Son yazımızda eğitimde ailenin rolünden ve kısaca şahsiyetin oluşumundan bahsetmiştik. Fakat hem şahsiyet mefhumunun oldukça mühim olmasından hem de daha kapsayıcı bir yazı olmasını istediğimizden şahsiyet konusunu bu yazımızda daha detaylı bir şekilde ele alacağız.
Şahsiyetin aile ile ilişkisinden önce birkaç tanımlama ile şahsiyet mefhumunun ne olduğuna değinelim.
Şahsiyet kelimesi, Arapça ‘şa-ha-sa’ fiilinden türetilmiştir. Şa-ha-sa fiili yüksek olmak, (ok yükseğe gitti) iri gibi anlamlara gelmektedir. Şahsiyetin Türkçedeki karşılığı ise kişiliktir. Kişilik, bir kimsenin kendisine özgü belirgin özellikleri, manevî ve ruhî hususiyetlerinin bütünü demektir.[1]
Ruhbilimcilere göre kişilik, bireyin kendine özgü (characteristic) ve ayırıcı (distinctive) davranışlarının bütünü olarak tanımlanır.[2]
Bugüne dek yapılan tanımlarda kişilik, bir insanı başkalarından ayıran bedensel, zihinsel ve ruhsal özelliklerin bütünü olarak değerlendirilmiştir.[3]
Kişilik, birbirlerini tamamlayıcı biçimde işlev gören farklı katmanlardan oluşmuş bir bütündür.[4] Kişiliğin en alt katmanları bedene ait nitelikler, iç güdü ve dürtüler oluştururken, yukarıdaki katmanları kişinin sonradan kazandığı değerler sistemi, dışarıya yansıyan duyguları ve düşünceleri oluşturmaktadır.
Kişiliğin biyolojik katmanı tercihimiz dahilinde değildir ve hayvanlarda da vardır. Hem bizleri insan olarak hayvanlardan ayıran hem de yazı muhtevasında değinmek istediğimiz husus, içtimaî değerlerle şahsiyetimizi yoğurduğumuz şahsiyetimizin manevî boyutudur. Değinmek istediğimiz kısmını açıklaması bakımından Seyyid Ahmet Arvasi’nin şahsiyet tanımını vermek tam da yerinde olacaktır.
İnsan fert olarak doğar, zamanla şahsiyet olur. Bir bakıma ferdiyetimiz, doğuştan getirdiğimiz biyolojik-psikolojik ham maddedir ve şahsiyetimiz, bu potansiyel varlığımıza kazandırılan içtimaî ve kültürel çehredir. Yani biyolojik ve psikolojik varlığımız, millî ve beşerî değerlerle yoğrularak “şahsiyet” haline dönüşür.[5]
Verdiğimiz bütün tanımları toplayacak olursak kişilik, ferdin uyum ve ahenk içerisinde olması gereken, maddî ve manevî niteliklerinin toplamıdır diyebiliriz. Kalıtımla getirdiğimiz nitelikler kişiliğimizi her ne kadar etkilese dahi kişiliğin son katmanları yani manevî boyutu bizim gördüklerimiz, öğrendiklerimiz olmakta bu öğrendiklerimiz de hayatımızın geri kalanında tercihlerimiz ve eylemlerimize dönüşmektedir.
Şahsiyetin dışarıya açılan penceresini büyük oranla içtimaî değerler oluşturduğuna göre, şahsiyetin ferde kazandırılmasında aile ve sosyal çevrenin en büyük rolü oynadığı muhakkaktır. Bu suretle hem şahsiyetin kazandırılması süreci hem de güçlü şahsiyetlerin milletlerin hayatına katkıları göz önünde bulundurulursa bu mefhum yalnız ferde ait olmamakta, millete ait bir mefhum haline de gelmektedir.
