Düşüncenin Gelişimi
Osmanlı Devleti gerilemeye başlamasından itibaren içerisinde birçok fikir akımı gelişmiş, yaşanan sorunlara karşı çözüm odaklı fikirler sunulmuştur. Bunlardan birisi ise Osmanlıcılık düşüncesidir. Osmanlı Devleti, Avrupa’ya karşı sahip olduğu askerî, iktisadî ve siyasî üstünlüğü 17. yüzyıldan itibaren kaybetmeye başlamıştır. Bu durum karşısında, devleti bulunduğu durumdan kurtarmak isteyen yönetici kesim ve aydınlar çeşitli arayışlar içerisine olmuşlardır.[1] Devlette yaşanan sürekli gerileme olayları ve bu olayların üstüne de 1789 yılında başlayan Fransız İhtilali’nin neticesiyle Osmanlı’dan ayrılmak isteyen azınlık milletlerin ayaklanması; bu ayaklanmayı destekleyen Avrupa ülkelerinin Osmanlı iç işlerine karışıp azınlık milletleri kışkırtıp onlara destekte bulunması gibi etmenler Osmanlı Devleti’ni iyice zora sokmuştu.
Osmanlı Devleti çok uluslu bir yapıya sahipti. Dolayısı ile Fransız İhtilali’nden etkilenen en büyük devletlerden birisi idi. Osmanlı Devleti, kendi toprakları içerisinde yaşayan milletleri bir arada tutmak, toprak kaybı yaşamamak, devletin dağılmasını engellemek için; devlet adamları ve düşünürlerinin öncülüğünde Osmanlıcılık akımını oluşturdu. Bu fikre göre devlet içerisindeki milletlerin herhangi birisinin diğer millete üstünlüğü olmayacak tüm milletler kanun önünde eşit sayılacaktı. Osmanlı topraklarında yaşayan tüm milletler tek bir millet olarak görülecek ve böylece dağılmanın önüne geçilecekti. Bu düşüncenin halkın üzerinde etkisi olması için devlet tarafından birçok girişimlerde bulunulmuştur. Her ne kadar azim ile uğraşılsa da sonuç olarak başarıya ulaşmayan bu fikir akımı birçok aydın tarafından da desteklenmiştir. Dönemin padişahlarından olan Sultan 2. Mahmud’un “Ben tebaamın Müslüman’ını camide, Hristiyan’ını kilisede, Musevi’sini de havrada fark ederim, aralarında başka gûnâ bir fark yoktur. Cümlesi hakkındaki muhabbet ve adaletim kavidir ve hepsi hakiki evladımdır. Bundan böyle tebaamdan Müslümanları ancak camide, Hıristiyanları kilisede, Musevileri havrada tanımak isterim.”[2] sözü devletin bizzat bu düşünceye sahip çıktığı ve verdiği değeri gösteriyor. Ayrıca dönemin etkili mütefekkirlerinden Yusuf Akçura, Üç Tarzı Siyaset adlı eserinde Osmanlı ülkesinde Batı örnekliğinde belli başlı üç siyasî yol takip edildiğinden bahseder. Ona göre birinci yol Osmanlı ülkesine tabi farklı milletlerin aynı çatı altında temsil edilmesi yoluyla birleştirerek bir Osmanlı milleti oluşturmak, ikinci yol hilafet hakkının Osmanlı hükümdarlarında olmasından faydalanarak bütün Müslümanları Osmanlı hükümetinin idaresinde birleştirmek, üçüncüsü ise ırka dayanan siyasî bir Türk milleti teşkil eylemekten ibarettir.[3] Buna göre Osmanlı Devleti’nin bu zor süreçlerden Osmanlıcılık fikir akımı dışında, başka fikir akımları ile de çıkmayı düşündüğünü de söyleyebiliriz.
