Son zamanlarda, muhtelif medya mecrâlarından tâkip edebildiğim kadarıyla ülkemizin gündeminde olan bir mesele vardır. Bu mesele milliyetçilik meselesidir. Toplumumuzun neredeyse her kesiminden insanlar, milliyetçilik üzerine söylediklerinin doğruluğuna yâhut yanlışlığına en ufak bir dikkat ve hassâsiyet göstermeksizin söz söylemektedirler. Fakat bu yeni bir şey değildir. Cumhuriyet târihîmiz boyunca Atatürk dönemi ve Alparslan Türkeş dönemi MHP’si müstesnâ olmak üzere diğer iktidarlar dönemlerinde milliyetçilik, muktedirlerin ağızlarında popülist bir söylem olmuştur. Bu durum, bugün de böyledir. Kürsüye çıkan çoğu siyâsî, bu konuyla alakalı asgarî bir slogan atar. Hele biraz da heyecanlıysa sloganların sayısı çoğalır. Ekran başına geçen ve kendilerini halka sözüm ona münevver diye takdim eden yarı münevverler, bu hususta iki çift lâf etmeden koltuklarında rahat oturmazlar. Yarın sabahki gazeteye fıkra yazmak üzere kalemi ellerine alan fıkra yazarları, leyhte, aleyhte veyâhut arka planda bu hususa ait bir îmâda bulunmazlarsa o gece rahat uyuyamazlar. Daha ziyâde misale lüzum görmüyorum. Hulâsa milliyetçilik dillerde pelesenk ağızlarda sakıza dönmüştür. Ne yazık!
Mâzur görünüz, durumun garâbet ve vehâmetini daha vâzıh bir şekilde ortaya koyabilmek açısından burada çok yakın bir târihte vukû bulmuş bir komedyaya değinmeden geçemeyeceğim. Daha iki üç hafta evvel bir televizyonda “Milliyetçilik nedir, ne değildir?” konulu ve tartışmacılarının arasında birçok ideolojiye mensup kimselerin bulunduğu bir tartışma programı gerçekleştirildi. Pek tabiî, Türk milliyetçisi olmak gibi büyük bir iddianın sâhipleri olarak bizler, programı başından sonuna kadar seyrettik. Bereket ki konusu bu kadar teorik olan ve doğrudan doğruya Türk milliyetçiliğinin mâhiyeti ile alakalı bulunan bir konu etrafında şekillenen tartışmada(!) Türk milliyetçiliğinden başka hâli hazırdaki iktidarın muhtelif sahalardaki politikalarından tutun da bilmem hangi fabrikadaki işçilerin grev haklarının kısıtlanmasına kadar her şey konuşuldu. Tartışma sanatının usûl ve inceliklerinden bîhaber olan bu grubun vehâmeti, bundan ibâret değildir. Stüdyodaki kimseler, bâzıları müstesnâ olmakla beraber Türk milliyetçiliğinin ne olup ne olmadığından o kadar uzaktılar ki hâli hazırda orada bulunan ve kendilerini evvelâ Liberal, Marksist, Sosyalist, Anarşist ve Devrimci gibi ideolojik kimliklerle tanımlayan kimseler bile programın sonunda en iyi milliyetçi ve vatanseverin kim olduğu konusunda amansız bir yarışa tutuştular. Görünen o ki bu elim ve vahim durum yalnızca Türk milliyetçiliği için cârî değildir. Fakat biz, Türk Milliyetçisi olmak iddiası taşımamız dolayısıyla milliyetçilik üzerinde duracağız. Evet efendim, medya ve siyâsetteki milliyetçiliğin hâli budur. Varınız ağlayınız!