İnsan toplumsallaşma sürecinde, bir yandan uyum içinde yaşama amacıyla toplumsal kuralları benimseyerek öteki bireylerle benzeşirken, öte yandan doğuştan getirdiği gizilgüçler temeli üzerinde onu diğer bireylerden ayıran kişilik niteliklerini kazanır ve geliştirir. İnsanı insan yapan toplumsal varlığı olduğuna göre, toplumsallaşma aynı zamanda “insan olma” sürecidir.[6]
Çocuğun mensup olduğu milletle ilk tanıştığı, mensup olduğu milletin değerler sistemini öğrendiği ilk yer ailesidir. Çocuk, milletinin inandığı ve yaşadığı değerlere önce ailesinde tanıklık eder. İçinde bulunduğu milletin ahlakıyla, diniyle, kültürüyle ilk teması ailesidir.
Aşağıda bahsedecek olduğumuz değerlerin her biri birbiriyle bağlantılı olduğundan dolayı bazı kısımlarda tekrara düşmek zorunda kalacağız.
Ahlak ve Din
İnsan, tabiatı gereği diğer insanlarla bir arada yaşarken çeşitli kurallara uyar. Bu kurallar hukuk, ahlak ve din çerçevelerinde oluşur. Ahlak, genel anlamda yasalar zemininde de karşılıkları bulunan ancak insanın içinde daha köklü bir yere sahip olan iyi, doğru ve güzele dair değerlerin meydana getirdiği zemindir.[7]
Teoriden çok pratikte etkili olan ahlak, davranışlarımıza ölçü koyup insan ilişkilerini düzenlediği gibi milletin hayatında da bir ortaklık, bütünlük etkisine sahiptir. Yani davranışlarında aynı ahlakî ölçüleri gözeten, gözettiği ölçüde yaşayan insanlar arasında tabii olarak bir uyum ve birliktelik meydana gelmektedir. Ahlakî erdemleri çocuğa kazandırmak, anne babanın bu ahlakî erdemleri kendi ilişkilerine ve çevreyle olan ilişkilerinde yaşamasıyla mümkün olabilir. Çünkü davranışlarında iyiyi, doğruyu, güzeli tercih etmeyen anne babanın, çocuğuna iyiyi ve doğruyu sözle telkin etmesi çocukta güvensizlik oluşturmaktadır. Çocuklar söyleneni değil, görerek şahit olduklarını uygulamaktadırlar.
Ahlakımızın menşeini, milletimizin binlerce yıllık tecrübesi ve dinimiz oluşturmaktadır. Ahlakî erdem olarak kabul ettiğimiz güzel davranışlar, Türk milleti için ve İslamiyet için ortaklık teşkil etmektedir.
İçtimaî değerlerden, dinin şahsiyet üzerindeki bahsine değinecek olursak tekrar ahlaktan bahsetmemiz gerekecektir. Çünkü İslamiyet’in, Müslüman nasıl bir şahsiyete sahip olması gerekir sorusunun cevabını yine bizden istediği ahlakî ölçülerle açıklayabiliriz. Peygamber Efendimiz, “İslam güzel ahlaktır buyurmuştur.” Dinimiz güzel ahlakın ölçülerini, doğru sözlü olmak, âdil olmak, hoşgörülü ve bağlayıcı olmak, iyi davranmak ve güzel söz söylemek, sabırlı olmak, yardımlaşmak, alçakgönüllü olmak, empati kurmak gibi erdemli davranışlarla çerçevelendirmiştir. Ayrıca dinimiz Müslümanın şahsiyeti hususunu ahlakın yanında, sorumluluk bilinci üzerine şekillendirmiştir. Allah’a, peygambere, kendimize, ailemize, akrabalarımıza, komşularımıza, arkadaşlarımıza, mensup olduğumuz millete, tüm insanlara, çevreye ve tabiata karşı sorumlu olduğumuzdan bahsetmiştir. Güçlü bir şahsiyeti olan kimselerin yukarıda bahsettiğimiz ahlaki erdemlerin yanında sorumluluklarının farkında olup yerine getirmesi için çabalaması vurgulanmıştır.