Osmanlıcılık Fikrinin Savunucuları
Osmanlıcılık fikri esas olarak Fransız İhtilali sonrası ortaya çıkmış, azınlık milletlerin ayaklanma çabalarının baş göstermesi, fikrin fiilen uygulanması ve savunucularının ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Herkesten önce bu fikri en çok savunan büyük Türk milleti olmuştur. Türk milleti Osmanlı Devleti’ni kendilerinin kurduğu ve yönettiği devlet olarak görüp parçalanmasında kendi devletlerinin parçalanacağını düşündüğünden dolayı bu fikri benimsemiş ve en çok onlar savunmuştur. Türk milleti dışında dönemin bazı padişahları, devlet adamları ve birçok aydını da bu fikri benimsemiş ve savunmuştur. Şimdi parça parça onlara değineceğiz.
Bir önceki sayfada Sultan 2. Mahmud’un bir sözünü verip kendisinin Osmanlıcılık fikrinin savunucularından olduğunu söylemiştik. Gene Sultan 2. Mahmud’un “Siz Rumlar, siz Ermeniler, siz Yahudiler, hepiniz Müslümanlar gibi Allah’ın kulu ve benim tebaamsınız: Dinleriniz başka başkadır fakat hepiniz kanunun ve irade-i şahanemin himayesindesiniz. Size tarh edilen vergileri ödeyin; bunların kullanılacakları maksatlar sizin refahınızdır”[4] sözünden, kendisinin fu fikri savunanlardan birisi olduğunu apaçık göstermektedir. 2. Abdülhamit (1876- 1908) zamanında da özellikle yönetimin ilk yıllarında Osmanlılık prensibi kabul edilmiş ve hatta 1. Meşrutiyet gibi somut uygulamalara rağmen 1880’lerden sonra özelikle Hıristiyan halkın tutumu yani ayrılık hareketlerinin devam etmesi nedeniyle Osmanlıcılığın İslamcılığın içine girerek varlığını sürdürdüğünü görüyoruz.[5] Bu fikir akımını savunan aydınlar listesinin içerisine; Namık Kemal, Ziya Paşa, Mithat Paşa, Mustafa Fazıl Paşa gibi isimleri katabiliriz.
Meşrutiyete Geçiş
Osmanlı Devleti’nin, Avrupa devletlerine karşı siyasî, askerî ve ekonomik olarak gerilemeye başlayıp ülke içerisinde düzen bozulduktan sonra 2. Mahmut bu durumu düzelmesi için devamlı bir öğretim kadrosuna ihtiyaç olduğunu düşünmüştür. Bunun sağlamanın en uygun şekli Avrupa’ya talebe gönderilmesiydi.[6] Avrupa’ya giden bu öğrenciler eğitimlerini alıp tekrar Osmanlıya döndükleri zaman Jön Türkler (genç Osmanlılar) grubunu kurdular. 4 5 6 7 Genç Osmanlılar ülkenin bu zor durumundan kurtulması, çıkan ayrılıkçı ayaklanmaların önlenmesi için meşrutiyetin ilanını şart olduğunu düşünüyorlardı. Bu sırada Osmanlı Devleti’nde Bosna Hersek’te ve Bulgaristan’da olaylar patlak vermiştir. Birkaç yılı dolduran bu olaylar meşrutiyetin ilan edilmesini zorunlu hala getirmiştir. 1876 yılında Hüseyin Avni Paşa, Bahriye Nazırı, Süleyman Paşa’dan oluşan darbeci askerler grubu meşrutiyeti ilan etmek istemeyen Osmanlı sultanı Abdülaziz Han’ı tahtan indirerek yerine Sultan 5. Murad’ı tahta çıkardılar.[7] Sultan 5. Murat sağlık sorunları nedeniyle tahtta uzun süre kalamadı ve hal edildi. Bu sırada şehzade olan 2. Abdülhamit darbeci gruba meşrutiyeti ilan edeceği sözünü verip 1876 yılında tahta çıkarıldı. Sultan 2. Abdülhamit’in 23 Aralık 1876’da Kanuni-Esasi’yi ilan etmesiyle resmen meşruti yönetime geçiş yapıldı. Meşrutiyetin ilanının en büyük sebebi ülke içerisindeki azınlık milletlere devlet yönetiminde söz hakkı verilip Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmaları durdurup devletin parçalanmasını önlemekti fakat ülkeyi nasıl bir uçuruma götürdüğünün farkında değillerdi. Meşrutiyetin ilanı Osmanlıcılık fikrinin en büyük sonuçlarından biridir. Aynı zamanda Osmanlıcılık fikrinin sahada uygulandığı kısımdı.