Neyse ki Türk milliyetçiliğinin fikrî, akademik, siyâsî ve ideolojik târihinden ve Türk milliyetçiliğinin daha dün gökten zembille inmediğinden dolayısıyla yeni bir takım garip tanımlamalara ihtiyaç duymadığından, ihtiyâca binaen çağın husûsî şartlarına göre doğup geliştiğinden haberdar olan bizler, gâyet müsterihiz. Yukarıda hakkında intibâlarımızı arz ettiğimiz komedi gösterisine sebebiyet teşkil eden kimselerin gülünç hallerinin ve gösterinin komedi olmasının temel nedeni, oyuncularının- bazı kimseler müstesna- mütekâmil bir dünya görüşü olan Türk milliyetçiliği hakkında en ufak tutarlı bir mâlûmata sâhip olmayışlarıdır. Bizim müsterih olmamızın temel sebebi ise, Türk milliyetçiliğinin ne olup ne olmadığını çok iyi bildiğimizi çok güçlü bir şekilde iddia ediyor oluşumuzdur. İspatımız da vardır. İspatımız istinat noktasını romanesk fantezilerden değil doğrudan doğruya Türk cemiyetinin tabiatından alır. Türk milliyetçiliğinin mâhiyetini zamanlarına göre İsmail Gaspıralı Bey, Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Mümtaz Turhan, Erol Güngör, Nevzat Kösoğlu, İskender Öksüz gibi münevverlerimiz gayet sarih bir şekilde ortaya koymuşlardır. Bu vaka, Türk milliyetçiliğinin artık üzerine söz söylenmez, tenkit ve tartışmaya kapalı, yorum ve değerlendirme kabul etmez bir dogma olduğu mânâsına gelmez. Bilakis o, cemiyet tabiatının bir kanunu olan tekâmüle açık bir dünya görüşüdür.
Fakat iş bu vak’a, arzu eden her kimsenin Türk milliyetçiliğini toplum tabiatından tecrit edilmîş bir şekilde, kendi düşünce yapısı ve kalıbına uydurmaya çalışmasına, ona olur olmaz yeni birtakım vasıflar ekleyip yâhut onun doğası gereği mâhiyetinin bileşenlerinden olan birtakım niteliklerin sökülüp atılmasına katî sûrette mâni olur. Durum böyle olunca kendilerini Liberal, Marksist, Anarşist vb. olarak nitelendiren kimseler söz konusu ideolojilerin teorik alt yapıları gereği aynı anda hem liberal hem milliyetçi hem Marksist hem milliyetçi hem anarşist hem milliyetçi olamazlar. Mutlak sûrette birinden feragat îcap eder. Ayrıca bu durum iddia sâhiplerinin yalnızca Türk milliyetçiliğini değil aynı zamanda liberalizmi, Marksizmi, anarşizmi bilmedikleri mânâsına gelir ki o zaman da tartışmanın teması içerisinde kendine yer bulan konuların hiçbirinin mâhiyetine vâkıf olmayan kimselerin bâzı güdük ve kısır ezberlerle tartıştıklarını görürsünüz. Sorarım size bundan daha acı bir tablo bulunabilir mi?
İdeolojiler, insanların muhtelif anlarındaki ruh hallerine göre sâhip olup benimseyecekleri şeyler olmadıkları gibi mütekâmil birer fikir sistemi olmaları dolayısıyla da hâricî olarak akıl ve mantık süzgecinden geçirildiklerinde iki muârız ideolojinin aynı anda aynı zihinde yâhut sosyolojide bulunamayacağı gün gibi âşikâr olur. Bunların mâlûm olduğu yerde ise söz konusu iddia sâhiplerinin iddia ve söylemleri, gülünç birer hezeyan olmaktan, bir araya gelip ilgili iddialarını birbirlerine telkine çaba sarf ettikleri programlar da komedi gösterisi olmaktan ileriye gitmez. Şimdi şunu söylememiz îcap eder. Bir kimse Türk milliyetçisi olmak iddiasında ise onun îcaplarını bilmek ve onlara kat’î sûrette uymak zorundadır. Doğru milliyetçileşme budur, yanlışı zâten bu yazının sebebidir.
Şimdi bu komiklikleri bırakıp emniyet olması açısından Türk milliyetçiliğinin ne olup ne olmadığına bakalım. Onun hakkında yapacağımız bu yorum ve değerlendirmeler az evvel yukarıda isimlerini zikrettiğimiz ve “Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi” târihinde mümtaz yerleri bulunan münevverlerimizin Türk milliyetçiliğine getirdikleri tanımlara moda olduğu üzere elbette muhalîf değil, bilakis onları destekleyici mâhiyette olacaktır.
