Yüreklerde kök bağlayıp yaşayan
Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.
‘Ezel’den ‘Ebed’e müjde taşıyan
Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

Riya duygusuyla dolup taşmamış
İlimden, irfandan uzaklaşmamış
Benlik çamuruna ayak basmamış
Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

Bu ülkü candadır, sokakta yatmaz
Güneştir… bir doğdu, bir daha batmaz
Menfaat uğruna kimseyi satmaz
Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

Ülkü demek makam, mevki, taç değil,
Ülkü demek totem, sembol, haç değil
Kul icadı kof ilkeler hiç değil,
Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.

Abdürrahim Karakoç, 1932’de Kahramanmaraş’ın Cela kasabasında dünyaya geldi. Dedesi, babası ve kardeşleri de şair olan Abdürrahim Karakoç böyle bir ailenin içinde bulunmasının da tesiriyle şiire bir temayül gösterdi. Küçükken kendisine “Yahu yazıp da ne olacak sanki böyle yazıyorsun?” diyenlere “Herkes duyacak bir gün beni herkes okuyacak.” demiş ve “Gazete bile üç-dört güne geliyor buraya.” denildiğinde de “Ben en iyisini yazacağım.” diye karşılık vermiş.[1] Ne mutlu ki iddiasında haklı çıktı. İlkokulu Cela’da okuduktan sonra maddî imkansızlıklardan ötürü eğitimine devam edemedi. Yıllar sonra bir televizyonda kendisine “Neden okumadınız?” diye sorulduğunda ise o güzel mizacının bir tezahürü olarak “Yahu okumayan adam olamaz diyordunuz ben de aksini ispatlayayım diye okumadım.” cevabını vermiş.[2]

Üstat 1958 yılında bir bavul dolusu şiirle askerden dönmüş fakat yazdığı şiirleri ham şiirler olarak değerlendirdiği için ve okuyucunun karşısına onlarla çıkmak istemediğini söyleyerek 58’e kadar yazdığı bütün şiirlerini yakmıştır. Aynı yıl, günümüzde olduğu gibi o zamanlarda da birinin yalnız şiir yazarak hayatını idame ettirmesinin imkansızlığından ötürü belediyede memuriyetine başladı. Bürokrasinin ne kadar kirli olduğunu kendi gözleriyle gördü. Lakin haksızlığa boyun eğmeyen, yanlışa yanlış ve kötüye kötü demekten çekinmeyen mizacıyla belediye başkanını dahi cesurca eleştirileri karşısında istifaya mecbur bıraktı.[3] O, asıl görevi ve amacı millete hizmet etmek olan lakin görevini unutmuş, amacından sapmış kurumlara dokunmayı vazife bilmiştir. Halkın uğradığı zulmü, haksızlığı ve maruz kaldığı her türlü yanlışlığı şiirinin ana konusu yaparak adına açılan onlarca davaya rağmen, bu yozlaşmış kurumları korkusuzca eleştirmekten ve şiirlerinde bunları hicvetmekten vazgeçmeyerek hem halkın sesi daha doğrusu kalemi olmuş hem de halkın takdirini kazanmıştır.

Gitmişti makama arz-ı hâl için
‘Bey’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
Bir azar yedi ki oldu o biçim..
‘Şey’ dedi, yutkundu, eğdi başını.

Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı
Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı…
Bir baktı konağa alttan yukarı
‘Vay’ dedi, yutkundu, eğdi başını.

Çekti ayakları kahveye vardı
Açtı tabakasın, sigara sardı
Daldı.. neden sonra garsonu gördü
‘Çay’ dedi, yutkundu, eğdi başını.

İçmedi, masada unuttu çayı
Kalktı ki garsona vere parayı
Uzattı çakmağı ve sigarayı
‘Say’ dedi, yutkundu, eğdi başını.

Döndü, gözlerinde bulgur bulgur yaş
Sandım can evime döktüler ateş
Sordum: ‘memleketin neresi gardaş? ‘
‘Köy’ dedi, yutkundu, eğdi başını.

Yürüdü, kör-topal çıktı şehirden
Ağzına küfürler doldu zehirden
Salladı dilini.. vazgeçti birden,
‘Oyyy’ dedi, yutkundu, eğdi başını.