Meşrutiyetten İlk Osmanlı Meclisine
Fransız İhtilali, azınlık ayaklanmaları ve peşinden meşrutiyetin ilanı, olaylar peş peşe patlak vermiş hızla gelişmiştir. Osmanlı devleti ilk meclisini toplayacaktı. Meclis iki kısımdan oluşuyordu; Ayan meclisi, Mebusan meclisi.
Meclis-i Mebusan: Osmanlı parlamentosunu oluşturan iki meclisten birisi olup halkın seçtiği mebuslardan oluşur. Kanun-i Esasi, her 50.000 erkek nüfus için bir mebus seçilmesini, mebusların otuz yaşını doldurmuş, medenî haklarını ve itibarını kaybetmemiş, yabancı devlet imtiyazına sahip olmayan, Türkçe bilen Osmanlı uyruklular arasından gizli oyla belirlenmesini, seçimlerin yapılış tarzı için ayrı bir kanun çıkarılmasını; seçimlerin dört yılda bir yapılmasını ve vilayet halkından seçilecek olan mebusların seçim bölgesini değil bütün Osmanlıları temsil etmesini öngörüyordu. Mebus sayısı sekseni Müslüman, ellisi gayri müslim olmak üzere toplam 130 olarak belirlendi ve kontenjanları vilayetlere bildirildi. Mebusları halk değil daha önce halkın seçmiş olduğu vilâyet, sancak ve kaza idare meclisleri üyeleri seçti.[8]
Ayan Meclisi: Bu meclisin üyelerini padişah tayin eder. Üye sayısı toplam mebus sayısının üçte biridir. Meclisin başlıca görevi Meclis-i Mebusan’ın verdiği kanun ve bütçe tasarılarını dinî değerler, padişahın hukuku, hürriyetler, Kanun-i Esasi hükümleri, devletin bütünlüğü, vatanın muhafazası ve savunması ve genel ahlâk açılarından incelemekti. Bu esaslara aykırı bir unsur tespit ederse tasarıyı tamamen reddedebilir veya düzeltilmek üzere Meclis-i Mebusan’a geri gönderebilirdi. Meclis-i Ayan’ın reddettiği bir tasarı o yıl içerisinde tekrar Meclis-i Mebusan gündemine getirilemezdi. Diğer görevleri, kabul ettiği tasarıları onayladıktan sonra kanunî prosedürün tamamlanıp yayımlanması ve uygulanması için sadarete göndermek, Kanun-i Esasi’yi tefsir etmek ve takdim edilen arzuhalleri inceledikten sonra önemli bulduklarını mütalaasını da ekleyerek sadarete göndermekti. Ayrıca görev sınırları içine giren konularla ilgili yeni bir kanun çıkarılmasını veya mevcutlardan birinin düzeltilmesini de önerebilirdi.[9]
İlk Osmanlı meclisinin genel yapısı bu şekildeydi. Osmanlı Meclisinin ilk toplantısında; Anadolu, Rumeli, Arabistan’dan gelen; Türk, Bulgar, Yunan, Arnavut, Arap, müslim ve gayrimüslim vekiller vardı. İlk Mecliste, 69’u Müslüman, 46’sı gayrimüslim olmak üzere toplam 115 üye vardı.[10] Meclis verdiği bu verdiği bu rengarenk durum diğer Avrupa devletlerini şaşırtmıştı. Çünkü Osmanlı Devleti diğer çok milletli devletlerin aksine ülkesinde yaşayan azınlık vatandaşlarına yönetimde daha çok hak vermişti. 93 Harbi’nin başladığı yıllarda (Osmanlı Rus Savaşı) bu savaşı sebep göstererek Osmanlı Meclisi, Sultan 2. Abdulhamit tarafından kapatılmıştır.
