3.Bölüm:

“Ölüm senin en son atın mı olmalıydı beyim. Kültigin Bey’im hay Bey’im hay; sen ölüm atına binecek bahadırlardan mıydın? Issız acun ağlıyor bak, kulak ver dinle, ıssız acun ağlıyor!” sesleriyle Kültigin Bey anılıyor… Tanrı dağları ve Ötüken Ormanı’nın ruhu, şimdi tarihin başka bir sahnesinden anlatıyor kutlu mefkûrenin erliğini…

Bilge Han’a başsağlığına gelen elçiler… Türk’ün Türk’ten başka dostunun olmadığının gösteriyor. Öyle ki Bilge Kağan’ın yanındaki Bilge Tonyukuk, dostu düşmandan bir görüşte ayırt edebilecek zekaya sahiptir. Çin elçisinin yalandan yüzünü çizmesinde anladığı gibi. Bir yandan da Arslan Baba’nın tüm samimiyetiyle yanlarında olacağını gözlerinden sezebildiği gibi.

Arslan Baba, otağa gelip Bilge Kağan, Tonyukuk ve Yolluğ Tigin’i ziyarete gelir. Bu ziyaret Kültigin Bey’in vefatı üzerinedir. Önce kendisini şöyle tanıtır:

“Oğuz Han’ın başdanışıcısı Irkıl Ata, Uluğ Türük neslinden Kağan’ım, Kanturalıoğullarının on yedincisiyim; on yedinci Arslan Baba’yım. Fakat bir adım daha var, Muhammed… Muhammed Arslan Baba! Yüce Kağanım izin verilir ise sunulması gereken bir armağanım var. Yakam yırtık, yanağımdan kan akar, gözüm yaşı alca kanıma karışır; saçımı biçmişim, kulak ucumdan kanım yakama damlar. Hepsi bahadırlar bahadırı Kül Tigin Bey’imiz içindir, elimden gelebilse sizi kocaltıveren yasımızın tümünü almak, yürek yasına katmak isterdim. Ölümle ölünmüyor yüce Kağan; lakin Kül Tigin Bey’imizin göçü pek erken oldu, yasımız bu yüzden dağlar ağırlığında. Türkler, Göktürkler, Oğuz Hanımızın buyruğunca aç milleti doyuruyor, çıplak budunu giydiriyor, ülkede dirlik düzenlik içinde yaşamayı yerleştiriyordu; tek devlet olmanın gücünü gördük.”

İfadeleriyle birlikte Arslan Baba, Bilge Kağan’a, Atası olan Kanturalıoğlu Arslan Bey’in zamanında Çinliye gönderdiği mektubu verir. Mektupta ise Çinlilerin Türkleri yok etmeye yönelik olan politikalarından bahsediyor ve tarihî bir akışın seyrini değiştiriyordu. Kurguya göre, bu politikalar sebebiyle gizli gerçekler ortaya çıkıyor ve milletine sorumlu olan Hakanlar; Arslan Baba’nın da tavsiyesi üzerine halkı bilinçlendirmeye karar verirler. Bir yandan bu durum, Orhun Yazıtlarının da hazırlığı demektir. Yalnız bulundukları çağa değil, bütün çağlarda da alınması gereken birtakım dersler vardır ve tarihe mührünü vurması gerekir. Ne için? Süs ve güzellik olarak görünen bütün oyunlara karşı Türk’ün ve Türklüğün daima uyanık kalması için.

Bilge Kağan mektubu alır, okur ve bunun üzerine, mektubu Arslan Baba’ya geri verip saklamasını söyler. Aynı zamanda da onunla özel olarak görüşmek ister.

Kültigin Bey’in cenaze töreninde İhtiyar Şaman, Arslan Baba’nın etrafında akdoğan kuşunu görür. Bu sahne ile yüreğinde acı bir burukluk duyar. Öyle ki eski gelenek; yerini olması gereken bir imana bırakıyor ve bu artık Şaman’ın elinde olan bir durum olmuyordu. “Zamanı Tanrı yaşıyordu, kişi oğlu ise ölmek içindi.” İmkân el verseydi uygun bir vakitte Arslan Baba’yı bulup akdoğan kuşunu soracaktı. Aynı zamanda onu kıskandığı için de duyduğu pişmanlığı söyleyecekti.

