Meçhul filozofa sordum:

– Mâdemki Avrupa sermâyesinden ve Avrupalı mütehassıslardan istifâde edebiliriz; bunlardan başka, bizde de az çok sermâye ve mütehassıs vardır, tabiî servetlerle rençper ve amelelerimizin çalışkanlığı ise her yerden ziyâdedir ve o halde niçin askerî ve siyâsî hayatta olduğu gibi iktisâdî hayatta da büyük bir muvaffakiyet gösteremiyoruz?

Şu cevabı aldım:

– İktisâdî muvaffakiyetlerin sırrı bu saydığınız şeyler değildir.

Vâkıâ, klasik iktisat kitapları, istihsal için yalnız üç âmil gösterir: Tabiat, say, sermâye… Fakat bence, istihsal için bu üç âmil kâfi değildir. Filhakîka, bizde tabiat çok zengin… Sermâyeyi ve mütehassıslarla ameleleri de gerek hariçten ve gerek dâhilden tedârik edebiliriz. İstihsal sahâsında, âmil mevcut olduğu halde niçin hiçbir iş yapamıyoruz? Demek ki bunlardan başka, mühim bir âmil vardır ki henüz eksiktir. Âmillerin en ehemmiyetlisi olan bu dördüncü unsur teşkîlâtçılardır. İktisat sahâsında bunlara müteşebbisler adı verilir.

Filhakîka, bizim memleketimizde tabiat zengin olmakla beraber sermâye ve say da yok değildir. Fakat müteşebbislerimiz pek azdır ve onlar da küçük çaptadırlar. Biz, ekseriya “memleketimizde sermâye yok, mütehassıs yok!” diye şikâyet ederiz. Halbuki her şeyden evvel, bizi iktisatta geri bırakan, büyük müteşebbislerimizin yok olmasıdır. Müteşebbis, alelâde çalışkan bir adam değil, herhangi bir sermâye sahibi de değil, yaratıcı bir adamdır. Bu yaratıcı adamın yalnız bir kuvveti vardır: O da teşebbüsünde muvaffak olacağına pâyansız bir îman ve ümîde mâlik olmasıdır. “Îman” ve “ümit”, bu rûhî kuvvetler, yalnız iktisat sahâsında değil, başka sahâlarda da büyük teşkîlâtçılar vücûda getirmiştir.

Meselâ, başımızda Gâzi Paşa gibi, İsmet Paşa gibi büyük teşkîlâtçılarımız olmasaydı, gösterdiğimiz askerî ve siyâsî mûcizeler husûle gelebilecek miydi? Hiç de zannetmem. Millî müzemizi kendi başına yalnız bir teşkîlâtçı sanatkârımız vücûda getirmedi? Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin bu kadar faydalı işler görebilmesi, başındaki teşkîlâtçılar sayesinde değil midir? Bu teşkîlâtçıların hepsinin yaratıcı olmaları, îman ve ümitlerinin pâyansız ve lâyemut olmasının netîceleri değil midir? Şüphesiz, Avrupa’da ve Amerika’da böyle teşkîlâtçı rûhlar azdır. Meselâ bir Mussolini’nin zuhûru, İtalya’yı keşmekeşten kurtardı. Bir Hug İstisner Fransızlara karşı menfî mukâvemetten âhenin bir set vücûda getirdi. Bir Lenin’in teşkîlâtçılığı, Rusya’daki bir devletin esaslarını kurdu. Îmansız ve ümitsiz bir Wilson ise cihan sahnesine çıkardığı prensiplere hayat veremedi. Çünkü evvelkilerde îman ve ümit olduğu halde, bu hasta rûhta bu kuvvetlerin ikisi de mevcut değildi.

Hakîkî îmanla gerçekçi ümîdin yaratıcı olmaları, bu iki kuvvetin istilakâr bir hassaya mâlik bulunmaları sayesindedir. Bu kuvvetler, iptidâ bir ferdin rûhunda doğarlar. Fakat bir kere doğdular mı, artık hiçbir kuvvet onları durduramaz, bir an içinde birçok rûhlara sirâyet ederler ve çok geçmeden, bütün bir heyeti, bütün bir milleti, bütün bir ümmeti, hatta bütün bir medeniyet dairesini istîlâları altına alırlar. Peygamberler, buna en vâzıh misaller değil midir? Onlardaki îman ve ümit kuvvetleri değil midir ki bugün hâlâ yüzlerce milyon insanları arkalarında koşturuyor?