Kültür
Kısaca cemiyetimize ait yaşama biçimimiz olarak tanımlayabileceğimiz kültür mefhumu da ahlakı ve dini kapsamaktadır. Kültür, soyut değerleri ve somut değerleri içinde bulundurur. Cemiyete ait dil, din, ahlak, hukuk, gelenek ve görenekler kültürün unsurlarını oluşturmaktadır. Cemiyetin bu değerleri somutlaştırması ile kültürün somut unsurları yani, musikî, yemek, kıyafet, mimarî, el sanatları ortaya çıkar. Kültür, milletlerin tarih boyunca inandığı kıymetleri hayatına aksettirmesini ihtiva eder. Millet ve kültür öyle iki kuvvettir ki birbirlerinin hayat kaynağını teşkil ederler. Millet, kültürü meydana getirir kültür de milleti yaşatır.[8] Millî kültür, milletlere hususilik atfettiğinden dolayı, nesiller boyu aktarılarak yaşatılması lazım gelmektedir. Kültür de hayatımızın her sahasında olduğundan cemiyet içindeki fertler arasında birliktelik ve bütünlük oluşturmaktadır.
İdeoloji
Fikir sistemleri de yukarıda bahsettiğimiz değerler gibi insan şahsiyetinin şekillenmesinde mühim rol oynarlar. Her insan dünyada var olan bir fikre inanır bunun sonucunda da yaşamını buna göre (bilinçli veyahut bilinçsiz) şekillendirir. Sistemleşmiş her fikrin kendine göre bir gayesi ve ölçüleri bulunmaktadır. İnsanlar tercihlerinde ve eylemlerinde inandıkları fikirlerin ölçülerini gözetirler ve bu fikirler insan hayatında bir kıymet haline gelir. Tıpkı bahsettiğimiz değerler gibi ideolojilerde öğrenilir.
Yukarıda bahsettiğimiz içtimaî kıymetlerin bütünü, şahsiyetin manevî katmanını oluşturmaktadır. Alıntılar yaptığımız Kişilik kitabında bahsedilen ‘ferdin toplumsallaşması’ kısmı bu kıymetlerle tanışıp öğrenmeyi teşkil eder. Ferdin mensup olduğu cemiyetin kıymetleriyle ilk tanışması doğduğu aile içerisinde gerçekleşir. Ferdin güçlü veyahut zayıf bir şahsiyete sahip olacağını ilk başta ailesi belirlemektedir. Millî kültürün yaşandığı bir evde, ahlâkî erdemlere sahip ana-babaların evlatlarına ‘şunu yap, şunu yapma’ diyerek telkinlerde bulunması icap etmemektedir. Çünkü çocuklar, milletiyle ve milletinin değerleriyle, sözden çok görerek tanışmaktadırlar. Bu kıymetlerin öğretilmesi yanında, sevgi ve saygı dolu bir yuva çocuğun önce ruh sağlığında, ilerleyen aşamalarda da şahsiyetinde olumlu katkılarda bulunacaktır.
Benlik
Yine kişiliğin katmanlarından bir tanesi olan benlik, değişim içinde olan ve ferdin kendini ne olarak tanımladığıdır. “Amacım nedir? Ne yapabilirim? Ne doğru ne hatalıdır?”[9] gibi suallere verilen cevaplar kişiliğin benlik yanını oluşturur. İnsanın kim olduğunu, niçin yaşadığının suallerinin cevabını dini, ideolojisi ve inandığı diğer değerler vermektedir. O hâlde kim olduğunun ve niçin yaşadığının farkında olan insan tercihlerini ve eylemlerini bu cevaplar ışığında vermekte, kabiliyetlerini bu ölçüde kullanmaktadır. Bu da insanı bir tatmine, iç huzura kavuşturmakla beraber ruh sağlığını olumlu etkilemektedir. Bu suallerin cevapları, yaşamı boyunca eylemlerini farkında olarak gerçekleştirme, inandığı uğurda yaşama, düşünceleriyle eylemlerinde tutarlılık sağlar. Bunun sonucunda da insanın iç buhrana kapılmasını, kaygı ve korku duygusunu yok eder.
