Dün meçhul filozofla yine beraberdik. Bu suretle söze başladı:

– Cumhuriyet, siyasî teşkilatların en mütekâmilidir (gelişmişidir); binaenaleyh, en mütaahhiridir (en sonuncusudur). Siyasî tekâmülün son merhalesi, cumhuriyettir. Fakat “iki uç, birbirine dokunur” suretinde bir kaide vardır. Cemiyetlerin en iptidaî (ilkel) merhalesine kadar çıkarsak, yine cumhuriyeti görürüz.

Cemiyetlerin en iptidaîsi totemli semiyelerdir. Bu cemiyetin, şahsi velâyeti (otoriteyi) haiz bir reisi, bir beyi yoktur. Semiye reisi, dini ayinler icrası için intihap olunan (seçilen) bir ihtiyardan ibarettir. Avustralya semiyeleri bu haldedir.

Totem, semiyenin ismini taşıyan bir hayvan yahut nebattır. Aynı zamanda totem, semiyenin maşerî (ortak) vicdanından ibarettir. Semiyenin velâyet-i ammesi (kamu otoritesi), totemine aittir. Totemin hâkimiyeti demek, maşeri vicdanın hâkimiyeti demektir, Totem, hâkim bulundukça maşeri vicdan hâkim olacağından, Totemizm teşkilatı, içtimai tekamülün (toplumsal gelişimin) başlangıcında yaşayan bir nevi (tür) iptidaî cumhuriyet demek olur.

Filhakika (gerçekten), bugünkü cumhuriyetle, o günkü cumhuriyet arasında büyük bir fark var. Hiç, tekamülün başlangıcında bulunan bir teşkilat, tekâmülün sonunda gelen teşkilatın tamamıyla aynı olabilir mi? Cemiyetin başlangıcında bir nevi demokrasi, bir nevi feminizm de görürüz. Bunlar da içtimai tekamülün son merhalesine ait manzumelerdir. Fakat bunlar da vaktiyle bu mütekamil sistemlerin başlangıcında görünmüşler, ondan sonra kaybolmuşlardır. Bugün yine birer birer meydana çıkıyorlar. Aradaki fark, bunların intihâîleri (sonuncuları) teşriî (yasamayla ilgili) kanunlara istinat ederken (dayanırken), iptidaîlerinin (ilkellerinin) yalnız törelere istinat etmesidir.

O halde totemizm, semiyelerin cumhuriyeti demektir. Zira totemizm devrinde, semiyenin şahsî bir reisi yoktur. Bunun delili şudur ki, “totem”, bizzat semiyeye aittir. Bu semiye reisi, onu henüz benimsememiş, kendi hesabına zapt etmemiştir. Zaten, böyle bir şey yapıldığı gün, totem, maşerilikten ferdiliğe intikal etmiş, ferdî hâkimiyeti doğurmuş olur. Bu zamanda artık semiye bir cumhuriyet değildir. Zira hâkimiyet, semiyeye değil, onun totemini kendi nam ve hesabına gasp eden reise aittir. Görülüyor ki siyasi tekamülün son merhalesi cumhuriyet olduğu gibi, başlangıcında da ilk merhalesi cumhuriyettir. Hâkimiyet iptida (en başta) semiyeye ait iken, sonra ferdileşiyor. Bu suretle, velayet-i amme, velâyet-i ferdiyeden, Hukuk-u âmme, hukuk-ı ferdiyeden daha evvel teşekkül ediyor. Şimdi de bu istihalenin (değişimin) sebeplerini arayalım: Sosyologlardan Davy, bu sebebi, “potlaç” adlı bir âdette buluyor. Şimali Amerika’nın garp tarafinda Haida, Tlingit, Kwakiutl adlı üç kavim vardır. Bunlarda potlaç kaidesini bütün tafsilatıyla görüyoruz. Potlaç, karşıdaki tarafa, karşılık yapmaktan aciz bırakacak derecede israf yapan ve davetlilerine meydan okuyan büyük bir ziyafettir. Meydana karşıki tarafın yiyeceğinden çok fazla yemekler konur, umum il tarafindan yemek yendikten sonra, kalan tepeler gibi yığılmış etleri, küpleri dolduran içkileri vesair yemekleri alıp gitmeleri teklif olunur. Bundan başka ne kadar bakır kazanları ve pöstekiden yorganları varsa, hepsini getirir ortaya atar. Karşıki taraf derhal bunları kaldırmaya ve bu ziyafete mukabil, daha müsrifâne bir ziyafet vermeğe borçlu olur. Eğer bu borcunu ödemez, daha tantanalı bir ziyafet yapmazsa, ziyafette bulunanlar totemlerini kaybederler. Çünkü zivafeti yapıp da davetlilere meydan okuyan, karşıdakilerin mukabele edemediklerini, yani âciz kaldıklarını görünce, bunların totemlerini yenmiş ve totemle beraber semiyenin hakimiyetini de kendi hesabına mal etmek üzere mensup oldukları zümreden gasp eder. Bu gasp üzerine, semiyenin maşerî (ortak) vicdanına ait olan velâyet-i amme (kamu otoritesi), bir ferdin yahut bir sülalenin öz malı olur. Bundan sonra semiyede artık cumhuriyet mahiyeti kalmaz. Çünkü totemin ve onun vasıtasıyla velâyet-i ammenin gasp edilmesiyle, semiye feodal bir vaziyete girer, semiyenin reisi feodal bir reis mahiyetini alır.