Evvelâ bu yazının sebebini de oluşturan hassâsiyetimiz dolayısıyla Türk milliyetçiliğinin ne olmadığını belirtelim. Adına Türk milliyetçiliği dediğimiz, bizim düşüncelerimize ve dolayısıyla onların müşahhas hayâta birer tatbiki olan davranışlarımıza, tavır alış ve ifâdelerimize istikamet ve ölçü tâyin eden dünya görüşü; bir gençlik fantezisi, hallere göre ortaya çıkan hissî bir reaksiyon yâhut buhran dönemi modası değildir. Bilakis o, bütün hayat safhalarına şâmil, hakîkî bir zâviye ve eylem biçimidir. Fikir sistemi olması nedeniyle bir gâyesi, gâyeye ulaşmak istikametinde benimsediği bir yöntemi, bu süreçte ve daha sonrasında kullanacağı kabulleri ve uygulama planları vardır.
Türk milliyetçiliği, bir ideoloji olmasından mütevellit vaat ettiği içtimâî, siyâsî, hukûkî, iktisâdî, ahlâkî, entelektüel bir nizam ve intizâmı vardır. Vaat ettiği bu düzen, onun gâyesini teşkil eder. Zîra Türk milletinin her sahada yücelmesini ve her dâim bâkî kalmasını bu düzende görür. Yalnız bu noktada dikkat edilmesi lâzım gelen bir hususu belirtmek zarûreti vardır. Türk milliyetçiliğinin ön gördüğü ve çeşitli vâsıtalarla ulaşmaya çalıştığı içtimâî nizam, muhayyel bir ütopya değildir. Zîra o, kitaptan değil hayattan ve içtimâî şe’niyetten doğar. Hareket noktası ideal değil realitedir. Türk milliyetçiliği kendisine birtakım süslü fantezileri değil yalnızca müşâhedeyi ve tecrübeyi rehber edinir. Dolayısıyla hayatla temasında onunla bütünleşir ve diğer bâzı ideolojilerde olduğu gibi teorik altyapıyı ciddî derecede tahrip ve ihlâl eden revizyonlarla sükûtu hayâle uğramaz. Zîra o, realiteden doğar ve idealinin hududunu yine realite tâyin eder. Bahis mevzû olan realite; Türk milletinin husûsiyetleri târihî, dili, kültürü, inanç sistemi, menfaatleri ve hâli hazırdaki sosyal yapısıdır. Türk milliyetçiliği doğrudan doğruya Türk cemiyetinin bünyesinden neşet eden ciddî bir olgudur.
Yukarıda Türk milliyetçiliğinin başlı başına bir dünya görüşü olduğundan söz açmıştık. Bir fikrin dünya görüşü olması, insana ve insan kaynaklı olan her şeye insan cemiyetlerine ve cemiyet münâsebetlerine muayyen bir zâviyeden bakmayı ifâde eder. Türk milliyetçisi de Türk milliyetçiliğinin emrettiği zâviyeden bakar. Bilcümle vakaları bu muayyen zâviyeden değerlendirip yorumlar. Bir misal vermek lâzım gelirse, mesela târihi ele alalım. Pek tabiî burada sözünü ettiğimiz târih, bilim disiplini olan târih değildir. İnsan topluluklarının daha sonra içtimâî tekâmül neticesinde “millet” adını alan muayyen ve orijinal husûsiyetere sâhip insan topluluklarının geçmişinin toparlandığı, düşünüldüğü, konuşulduğu ya da yazıldığı (hepsinin de yazılı olması gerekmeyen) bir dizi biçimi kastediyoruz. Türk milliyetçisi târihi; ilmî hakîkatlere göre henüz pek sarih olmayan târihî bir süreçten sonra milletler mücâdelesi olarak değerlendirip yorumlar. Dünya târihini bin yıllardır millet adı verilen cemiyet biriminin uyguladığı politikaların şekillendirdiğini bilimi referans alarak ifâde eder. Bunun bir târih idealizmi değil, ilmî tespitlere sâbit