef birkaç istisnâ hâriç hayır. Hadi gelin yerli sinemamızı güzelce ele alalım. Türk sinemasının üç aşaması vardır diyebiliriz. 90’lar öncesi, 90’lar ve sonrası, dijital sinema dönemi. 90’lar öncesinde durum hiç de iç karartıcı değildi. Prodüksiyon olarak dönemin biraz gerisinde kalsa da içerik olarak Türk kültür kodlarına ters düşmeyen, doğru târih anlatımını sinemayla düzgün bir biçimde buluşturan yapımlar ortaya çıkıyordu. Sonrasında darbe sonrası yönetim ve Turgut Özal’la berâber başlayan bir eğlence düşkünlüğü ve Amerikan hayranlığı dönemi başladı. Bu dönemden sinemamız da alacağını aldı ve temelleri olduğu gibi değişti. Artık sinemada gösterilen örnek hayatlar ve karakterler Türk gibi yaşamıyordu. Türk gibi yaşamak sinema özelinde gerici, yobaz bir yaşam tarzı hâline geldi. Artık internetin ve sosyal medyanın iyice yaygınlaşmasıyla Netflix, Amazon, Apple gibi şirketler kendi dijital sinema sektörlerini oluşturmaya başladılar ve yeni bir sinema devri başladı. Türkiye’nin bu devri yakalaması da çok uzun sürmedi. Hem kendi sinema platformlarımızı oluşturduk hem de yabancı platformlarda içerik üretmeye başladık. Bu dönemin iyi yanı prodüksiyon açısından ilerleme kaydetmemiz oldu. Özellikle 90’lar ve sonrasında dünya sinemasıyla olan prodüksiyon farkımız gitgide açılmıştı fakat teknolojik sinema dönemiyle berâber yavaş yavaş arayı kapatmaya başladık. Maalesef dijital sinema dönemi getirdiğinden çok daha fazlasını götürdü ve götürmeye devam ediyor. Teknolojik sinema döneminde 90’lar sonrası sinema döneminin konjonktürü devam etti hatta daha da körüklendi. Bahsettiğimiz ikinci dönemin son kısımlarında AKP yönetimi baskıcı bir şekilde sinemaya sansür uygulamaya başladı. Cinsel sahneler, küfürler, argolar, sigara, alkol ve uyuşturucu maddeler artık sinemada gösterilmemeye başladı. Bu sansürlerin bazıları doğru olsa da uygulanma şekli ve diğer sansürlerin iyice saçma bir hâle gelmesiyle dijital sinema döneminde sinemamız patlak verdi ve önceki hâlinden çok daha ahlâktan yoksun, Türk kültüründen uzak bir hal aldı. Özellikle dijital Türk sineması maalesef yukarıda bahsettiğimiz örneklerden çok farklı yapımlar üretemedi. Genel tabloya bakacak olduğumuzda görüyoruz ki kendisi de üretse, dışarıdan ithal de etse Türk sineması dışa bağımlı hâlde.

Bu kadar sorundan ve kötü gidişattan bahsettik. Peki bu sinema hiç mi hayırlı bir şey değildir? Hiç mi yararı yoktur? En başta söylediğim gibi sinema tek başına yararlı veya zararlı bir şey değildir. Sinema bir silahtır. Bu silahı nasıl kullandığınız size kalmış. Biz bu silahı şu anda kullanmasını bilmiyoruz. Silahla ateş ediyoruz, kurşun saçıyoruz. Nâdir de olsa bazı kurşunlar hedefe yaklaşıyor. Bazıları alâkasız noktalara gidiyor. Bazıları sekip bize saplanıyor. Peki bu silahı kullanmayı nasıl öğreneceğiz? En başta hedefi doğru bir zemine oturtmamız gerekiyor ki kurşun hedefe ulaştığında saplanıp kalsın sekip bize girmesin. Buradaki görev Türk milliyetçisi aydınlarındır. Hedefi doğru bir şekilde belirleyip yönetmenleri ve senaristleri hedefe kilitleyip üretime başlamalarını sağlamak. Sonraki adım en kaliteli silah ve kurşunu kullanmak. Buradaki görev yönetmen, senarist ve yapımcıların. Ellerinde bulunan silahı her dâim geliştirmek ve en iyi hâle getirmeye çalışmaları lâzım ki işin sonunda doğru hedefe yönelik üretimler yapıldığında ortaya çıkan sonucun kalitesizliğinden ötürü milletimiz tekrardan dışa bağımlı hâle gelmesin. Son adım da etrafa saçılacak ve kendimize doğru gelecek olan kurşunlardan korunmak için bir kalkan inşâ etmektir. Buradaki görev de milletimizindir. Her ne kadar hedef doğru belirlenip kurşun sıkılsa da etrafa saçılıp kendimize seken kurşunlar olacaktır. Bunlardan korunmamız için bizim izlediğimiz şeyleri belli bir süzgeçten geçirmemiz lâzımdır. Kendi süzgecimizden geçmeyen yabancı maddeleri alıp çöpe atmasını bilmeliyiz.

Elimden geldiğince sinemanın günümüzdeki önemini ve nelere yol açabileceğini anlatmaya çalıştım. Sinema, Türk milliyetçilerinin savaşması gereken yüzlerce cepheden sâdece bir tanesi. Azmimiz ve gayretimizle bu cephelerin hepsinden teker teker zaferle çıkacağız. Allah haklı olan dâvâmızı gâlip kılsın.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.