Kanun-i Esasi
Kanun-i Esasi Fransız İhtilali ve Osmanlıcılık fikrinin aşamalı bir ürünüdür. Osmanlı Devleti 17. yüzyılın sonlarında Avrupa devletlerin baskısı altındaydı. Çok uluslu bir yapıya sahip olması ile ülkede yaşayan etnik azınlıkların zaman zaman bağımsızlık mücadelelerine girişmesi, Jön Türklerin baskısı, Osmanlı Devleti’nin ülkeyi parçalanmaktan kurtarma çabaları sonuçları vb. gibi sebeplerle 1876 yılında Kanun-i Esasi ilan edilmiştir. Tahta çıkan Sultan Abdülhamid tahta geçer geçmez Kanun-i Esasi’yi oluşturmak için bir kurul kurmuştur. Bu kurulların çalışması sonrası Kanun-i Esasi; iki aylık yoğun ve sert tartışma savaşı sonunda padişahın benimsemesiyle kanunlaşmış ve 23 Aralık 1876 günü ilan edilerek yürürlüğe girmiştir.[11] Bu anayasada Osmanlı Devleti’nin tek bir milletten oluşmadığını, çok uluslu bir milletten oluştuğunu görebiliriz. Gene anayasanın içindeki maddelerden devlet yönetim şeklini teokratik bir monarşi olduğu gözükmektedir. Kanun-i Esasi iki monarşi yönetiminde de kullanılmıştır. Bu anayasanın hukuk düzeni ve temel hak-özgürlük gibi konuları kapsayan bazı önemli maddeleri şunlardır;
Osmanlı Devleti uyruğu olan herkes din ve mezhebi ne olursa olsun Osmanlı sayılır. Bunlar, yasa önünde hak ve ödevler bakımından eşittirler. Osmanlıların tümü başkalarının özgürlüklerine müdahale etmemek koşuluyla kişisel özgürlüğe sahiptirler. Kamu düzenine ve genel ahlaka aykırı olmadığı sürece her Osmanlı din özgürlüğüne sahiptir. Devletin resmi dini İslam’dır. Türkçe bilme şartıyla, her Osmanlı’nın yeteneğine göre devlet memuriyetine girme hakkı vardır. Vergiler ancak yasayla konulacak ve mükellefin gücüne göre alınacaktır. Özel mülkiyete kamu yararı dışında ve bedeli ödenmeden el konulmayacaktır. Konut dokunulmazlığı: Yasaların kararlaştırdığı durumlar dışında yetkililer meskene zorla giremezler. İşkence ve diğer eziyetler kesin olarak yasaktır. Kimse yasayla bağlı olduğu mahkemeden başkasına gitmeye zorlanamaz. Var olan mahkemeler dışında, olağanüstü mahkemeler ya da yargı kararı vermeye yetkili özel komisyonlar kurulamaz. Yargılama açık bir şekilde yapılır. Herkesin mahkeme önünde tüm yolları kullanarak kendini savunma hakkı vardır. Yargıçlar bir suçtan dolayı mahkûm olmadıkça görevden alınamazlar. Mahkemeler bağımsızdır. Her türlü müdahaleden korunurlar.
Tersane Konferansının sonuçsuz kalması üzerine Rusya, Osmanlı Devleti’ne savaş açtı. Yapılan savaşta Osmanlı orduları yenildi. Rus orduları İstanbul önlerine kadar geldi. Osmanlı Devleti ateşkes istemek zorunda kaldı. Yaşananlar üzerine Meclis-i Mebusan’da ve kamuoyunda hükûmete karşı tepkiler ortaya çıktı. Ardından 2. Abdülhamit ipleri tamamen eline almaya karar verdi. Dış siyasî şartları gerekçe göstererek 13 Şubat 1878’de Meclis-i Mebusanı süresiz olarak tatil etti. 2. Abdülhamit’in müdahalesi hukukî açıdan sadece Meclis’i tatil etmiş ama Kanun-i Esasi’yi yürürlükten kaldırmamıştır.