Bir semiye reisi iptida kendi semiyesini hâkimiyeti altına aldıktan sonra, semiyesinin mensup bulunduğu kabilenin bütün semiyelerini aynı muameleye maruz kılar ve bu suretle onları da hâkimiyeti altına alır. En sonra, aşiretin karşıki kabilesine ziyafet çekip ona da meydan okuduktan sonra, müsrifâne ziyafeti mukabelesiz kalırsa, onu da hâkimiyeti altına almış olur. Bu suretle kabilelerden ve semiyelerden mürekkep koca bir aşiret, bir ferdin yahut bir sülalenin hâkimiyeti altına girmiş olur. Bu muamele, daha sonra, başka aşiretler hakkında da tatbik olunur. Ferdi hakimiyetin dairesi gittikçe büyüyerek sultanlığa kadar çıkar. Şimdi bu müesseseleri Türklerde arayalım; bakalım bulabilir miyiz: Eski Türkler de toteme “ongun” adını ve firlerdi. Câmiü’t-Tevarih’in beyanına göre “Ongun”, “mübarek” manasına olan “oynuk” kelimesinden gelir. Oğuz boylarının muayyen ongunları vardı. Oğuzlardan her biri kendi ongununu mübarek tanır, onlara çok hürmet eder, ok atmaz, etini yemezdi. Bu ongunlar: “Şahin, kartal, tav şancıl, sungur, uç kuş, çağrı”dır.

Bidayette (başlangıçta) ongun ve tamga, boya yani halka aitti. O zaman her boy bir cemiyet mahiyetindeydi. Sonra, boyun reisi, kendi boy halkına çok mutantan bir ziyafetler yaparak, boy halkını hakimiyeti altına aldı. Eski Oğuz Türkçesinde bu muhteşem ziyafete “Şölen” adı verilir. Ongun, totemin Türkçesi olduğu gibi, şölen de potlacın, toy ziyafetin Türkçesidir. Dede Korkut, kendi kitabında (sayfa: 9) der ki: “Dirse Han, dişi ehlinin sözüyle ulu toy eyledi. Hacet diledi. Attan aygır, deveden buğra, koyundan koç verdi. İç Oğuz, Taş (Dış) Oğuz Beylerinin üstüne yığınak etti. Aç görse doyurdu, çıplak görse donattı, borçluyu bor- cundan kurtardı. Tepe gibi et yığdırdı. Göl gibi kımız sağdırdı.”

Yine Dede Korkut der ki: (s. 4) “Konuğu gelmeyen kara evler yıkılsa, yig.”

Oğuz şölenleri çok debdebelidir. Dede Korkut der ki (s. 3): “Er, malına kıymayınca adı çıkmaz.” Bununla beraber, Oğuzlarda şölenin bir nev’i (türü) daha vardır ki cömertliğin, ibzalin (bol bol harcamanın) ve meydan okumanın derecesini gösterir. Şölenin bu nev’ine “Yağma Şöleni” denilir. Bu şölenlerde ziyafet sahibi, zevcesinin elinden tutarak otağı terk ederdi. Kalan malı, orada bulunanlar tarafından yağma edilirdi. Dede Korkut Kitabı’nın 165. sayfasında şöyle yazılıyor: Üç Ok, Boz Ok yığınak olsa Kazan, evini yağmalatırdı. Kazan bir gün yine evini yağma ettirdi. Fakat “Diş Oğuz” beraber bulunmadı. Yalnız “İç Oğuz” yağma etti. Ne zaman Kazan evini yağmalatsa, helâlinin elini alarak dışarı çıkardı. Bütün malını yağma ederlerdi. İşte Acemlerin “Han-ı yağma” dedikleri “yağma şöleni” budur.

Yağma şöleni, potlacın en karakteristik bir şeklidir. Şimdi, Amerika’nın garbındaki yerli aşiretlerde potlacın bu derecesine az tesadüf edilir. Bu ziyafette, davetçinin bütün serveti yağma ediliyor. Eğer davetliler bu ziyafetten daha büyük ziyafet yapmazlarsa, bizzarûre (ister istemez) davet sahibinin hakimiyeti altına girerler. Mesela, Salur Kazan senede bir kere, bütün servetini yağma ettirmekle, kendi kolu olan İç Oğuz gibi davetlisi olan “Dış Oğuz”u da hakimiyeti altına almak istiyor. Bu müddeanın (iddianın) en bariz delili, yalnız Oğuz’a hasredilen bu ziyafeti haber alır almaz Dış Oğuz Beylerinin, Salur Kazan’a artık tabi kalıp kalmayacaklarını münakaşa için toplanmalarıdır. Görülüyor ki Salur Kazan Dış Oğuz’u ziyafetine davet etmemekle derhal onlar üzerindeki hâkimiyeti sukut etti. Dış Oğuz Beyleri artık Salur Kazan’ı metbû tanımamaya (kendisine tâbi olmamaya) ve kendilerine yapılan haksızlığın intikamını almaya karar verdiler.