Arslan Baba ile Bilge Kağan ve Tonyukuk özel olarak konuşmaya çekildiğinde Arslan Baba ona sorulan detaylar üzerine bazı açıklamalarda bulunmuştur ve tarihin akışı içerisinde Türk’ün mefkûresini özetleyebilecek karşılıklı konuşma şöyle yansıtılmıştır:

“Oğuz Han, bizim kutsal kağanımız; sizin, benim, bizim… hepimizin! Başbakanınız Bilge Tonyukuk sizin için nice yakın, nice değerli ise benim ceddim, ulu atam Irkıl Ata, sonra Uluğ Türük de Oğuz Hanımız için aynı yakınlıkta, aynı değerde idi. Kanturalıoğulları bir ailedir. Oğuz Han’a ve Oğuz soyuna bağlı kalmaya, kopmamaya yeminlidir. Birincisi Arslan Bey, Uluğ Türük’ten sonra başlamıştır ve aileden doğan ilk erkek kesinlikle Arslan adını almıştır. Arslan Bey olarak büyümüştür, idi!”

“Değiştiren ne oldu? Bu Babalık… Babalık da nedir?”

“Tengri gibi gökten olmuş Türk Bilge Kağanım, değişen bir durum yok ki ortada! Siz değiştiniz mi? Atanız, ondan önceki atanız değişti mi? Kırgız, Uygur, Türgiş, Avar, Hun… Türk! Değişti mi? Adlar aynı olmasa bile şu damar, şu içindeki kan, kanın içindeki, can, canın içindeki cevher değişiyor mu?”

“İnanmak insanın ayakta durmasını da sağlar Kanturalıoğlu; bu da başarının ilk adımıdır. İnsan önce göklü güzel Gök Tengri’ye inanmalıdır, siz Müslümanlar Allah diyorsunuz. Görklü güzel gök Tengri’ye inanmayan, milletinin insanlarına da inanmıyordur. Milletinin insanlarına inanmayan, öteki milletlerin insanlarına da inanmaz… İnsanlara inanmayan… niye yaşar ki? Ne için?”

Özellikle son söylenen söz üzerinden düşündüğümüzde, burada Türk’ün insana verdiği manayı görüyoruz. Ötüken Ormanı’nın ruhu yüreklerde daima olmalı. Olmalı ki yapılan her iş, Türk’e yine Türk’ün atalarını hatırlatmalı ve baştan beri ortaya koyulan idealden sapmamalı. Türk, kurtuluşu daima bu yöntemlerle beraber özünde aramıştır. Er veya geç olması ise tarihî seyir içinde yaşanılan hadiseler çerçevesinde tartışılabilir fakat unutulmamalıdır ki: Kurtuluş yalnızca, özdedir.

Aradan zaman geçer ve Arslan Baba, henüz meyve veremeyen sekiz on ağaçlık hurmalığını bekliyordur…

İçinden benim çağımda mı gelecek diye de her daim olduğu gibi yine geçiriyordu. Ertesi yıl ise bir gün Bilge Kağan’ın öldüğünü duyar Arslan Baba. Bilge Kağan’ı kimin zehirlediğini öğrenemez fakat ne için zehirlenmiş olabileceğini sezer gibi olur.

4.Bölüm-Beklenen Kahraman: Abdülkerim Satuk Buğra Han

“Oğuz Han vaktinde Irkıl Ata’dan, Uluğ Türük’ten bu yana sayısını ancak bir Allah, bir kendileri bilir birkaç binin üstündeki Kanturalıoğlu içinde Arslan Baba adı bir tek idi ve o da ancak ilk doğan erkek oğlunun adını Arslan Baba koymak hakkına sahiptir; tıpkı kendinden önceki Arslan Babalar, ya da Arslan Beyler gibi…”