Türkler, pek yakında bu rûhî kuvvetlerin askerî ve siyâsî feyizlerini gördüklerinden, bunların mûcizevî tesirlerini kabul için târihî ve içtimâî delillere muhtaç değildir. Fakat bugün Türkleri şaşırtan da dünkü askerî ve siyâsî mûcizelerden sonra, bugün iktisat sahâsında, değil mûcize ve hârikalar hatta en yabancı muvaffakiyetlere bile nâil olamamalarının sebebini bir türlü anlayamamalarıdır. Evet, o sahâlardaki o büyük kudretin yanında, bu sahâdaki iktidarsızlık nereden geliyor? Şüphesiz, öteki sahâlarda teşkîlâtçılarımız mevcut olduğu halde, bu son sahâda henüz bir teşkîlâtçımız yetişmemesinden!

– Acaba iktisâdî teşkîlâtçılarımız zuhur ederlerse sermâyemizin ve tekniklerin bu fıkdanı devrinde ne iş yapabilirler?

– Bunlar evvela, anonim şirketler yâhut kooperatifler tesis ederler. Mademki bunların iktisâdî îman ve ümitleri istilai bir feyze mâliktir, bu tesisler üzerinde umum halkın -vaktiyle, millî tehlike zamanında Gâzi Paşa’nın arkasından gittikleri gibi- büyük bir coşkunlukla, bu iktisat gâzilerinin de arkalarından koşacaklarına hiç şüphe yoktur. Ondan sonra, sermâye ile teknisyenleri gerek hariçte gerek dâhilde kolayca bekleyebilirler.

– Fakat neden memleketimizde bu iktisat gâzileri henüz yetişmiyor?

– Çünkü memleketimizde “askerî îman” ve “siyâsî îman” eskiden beri tenmiye edildiği halde, “iktisâdî îman” henüz yeni başlamaktadır. Bizde yalnız, ferdî menfaat duygularının iktisâdî bir intibahı doğurabileceğini zannedenler hata ediyorlar. Dînî, ahlâkî, hukûkî, siyâsî, bedîî, lisanî, felsefî intibahlar gibi iktisâdî intibah da yeni bir îman hamlesinin, yeni bir ümit hamlesinin feveranına muhtaçtır.

İnsanların bâzen şu gâyelere bâzen de başka hedeflere kıymet vermeleri mâşerî îman ve ümitlerindeki değişmelere tâbidir. Türk milletinin şimdiye kadar iktisâdî bir mefkûresi yoktu. Bu asırda, bir milletin hürriyet ve istiklâlini temin eden, refah ve saâdetini hazırlayan, şeref ve namusunu kurtaran âmilin başlıca iktisâdî muvaffakiyetler olduğunu bilmiyordu. Bugün Türk milletinin rûhunda iki kuvvetli îmanın tenebbüt etmeye başladığını görmekle müftehiriz: Bu iki îman; terbiyevî îmanla iktisâdî îmandır. Fakat bunlar henüz yeni feyizlenmeye başladılar. Bu yeşil filizlerin, çok geçmeden şu kocaman çınar gibi Türk milletini, refahlı gölgeleri altına alacağını göreceğiz. Türk milletinin rûhu, öyle yerinde sayan milletlerin rûhu gibi kısır değildir.

Türk milletinin rûhu, mânevî bir kimyâhâneye benzer. Hangi his oraya girse ümîde, hangi fikir oraya dâhil olsa îmana munkalip olur, hangi irade oradan geçse mefkûre hâlini alır. Hatta diyebilirim ki eğer âhir zaman dîni İslâmiyet olmasaydı yeni bir dînin meşîmesi ancak Türk rûhu olabilirdi. Çünkü Türk milletinin rûhunda o derece coşkunluk ve taşkınlık vardır. Nasıl ki yeni bir ahlâkın, yeni bir hukûkun, yeni bir sanatın beşikleri de ancak Türk milletinin rûhu olabilir. Çünkü Türk’ün mâşerî rûhu, o derece feyizlidir.

Ben ümit ediyorum ki, yakında bizde de iktisadın gâzileri, o büyük yaratıcı teşkîlâtçılar yani iktisâdî müteşebbisler yetişecektir. Gençlerimiz bir kere bunu kendilerine en büyük gâye ittihaz etsinler, az zamanda muvaffak olacaklarına eminim. Hiç şüphem yoktur ki bugünkü Türk gençliği, hangi gâyeleri istihdaf etse az zamanda hedefine vâsıl olur. Yalnız, Türk gençlerine, milletimizin hürriyet ve istiklâlini tamamlamak için terbiyevî ve iktisâdî mücâhitler nâmıyla daha iki büyük mücâhit sınıfına muhtaç olduğumuzu ve bunları yetiştirmek için de kalplerimizi terbiyevî îmanla iktisâdî îmana mukaddes bir mâbet yapma iktizâ ettiğini bildirmemiz kâfidir. Türk genci, gâyelerini bildikten sonra onlara ulaşmakta gecikmez.

KAYNAKÇA

Gökalp, Ziya. Çınaraltı Yazıları. İstanbul. Ötüken Neşriyat. 2016. s.38-42.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.