Hiciv şiirlerinde Nefi’nin hiciv geleneğini nasıl tekâmül ettirerek takip ettiyse, lirik ve pastoral şiirlerinde Karacaoğlan geleneğini de öyle devam ettirdi. Gözlerini açtığı bu topraklarda, gözlerini ebediyete yumana kadar yalnız bu ülkenin insanların sesi olmakla kalmayıp dağları, denizleri, ovaları ve yaylalarıyla o güzel Anadolu’muzun da dili olmuş ve bu topraklar onun şiirlerinde adeta bülbül gibi şakımıştır.

Sen bizim dağları bilmezsin gülüm,
Hele boz dumanlar çekilsin de gör.
Her haftası bayram, her günü düğün,
Hele yaylalara çıkılsın da gör.

Bilmezsin ovalar nasıldır bizde;
Kağnılar yollarda, yoncalar dizde…
Saydıklarım damla değil denizde,
Hele bir ekinler ekilsin de gör.

Görmedin sen bizim mavi suları,
Karlar eriyince kırar yuları…
Köpük olur beyaz, sel olur sarı;
Hele taştan taşa dökülsün de gör.

Sen bizim köyleri görmedin ki hiç,
Yolları toz, çamur, evleri kerpiç.
O kirli kabukta, o en temiz iç;
Hele bir yakından bakılsın da gör.

Anlamaz, bilmezsin sen bizim halkı,
Sevgiyi bulasın, yakına gel ki…
Kalıplar gerçeği göstermez belki
Gönül perdeleri sökülsün de gör.

Tasavvufi şiirin zirvesi olan Yunus Emre’nin geleneğini takip ederek de tasavvufi şiirler kaleme almış ve Anadolu irfanını bize çok güzel yansıtmıştır.

Gölgesinde otur amma
Yaprak senden incinmesin.
Temizlen de gir mezara
Toprak senden incinmesin.

Yollar uzun, yollar ince
Yol kısalır aşk gelince
Yat kurban ol İsmail’ce
Bıçak senden incinmesin.

Burdayım de ararlarsa
Doğru söyle sorarlarsa
Tabutuna sararlarsa
Bayrak senden incinmesin.

İl göçsün göçtüğün vakit
Yol yansın geçtiğin vakit
Suyundan içtiğin vakit
Kaynak senden incinmesin.

Toz konmasın sakın sana
Hakkı geçer halkın sana
Gücenmesin yakın sana
Uzak senden incinmesin.

Üstadımız maalesef “Mihriban” denildiğinde akla gelen ilk isim değildir. Lakin daha birçok türkünün olduğu gibi bu türkünün de yazarı bizzat kendisidir. Yine maalesef ki sol zihniyet, üstadımızın şiirlerini sanki sözlerini kendileri yazmış gibi besteleyip seslendirirken da -ki bundan ötürü pek çoğuyla mahkemelik olmuştur- ülkücü hareket adeta beni besteleyin diye bağıran şiirleri ancak 1989’da Kaya Kuzucu’nun Bir Gün Geri Döneceğiz albümünü çıkarmasıyla birlikte besteleyip seslendirebilmiştir. Kasette Abdürrahim Karakoç’un Üşüyenler, Esir, Bir Gün Geri Döneceğiz, Fotoğraf, Beşinci Mevsim ve Dün Gece isimli şiirleri yer almıştır. 1989 yılında çıkardığı Yusuf Yüzlüler isimli kasette Abdürrahim Karakoç’un İncitme şiirini besteleyip seslendiren Hasan Sağındık, 1990’da çıkardığı Ağla Karanfil kasetinde Karakoç’un İsyanlı Sükut, Anadolu Gezisi, Gönlümdeki Gurbet ve Dün Gece şiirlerini besteleyip seslendirmiştir. Daha sonraki yıllarda da Abdürrahim Karakoç’un şiirlerini bestelemeye ve seslendirmeye devam etmişlerdir. Şahsen benim çok hoşuma giden Dün Gece şiirini de Kaya Kuzucu’nun bestesiyle onun sesinden dinlemenizi tavsiye ederim.