Gözü her zaman hurma ağaçlarında olan Arslan Baba, ilk üç çatak hurma ağacından sonra sıralanan, kimisi iki çatak, kimi üç çatak, çoğu tek başına büyümüş hurma ağaçları artık epeyce çoğalmıştı fakat hurma vermiyordu hatta gittikçe kurumaya başlıyordu. Aslında bir önceki nesillerdeki Arslan Baba’da olduğu gibi hurmalıklar çiçeklenme vaktine geliyor, bazı vakitlerde çiçekleniyor fakat olgunlaşmadan dökülmeye başlıyordu. Her nesildeki Arslan Baba gibi şimdiki Arslan Baba da bir an olsun kendinden şüphe etmeden edemedi. Günahlı bir davranışta mı bulunmuştu acaba? Bir emanetçi olmanın vermiş olduğu sorumluluk omuzları ağırlaştırıyor. Karamsarlık, bir bulut gibi üzerine çöküveriyordu Arslan Baba’nın. Kanturalıoğullarının senelik yaptığı toplantılarda ve Örgülü Şaman’ın duyumlarından Arslan Baba’nın kulağına bir şeyler katıldı. Bu da müjdeli bir çocuğun doğacağına dairdi. Arslan Baba, bu müjde üzerine öyle heyecanlanır ki kendi çağında emaneti verebilen olmak onu bütünüyle sevindirecekti. Çünkü böyle bir müjdeye erişebilmenin duaları nesilden nesile hep süregelmişti. Ondaki sevinç ve hal ise şöyle yansıtılmıştır:

“Yüce bir Peygamber’in emanetini teslim edeceği sahibin kendi zamanına denk düşmesi, kutsallığı art arta yüzyılları beklemiş bir hurma tanesini kendi eliyle onu bekleyen çocuğa teslim edişi; çocuğun bütün canlılığı ve gerçekliği ile yüzyıllar önce tanımladığı gibi gelişi, Allah’ın en seçkin kullarından birine nasip olabilirdi olsa olsa; o seçkin kişi de Kanturalıoğullarının en seçkin Arslan Baba’sı olarak öncekilerden de sonrakilerden de ayrıcalıklı…

Doğduğuna dair müjde verilen çocuk, Balasagun’da değil, Kaşgar’da Han sarayında olan “Abdülkerim Satuk Buğra”dır.

“Zaman dediğin kağanın kardaşı, zaman dediğin, gelip seni yakaladığında sen uyuyor isen küsüp giden çocuklara benzer.” Zamana sarılanlardan olmanın gerekliliğini Arslan Baba biliyordu. Satuk Buğra Han’ın hocası olduğu dile getirilen Erenalp Hoca, yine Oğuz Han’dan bu yana gelen bir akışı temsil etmekteydi. Belki de Karahanlıların ilk Müslüman Hakanı olan Satuk Buğra Han’ın beklenilen kişi gelmeden önce bir hazırlık yapması gerekiyordu ve Arslan Baba’nın çağına da böyle bir yiğit kimse düşmüştü.

Bu zeminin hazırlığı ise Erenalp Hoca tarafından özellikle Şaman geleneğinin artık bittiğine dair yine Şaman’a söylediği şu sözlerle özetlenerek verilmiştir:

“Oğuz Kağan, batıda bir yerlerde yurd aransın buyurdu… Suları bolca akan, denizleri dört yanda coşkun, dünyanın ortası sayılabilecek bir yurd edinilsin buyurdu. Benim dinimin yüce Peygamberi, Allah’ın Resulü Muhammed; Bizans’ın alınacağını, oranın Müslüman yurdu yapılacağını muştulamış. Bu iki buyruğu bir arada düşünmek zorundayız; düşününce Oğuz soyu oraları yurd edinecek demektir, dersin! Oralarda nasıl yaşanılacak? Ötüken Ormanı’nın ruhunu yüreğinde götürememiş isen yaşayabilir misin? diye sorar Bilge Kağan nice zamandır. Nedir Ötüken Ormanı’nın ruhu? Aydınlıktır! Biz buralarda, bu yurtta ana olacağız, olmalıyız! Çünkü ana sağlamdır; besler, büyütür, emzirir. Oradakilere, yeni yurttaki oğul, kız, kızan ayakta durabilene kadar biz buradan emzireceğiz, durmadan emzireceğiz, sütümüz Ötüken Ormanı’nın ruhu olmalı değil mi? Akdoğan kuşları gibi uçmalı gönlümüz oralarda. Bu sebepten şaman, sen çekil yolun üstünden; bu çocuk, Abdülkerim Satuk Buğra Han olmalı, kağan olduğunda Türkleri Müslüman denizinde yüzdürmeli… Yüzdürecek de! Buna kimse engel olamayacak!”

Ve Satuk Buğra Han, Kağan oldu…

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.