“Taş Oğuz beylerinden Uruz, Emen ve kalan beyler bunu işittiler. Dediler ki: Bak bak şimdiye kadar Kazan’ın evini beraber yağma ederdik. Şimdi niçin beraber olmuyoruz? İttifakla, cemi Dış Oğuz beyleri Kazan’a gelmediler, adavet (düşmanlık) eylediler.” (Dede Korkut, sayfa: 165).

Görülüyor ki kendisine tâbi olan Dış Oğuz’u yağma şölenine davet etmemekle, Salur Kazan bunlar üzerindeki velayet-i ammesini (kamu otoritesini), metbüiyetini (kendisine tabi olma özelliğini), hakimiyetini derhal kaybetti. Çünkü daha evvel onlar üzerindeki bu sıfatlarını, ancak şölen ve bilhassa yağma şöleni vasıtasıyla kazanmıştı.

Yukarı ki hikâyeden anlaşılıyor ki, Salur Kazan, iki türlü yağma şöleni yapıyordu. Birine yalnız kendi taifesini, yani sol kol olan Üç Okları, “İç Oğuz”ları davet ediyordu.

Bu ziyafetin gayesi, ötekine nispetle, kendi has aşireti olan İç Oğuz üzerindeki hakimiyetini kuvvetlendirmekti. Bu ziyafette, Dış Oğuz’un bulunmasına lüzum yoktu. Ziyafetin ikinci nevi, İç Oğuz’dan başka Dış Oğuz’un da velayet-i ammesini ele geçirmek, her ikisini de hakimiyeti altına almaktı. Bu ziyafette her ikisinin de bulunması lazımdı. Çünkü hakimiyet, iki aşiretten mürekkep olan il üzerinde teessüs edecekti (kurulacaktı).

Boz Ok beyleri, Üç Oklara mahsus olan bir ziyafete iştirak etmediklerinden dolayı, isyan ettiler. Haksızdılar. Çünkü Salur Kazan bu ziyafetle, kendi koluna mensup boyların totemini ele geçirmek, yani onların tabiiyetindeki sadakatlerini kuvvetlendirmek istemişti.

Eski Türklere göre asalet de gökten yere inen bir nur sütunundan doğmuş olmakla kaimdi (mümkündü). İptida (en önce), bu nurdan doğmak ve asaleti haiz olmak (taşımak) şerefi bütün ile ait bulunuyordu. O zaman Türk cemiyetleri için “demokratik ve cumhuridir” demek muvafiktı. Sonraları, bir reis çıkarak nurdan doğmak şerefini ilden gasp ile bunu kendi sülalesine hasretti. Bu halde, velayet-i ammenin cemiyetten alınıp bir sülaleye verilmesini anlatır. Bazen de il zayıf bir kuvvete sahip iken, reis, kendi sülalesine o hayvana galip olan diğer kuvvetli bir hayvanı totem ittihaz eder. Mesela, öz sülalesini Koyunlularda kurt totemine, Tuhsinlerde (Tosunlularda) arslan totemine sahip etmek, o sülaleye kuvvetli bir hâkimiyet temin etmek demektir.

Eski Türklerde, halkın hükümete vergi vermediği ve bilhassa hükümdarın halkı beslediği Orhun kitabesindeki şu ibareden anlaşılır: “Zengin bir halk üzerine hükümdar nasbolunmadım (tayin edilmedim). Türk milleti azdı, çok ettim; açtı, yedirdim; çıplakti, giydirdim.” Görülüyor ki gerek Oğuzlarda gerekse Türklerde şahsi hâkimiyet ve ferdi saltanat, potlaçtan doğmuştur. Totem, hâkimiyeti maşeri vicdana hasrederken, potlaç vasıtasıyla bu totemin ele geçirilmesi, hâkimiyeti ferdileştirmiştir.

O halde, eski Türklerde, bir taraftan, ongunun başın- dan geçen inkılâplar maşeri hayattaki inkılâpları gösterdiği gibi, Amerika’nın şimali garbi Hintlilerine mahsus potlaç ile eski Türklerdeki şölen ve yağma şöleninin, hakimiyeti ferdileştirmek hususunda büyük bir tesirleri olmuştur. Potlacın haricinde harpte muzaffer olmak da evvela alınan esirler üzerinde, saniyen bütün halk üzerinde ferdi hakimiyetin teessüsüne bais olmuştur (sebep olmuştur).

KAYNAKÇA

Ziya Gökalp. Çınaraltı Yazıları. Ötüken Neşriyat. Sf 63

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.