Çelik testere ile kestim suları
Yıkadım duvara astım suları
Düşümde düşüne girdim dün gece

Davası uğrunda da terini kalemine katmış ve davasına ölünceye dek çok büyük hizmetler etmiştir. Şiirlerini 1970’in son ayından itibaren her hafta muntazam olarak postayla Kahramanmaraş’tan Devlet gazetesinin Ankara’daki bürosuna yollayan Karakoç’un 91. sayıda “POLİGON” klişesi altında yayımlanan ilk şiiri Yaradan’a Dilekçe’dir. Bu posta teması 1971’e dek muntazam olarak devam etmiştir. KÜBİTEM (Kültür Bilim Teknik ve Eğitim Merkezi) adına kiralanan gazetenin bürosu 12 Mart muhtıra dönemi sıkıyönetim komutanlığına şikâyet edilince mühürlenmiş, bütün evraklar ve klişeler de içeride kalmıştır ama yine Devlet gazetesi klişesiz olarak iki haftada bir yayımlanmaya devam etmiştir. Bu dönem Karakoç’un şiirleri biraz aksamış lakin yine de yayımladığı Sebep şiiriyle bu geçen dönemi de layığıyla anlatmıştır.

İndir omuzundan dava yükünü,
Bırak, boş ver Türkmen’ini, Türk’ünü,
Hatır için imanını, ülkünü,
Sat dediler, satmam dedim ayrıldım.

1960 yılında yayımladığı Hasan’a Mektuplar kitabındaki Hak Yol İslam Yazacağız isimli şiiri “Ceddin Deden/Neslin Baban” müziğine uyarlanarak Milli Selamet Partisi’nin marşı haline getirilmiştir.1974’ten sonra yani Devlet gazetesinin 232. sayısı itibariyle muntazam posta teması yeniden kurulmuş ve 1974’te kurulan CHP-MSP (Bülent Ecevit- Necmettin Erbakan) koalisyonunu herkesin anlayacağı şekilde Yazı-Tura isimli şiiriyle çok hoş bir şekilde hicvetmiştir.

Güpe-gündüz ettikleri zulüme
DÜŞ dediler, kandırdılar aptalı.
Kırk yıllık gübreyi koyup önüne
AŞ dediler, kandırdılar aptalı.

1977 yılından Devlet gazetesinde yayımlanan şiirleri artık son buldu. 1970’ten 1977’ye Devlet gazetesinde toplam 70 şiiri yayımlandı. Vur Emri isimli kitabı Töre-Devlet Yayınevi tarafından basıldı. Bu sırada sol zihniyet yine yerinde durmamış ve Alparslan Türkeş’in teğmenlik zamanlarında yani 1940’lı yıllarda Trakya cephesinde Alman birliklerini bekleyen Türk askerine; “Emanet olan davayı kucakladım, hiç arkaya bakmadan tereddütsüz yürüyeceğim. Düşecek olur isem bayrağı siz alın ve daha ilerilere götürün, dönecek olur isem vurun. Davadan dönen herkesi vurun.” demesine atıf yaparak her zaman yaptığı gibi kara propagandaya başvurmuş lakin sadece kuru bir gürültüden ibaret olmuştur. Çünkü ülkücü hareket, Abdürrahim Karakoç’un bütün şiirlerini ezbere bilmekte ve her şiirle her dizeyle manevi olarak coşmakta, davası uğrunda dolu dizgin ileri atıldığı zamanlarda onlara destek olmaktaydı.

Abdürrahim Karakoç 2012 yılının haziran ayında, yani 11 yıl önce bu ayda hakkın rahmetine kavuştu ve hayatı boyunca “beşeri ilkeleri aşan cihanşümul bir sevda, aklına esenin yazamayacağı, sınırlarını politikacıların çizemeyeceği bir ülkü” olarak tanımladığı o güzel ülküsünü, o yüce gönlünde taşıdı. O güzel ülkü şimdi bize emanet lakin üstat hayata gözlerini yumduğundan beri eleştirdiği o kirli kurumlar iyice pisliğe battı. Anadolu irfanının zerresinden nasibini almamış eleştirdiği o sözde aydınlar, bırak kaldığı yerden devam etmeyi gitgide arttı. Yalnız bunlara karşı bir tek eksik var o da gönlü ülkü ile iman ile dolu, vatan millet aşkı ile yanıp tutuşan, haksızlıklara boyun eğmeyen, ses çıkarmaktan korkmayan, keskin dilli bir şairimiz eksik. Kısaca söylemek gerekirse çok eksiğimiz var, biri de Abdürrahim Karakoç.

Üstadım; mekânın cennet, ruhun şad olsun.

 

[1] Çolak, Halil. Abdürrahim Karakoç. Türk Yurdu Dergisi 299.

[2] Çolak.

[3] Gürgür, Nuri. Ses Bayrağımız Türkçenin Güçlü Bayraktarı: Abdurrahim Karakoç. Türk Yurdu Dergisi, Temmuz 2013 sayısı. 311. sayı

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.