Sonuç
Şahsiyetin, bir bütün olarak doğru şekilde oturması güçlü şahsiyetleri beraberinde getirir. Tarihimizde, içinden çıktığı cemiyeti felaketlerden koruyan ve bir adım ileriye taşıyan büyük adamlar hep güçlü şahsiyetler olmuştur. Ferdin güçlü bir şahsiyet kazanabilmesi, ailenin mensup olduğu cemiyetin değerlerini doğru bir biçimde yaşamına aksettirip evladına örnek teşkil etmesiyle mümkündür. Ruh ve beden sağlığı yerinde cinsiyetine, kabiliyetlerine göre yetiştirilen, mensup olduğu cemiyetin kıymetleriyle hemhâl olarak büyüyen çocuk, ileride yetişip içinden çıktığı cemiyeti güzelleştirecek, kıymetlerini muhafaza edip geliştirebilecektir. Ferdin millette olan ilişkisini göz önünde bulundurursak güçlü şahsiyetler yetiştirmenin ana ve babaların millete karşı olan sorumluluğu olduğu sonucuna varabiliriz. Bugün milletimizin mânen yaşadığı problemlerin kaynağı aile hayatımıza dayanmaktadır. Evlatlarımız onu yetiştiren ailesinden kopuk, içinde bulunduğu cemiyete yabancıysa bunun sorumlusu inandığımız değerleri yaşamamanın ve nesillere aktaramamamızın bir sonucudur. Cemiyet hayatımızdaki birlikteliği, bütünlüğü bunların sonucunda gelecek huzur ve güveni bu değerleri yaşamımıza aksettirdiğimiz ölçüde sağlayabiliriz. Aileler, milletimizin geleceğini inşa eden birer mihenk taşlarıdır. Millî şahsiyetleri yetiştirip milletimizin geleceğini inşa eden aileler hem dünlere borcunu ödeyecek hem de yarınları aydınlık günlere kavuşturacaktır.
Milletlerin büyük eser ve hamlelere giriştikleri dönemler, büyük bir aşk ve iman içinde mukaddes hedeflere yöneldikleri zamanlardır. Bu iman ve aşk bütün fertlerini dertte ve kıvançta toplayarak büyük başarılara götürür. Esasen, büyük şahsiyetlerin, dâhilerin ve kahramanların doğması ve gelişmesi böyle bir millî hamlenin ve coşkunluğun görüldüğü dönemlere rastlar. Büyük şahsiyetlerin kaderleri, milletlerin kaderlerinden ayrılamaz.[10]
[1] Akın, Hanifi. Müslüman’ın Şahsiyeti. İstanbul: Tahlil Yayınevi. 2018. s.14
[2] Köknel, Özcan. Kaygıdan Mutluluğa Kişilik. İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi. 1982. s.23
[3] A.E. s.23
[4] A.E. s.28
[5] Arvasi, Seyyid Ahmet. Kadın Erkek Üzerine. İstanbul: Burak Yayınevi. 1996. s. 121
[6] Köknel, Özcan. Kaygıdan Mutluluğa Kişilik. İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi 1982. s.81
[7] Akın, Hanifi. Müslüman’ın Şahsiyeti. İstanbul: Tahlil Yayınevi. 2018. s.284
[8] Kafesoğlu, İbrahim. Millî Kültürün Kudreti, Yeni Ufuk Dergisi, Temmuz 2019 sayısı.
[9] Köknel. s.78
[10] Türkeş, Alparslan. Alparslan Türkeş ve Dokuz Işık. Bilge Oğuz Yayınevi (2021) s.422
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.