bir sosyal vak’a olduğunu bilir. Bununla beraber târihin çeşitli dönemlerinde bâzı coğrafyalarda belirleyici unsurların milletten başka grupların politika ve davranışlarının olduğunu da kabul eder. İşte bu görüş ve değerlendirme bir dünya görüşünü ortaya koyar. Bunun yanında mukayese açısından başka bir dünya görüşünü ifâde eden Marksizmin târih görüşünü ele alalım. Marks, insanlığın bir dizi içtimâî aşamadan geçtiğini ve geçmeye devam edeceğini söyler. İlk önce özel mülkiyet ilişkilerinin olmadığı bir toplum biçimi sonra egemen bir gücün olduğu efendi ile kölenin bulunduğu bir düzen daha sonra mülkiyet ilişkilerinin değiştiği feodalizm dönemi ve nihâyetinde kapitalizm çağının geldiğini öne sürer. Marks’ın târih anlayışı bununla da kalmaz. O, târihe bakarak geleceği de âdeta bir müneccim edâsıyla tahmine kalkar. Kapitalizm çağından sonra özel mülkiyetin yerini toplumsal mülkiyetin alacağı Sosyalizm dönemi gelecek ve belki târihîn sonu olarak nitelendirilebilecek parasız, sınıfsız ve devletsiz bir dönemi müjdeler: Komünizm. Bu aşamalardan bir diğerine geçişin belirleyici unsuru ise üretim tarzlarındaki değişmelerdir. Yâni iktisattır. Üretim tarzlarının değişmesindeki yegâne âmil ise sınıflar arası çatışmalardır. Bu diyalektik bir süreçtir ve karşıtlar arasındaki çatışma yerini yeni bir senteze bırakıyordu. Daha evvel ezilen/söndürülen bir sınıf bir sonraki düzende iktidar oluyordu. Sonra yeni bir içtimâî katmanlaşma sınıf çatışmalarını yeniden doğuruyordu ve bu mücâdele tüm sınıflar ortadan kalkana kadar devam edecekti. Yâni târihi içtimâî sınıflar şekillendiriyordu. Marks’a göre tüm insanlık târihi bundan ibâretti. Burada îzah edilen Marksist târih anlayışının doğruluğuna yâhut yanlışlığına değinmeyeceğim. Söylemek istediğim, Türk milliyetçiliği ile başka bir ideolojinin yalnızca bir konuda bile dünya görüşleri bu kadar farklıyken (bu yalnızca târih için değil birçok konu açısından böyledir) bu iki farklı fikir aynı anda sağlıklı bir kafada nasıl bulunabilir? Liberalizm gibi dünya görüşü ifâde eden ideolojilerde de durum böyledir.
Türk milliyetçiliği aynı zamanda Türk milleti için bir kurtarıcıdır. O Türk milletinin husûsî şartlarına binaen zuhur etmiş ve gelişmiştir. Onu ideolojik mânâda sistemleştiren ve onun fikrî tekâmülüne katkı sağlayan ideologları vardır. Söz konusu ideologların birkaçının isimlerini yukarıda zikretmiştik. Bu vak’a bize, Türk milliyetçiliğini onun ideologlarından bağımsız tanımlayamayacağımızı gösterir. Nasıl ki Liberal Kapitalizm Adam Smith’den, John Lock’tan, David Ricardo’dan, Frederic Bastiat’tan bağımsız tanımlanmazsa Türk milliyetçiliği de Ziya Gökalp’ten, Erol Güngör’den, İskender Öksüz ‘den bağımsız tanımlanamaz. Zîra fikirlerin mütefekkirleri onlardır ve onlar muhkem istinat noktalarını teşkil ederler. Onlardan bağımsız tanımlamalar, kat’î sûrette havada kalmaya mahkûmdurlar. Hulâsa Türk milliyetçiliği, birtakım evhamlara göre tanımlanamaz. Okunur, öğrenilir. O öğrenilecek bir şeydir.
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.