Sonuç olarak; Fransız İhtilali sonrasında Osmanlı Devleti içerisindeki azınlık milletlerin devlet kurma hayali neticesin de toprak bütünlüğünü korumak isteyen Osmanlı Devleti’nin, bu gelişmeler karşısındaki almaya çalıştığı önleme Osmanlıcılık düşüncesi ve bu düşüncenin uygulandığı fiili sahaya meşrutiyetin ilanı ve bu olayların garantörü ise Kanun-i Esasi diyebiliriz.
Osmanlıcılık Fikrinin Başarıları ve Başarısızlıkları
Osmanlıcılık fikrini zayıflatan ilk büyük etki 1878 Osmanlı-Rus Savaşı ve bu savaşın sonuçları oldu. Bu savaş sırasında Balkanlar’da Osmanlı egemenliğinde yaşayan Hıristiyanların Müslümanlara kötü davranmaları, Rusların Rum ve Ermenileri kışkırtmaları, Müslüman halkta Hıristiyanlara karşı sert bir tepki doğurmuştu. 1860’tan sonra benimsenen ve 2. Abdülhamit tarafından da desteklenen Osmanlıcılık ideolojisi, Balkan Savaşı’ndan sonra imparatorluk sınırları içinde patlak veren bağımsızlık mücadeleleri sonucu, geçerliğini kaybetmiştir. Sonuç olarak Osmanlıcılık akımı siyasî düşüncesi Osmanlı’daki cemaat ve milliyet farklılıklarını aşan ve tüm Osmanlı topluluğuna aynı anda hitap eden ilk ideolojik yaklaşımdır. Allah’ın indinde herkesin eşit olduğu gibi herkesin aynı şekilde padişah ve devlet adamlarının karşısında eşit olması gerektiğini savunur. Osmanlı birliğini ancak parlamenter bir düzeyde siyasî haklar verilerek elde edile bilinirdi. Osmanlıcılık fikrinin başarısızlığının başlaması ile bu fikre karşı çıkan Türkçülük ve İslamcılık gibi ilkelerin doğmasına olanak sağlamıştır. Osmanlıcılık fikrinin geneli her ne kadar başarısız olarak bitse ve yorumlansa da bazı katkıları ve sağladığı başarılar olmuştur. Osmanlıcılık fikrinin günümüze de büyük katkıları olmuştur. Örneğin 19. yüzyıldan başlayarak din ve ırk farkı gözetmeksizin herkesin yasa önünde eşitliği ilkesini getirmesi gibi. Türkiye’nin demokrasi tarihindeki en temel katkının Osmanlılık düşüncesinden geldiğini söyleyebiliriz.
[1] KSBD İlkbahar, 2018 Y.10, Cilt 10, Sayı18, s 83
[2] Tarih İncelemeleri Dergisi, 2017, s 428
[3] Tarih ve Gelecek Dergisi, Ağustos 2019, Cilt 5, Sayı 2, s 410
[4] Tarih İncelemeleri Dergisi, 2017, s 428-429
[5] Tarih ve Gelecek Dergisi, Ağustos 2019, Cilt 5, Sayı 2, s 414
[6] Cahit Bilim, “Osmanlılarda Avrupa’ya Talebe Gönderilmesi”, Anadolu Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Dergisi, 1999, s.18
[7] Osmanlı Devleti ve Meşrutiyet, İlber Ortaylı, s. 953,954
[8] TDV İslam Ansiklopedisi, Meclis-i Mebusan, s. 245 246
[9] TDV İslam Ansiklopedisi, Meclis-i Ayan, s. 243,244
[10] Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Ayşegül Demirden Yüzgeç, 2006 Isparta, s. 17
[11] 1876 Kanun-i Esasi ve Türkiye’de Anayasa Geleneği, Tarık Zafer Tunaya, s. 28
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.