Ne diyor rahmetli Galip Ağabey: “İç Türklere rağmen milliyetçi, dış Türklere rağmen Turancı, Müslümanlara rağmen Müslüman olan insan ülkücüdür.” Yazı, bu söz üzerine şekillendi desem yalan olmaz.

Nedir bu rağmenler? Ziya Gökalp’in esaslarına rağmen mi? Alparslan Türkeş’in Dokuz Işık’ına rağmen mi? Hayır efendim. Bir kere milliyetçiliğimiz sosyolojik esaslara dayanır ve yazılı olarak yüz yılı aşkın bir süredir tekâmül etmektedir. Milliyetçilik iddiasında bulunan birisi sosyolojiye sırtını dönerek ilmî olmayan hareketlerde bulunamayacağına göre buraları geçelim.

Neden rağmenlere rağmen diyoruz? Çünkü burada bahane olarak adlandırabileceğimiz rağmenler insanın konfor alanından çıkmamak için bulduğu bahanelerden ibarettir. Belirli bir yaşa gelmiş ve milliyetçilik-Ülkücülük kavramlarıyla tanışmış insan yirmi senede inşa etmiş olduğu konfor alanından çıkmak üzeredir ve bu yüzden kaçış rampası aramaktadır. Çünkü bilgi edinmenin de getirdiği sorumlulukla beraber harekete geçmelidir ya da yol yakınken kaçış rampasını kullanmalıdır. Konfor alanından çıkmak istemeyen kişinin algıları sonuna kadar açıktır, dört gözle bahaneye bakmaktadır.

Bakalım bu bahaneler/rağmenler nelermiş ve nelere mâl oluyormuş?

İlk rağmenimiz kişinin kendisidir. “Kendisine rağmen milliyetçi olabilmek” derken ne demek istiyoruz? Konfor alanında kalmak isteyen kişinin bulacağı ilk bahanelerden birisi yetersiz olduğunu düşünmesidir. Bu çok doğaldır çünkü milliyetçilik çetrefilli ve ağır bir iştir. Yufka yürekliler taşıyamaz fakat kimse anasının karnından dört dörtlük milliyetçi doğmadı, doğmayacak. İçinde bulunduğumuz anın daha iyisi her zaman mümkündür ve beklemeye değer gözükebilir ama içinde bulunduğun anları en iyi şekilde değerlendirerek daha iyi anlar inşa etmedikçe daha iyi anlar asla gelmeyecektir. Atalet halinde daha iyi olmayı uman insanın milliyetçiliği asla Ülkücülük aşamasına geçemez. Kendine rağmenler, yani bahaneler üreten kişi vatan millet aşkıyla yanıp tutuşan birisi olsa bile bulacağı bahaneler onu vatanına hizmet etmekten alıkoyduktan sonra kuru bir sevgiden ibaret olur. İdrakinin idrakinde olmayan hayvanlar da yaşadığı ahırı sever efendim.

İkinci rağmenimiz Ülkücülerin de birer insan olduğunu unutmaktır. Evet evet, fevkalade ve insanüstü işlere imza atsalar da onlar insandır. Bu ne demek biliyor musunuz? Onlar da hata yapabilir. (Hatanın değerlendirilmesinin samimiyetle ilgili olduğunu önceki yazılarımızda anlatmıştık.) Dört gözle hata arayan kişinin iç sesi en ufak bir tökezlemede devreye girer; “Falan kişi şöyle yaptı, şöyle dedi, şöyle düşünüyor, bu dava o dava değil. Bana müsaade”. Fakat atlanan bir husus var. İnsanı insan yapan en önemli şeyler çatallı iradesi ve tercih edebiliyor olması. Yani insan hata yapabilir. İnsandan yapabileceğinin daha üstünde bir mükemmel vasat sunmasını beklemek haksızlıktır. Kişi kendisi mükemmel değilken karşısındakinin mükemmel olmasını beklemekle ona haksızlık eder.

Defaatle söylüyoruz: Burada esas alınması gereken samimiyettir. Ülkücü kişi elbette hata yapmamakla mükelleftir. Bu konu tartışmaya kapalıdır. Ama Ülkücülerin insan olduğu ve hata yapabileceği de tartışmaya kapalı bir konudur. Israrla samimiyet diyoruz çünkü işin ucu nefisini yenmeye çıkıyor.

Bir diğer rağmenimiz Maide 54’e dayanıyor. (…Allah yolunda cihat ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından da korkmazlar…) Efendim kınayanların kınamasından korkan insanın milliyetçiliği Agah Bey’in milliyetçiliği gibi olur. Bir bakmışsınız değiştirmeye ant içtiğiniz düzenin parçası oluvermişsiniz günün sonunda… Neden mi? “Devletin malı deniz, yemeyen keriz!” de ondan. Siz Agah Bey gibi işinizi doğru yapmaya çalıştıkça keriz sınıfında anılırsınız ve bir süre sonra başta aile, akraba ve eşrafın yoğun baskısı sonucu bir süre sonra “Devletin malı deniz, yemeyen keriz!” düsturu mantıklı gelmeye başlar. Bakın efendim, tarih şuuruna sahip olmayan bir insan ömrüne sıkışan dimağlar için gününü gün etmek, yarınını kurtarmak için her yol mübahtır. Ahlaksızlık ve yalan mı? E, kardeşim herkes yapıyor ya. Senin başın kel mi? İşte bu noktada çevrenizin onayını alma dürtüsüne kapılmayacaksınız çünkü çevreniz bataklığın içine batmış. Siz mıh gibi durarak onlara örnek teşkil etmek zorundasınız!

Örnek teşkil etmek ve Agah Bey demişken, çemberi biraz daha genişletirsek bu halka rağmen milliyetçi mi olunur da diyenlere denk gelebilirsiniz. Siz onun için mücadele ederken o sizi gençlik heyecanı içinde görebilir hatta huzurunu kaçırdığınız için sizi hain bile addedebilir. “Onlar gününü gün ederken ben niye çilekeşim kardeşim.” diyebilirsiniz. Bir bahane daha çıktı önümüze değil mi? Konfor alanı tatlı tatlı çağırıyor bizi fakat Galip Ağabey’imizin dediği gibi “İç Türklere rağmen milliyetçi” olmak zorundayız çünkü iki yüz senedir bu halka, tarihî misyonundan sapmanın ızdırabından başka hiçbir şey verilmedi. Bu halkı, bu halka rağmen rahata kavuşturmak bizim görevimiz. Vazgeçmek için bahanemiz değil!

Şiarımız rağmenlere rağmen Türk milliyetçiliği olmalı. Biliyorum, konfor alanı çok tatlı geliyor, bahaneler de çok mantıklı. Elbette hızlı tüketime alışmış bir toplumda yetişen gençliğe böyle uzun süreli bir yolculuktan bahsederseniz sıkılmaları, beğenmemeleri veyahut motive olmamaları çok mümkündür. Tüketip devam edebilecekleri kadar küçük bir husus yok çünkü ortada. Konfor alanından çıkmadan tüketebilecekleri yığınla iş varken siz onları zorlu bir yola çağırıyorsunuz. Sahi, biraz düşününce bu davete icabet etmek için biraz deli olmak lazım yahu!

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.