Türkçülüğün Esasları’nın yüzüncü yılında Türk milliyetçiliğinin tarihin ve günümüzdeki ahvalinin iyi bir değerlendirmeye tabii tutulması elzemdir. Bu kısa yazıda ben de bunu naçizane yapmaya çalışacağım. Öncelikle milliyetçilik tarihini en temelde beş safhaya ayırabiliriz:
Kurtarıcı ideoloji, kurucu ideoloji, düşman ideoloji, rekabet halinde ideoloji ve netliğini kaybeden ideoloji.
1904’te Yusuf Akçura’nın yazdığı Üç Tarz-ı Siyaset, Türkiye’de modern Türk milliyetçiliğinin ilk eseri olarak kabul edilebilir. Sonrasında Ziya Gökalp’in Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak kitabı bunun devamı ve güzel bir giriş olarak modern Türk milliyetçiliğinin ilk ana eserleri olarak kabul edilebilir.
Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak ile Türkçülüğün Esasları arasında aslında çok büyük farklar vardır. Birisi 1.Dünya Savaşının son yıllarında, ikincisi kurtuluş savaşından sonra yazılmıştır. Kurulacak olan rejimin ana eserlerinden biri olmuştur bu yüzden önemi çok büyüktür. İkisinin arasındaki ton farkı da çok bellidir. Bir tanesi endişe içinde, “Bu ülkeyi nasıl kurtarırız?” diye yazılmışken diğeri artık ülke kurtuldu “Yeni rejimi nasıl inşa edebiliriz?” teması ile yazılmıştır. Bu da bizi Türk milliyetçiliğinin ikinci evresine getirir. Gramsci’nin bahsettiği egemen ideoloji olarak bahsettiği Türk milliyetçiliği kurucu ideoloji olmuştur. Türk milliyetçiliği üzerinden bir rejim inşa edilmiştir. Ta ki 1940’lara kadar.
Bugün Türkçülük günü olarak andığımız olayların yaşandığı 3 Mayıs 1944’te Milliyetçilik maalesef ki bir düşman ideoloji halini aldı. Bunun doğrulması ise 1950’li yılların ortasına kadar devam etti diyebiliriz. Türkçüler mahkemelerde yargılandı, işkencelerden geçti ve çok zor zamanlar yaşadılar. Bunu Karar gazetesinde Prof. Dr. İskender Öksüz’ün yazdığı makalede görebiliriz. Tam bu zamanda Türkiye’yi inşa eden ideolojinin beli kırılmış ve ülke ideolojisiz bir hale getirilmişti.
60’lı ve 70’li yıllarla beraber ideolojilerin Türkiye’de yarıştığı bir çağ başladı; Siyasal İslam, Sosyalizm, Sosyal Demokrasi, Kemalizm, merkez sağ gibi ideolojilerin Türk milliyetçiliği Ülkücülük formunu alarak doktrine bir şekilde doktrinler çağında Türkiye’de ciddi bir mücadeleye girişti. Ülkücü hareket hem fikrî manada hem aksiyon manasında sahadaydı.
Çok zor ve çetin bir süreç başladı Ruhi Kırıçkıran ile başlayan bir şehitler kervanı kuruldu. Özellikle sosyalizmle yapılan mücadelede önce fikri manada daha sonra sokakta aksiyon manasında büyük mücadeleler verildi. Daha sonra 1980 darbesi bütün bunları bıçak gibi kesti.
1980 darbesiyle beraber milliyetçilik, genel manada topluma çok yayıldı. Özellikle 1990’ların başında Sovyet Bloğunun çökmesi ile ortaya çıkan yeni Türk Devletleri tamamiyle siyasî atmosferi değiştirdi. Bir gecede insanlar Turancı, Türk milliyetçisi oldular. Bu da Milliyetçi sayısını arttırmakla beraber Türk milliyetçiliğindeki netliği oldukça azalttı ve Türk milliyetçiliğini tanınması zor bir duruma soktu diyebiliriz. Bu sayının artması pozitif olarak değerlendirilebilecekken bu netliğin kaybolması negatif olarak adlandırılabilir.
Günümüze geldiğimizde milliyetçiliğin en önemli sorunu güçlü merkezi otoritenin eski ağırlığının kalmaması diyebiliriz. Milliyetçi Hareket Partisi çok uzun süreler bunu sağladı arada BBP, Aydınlık Türkiye partisi gibi küçük kopmalar olsa da önce İyi Parti ayrımı daha sonra MHP’nin Cumhur İttifakına katılmasıyla büyük kırılmalar yaşandı. Fakat bu kırılmaların neticesinde ayrılanların çoğunlukla milliyetçilikten uzaklara savrulduğunu gördük. Özellikle İyi Parti ciddi bir kimlik problemi yaşadı. Şimdi yeniden toparlanmaya çalışıyor. MHP ana akım milliyetçiliği devam ettirerek kendi halinde yoluna devam etti. Bununla beraber daha küçük gruplar da ortaya çıktı özellikle açılım zamanında alan bulan gruplar İyi Parti’nin ayrılmasıyla ortaya çıkıp güç kazanmak istediler.
Netice itibariyle muhalif milliyetçi gruplar İyi Parti haricinde çokta bir destek bulamadılar. İyi Parti’nin de şu an ki durumuna baktığımızda geleceği kısa vadede çokta parlak görünmüyor. Bu durumda merkezi otoriteye dönüş tekrar sağlanacaktır diye düşünüyorum.
Bu yapısal değişimler kadar Türk milliyetçiliğinin bence en önemli problemi enaniyet meselesi. 15 yaşından 85 yaşına kadar hemen hemen herkes kendini çok büyük milliyetçi görüyor, kendini “ülkü devi” olarak görme gibi bir alışkanlık ve başka hiç kimsenin Milliyetçiliğini beğenmeme huyu gelişti. Maalesef bu enaniyet hastalığı Türk Milliyetçiliğini çok zorlayacaktır diye düşünüyorum.
9 ışığın 7. ilkesi Hürriyetçilik ve Sahsiyetçilik’in iyi okunması anlaşılması lazım. Tekrar tekrar okunması gereken bu metnin en önemli kısımlarından biri haline gelmiştir. Burada şahıs ve millet dengesinin iyi kurulması gerekir. Maalesef milliyetçi camia içinde bir kısım insan milletin veya devletin çıkarı için kendi şahsiyetini çok eziyor ve/veya ezilmesine ses çıkarmıyor. Bazen de kendi şahsiyetini çıkarını devletin milletin önüne koyuyor. Bu dengenin iyi sağlanması gerekir. Milliyetçilik aslında dengenin kurulduğu ideolojidir. Hayatta en önemli olgulardan biri dengedir. Toplum da aslında bir denge ortaklığıdır fakat şu ana kadar özellikle son 20 yılda bu konuda çok ciddi problemler ortaya çıktığını görüyoruz.
Cumhuriyetin 2. yüzyılında her şeyin daha iyi olacağını düşünüyorum. Milliyetçilik tabana yayıldığı için banalleşse de kalabalıklaşmasında son kertede pozitif yorumlamak gerekir diye düşünüyorum. Ümitvar olmak lazım, zaten bütün Türk milliyetçileri bu yolun kolay bir yol olmadığını bilerek girdiler bu yola. Bu yolda devam edeceklerdir diye umut ediyorum.
Beraber yeni ufuklara!

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.