Işık düşünceli çocuklar, canım çocuklar!
Yenilginiz kutlu olsun!
-Dilaver Cebeci
Kimisinin bedeni eksik, kimisinin mezarı. Kimisini denize attılar, kimisini diri diri yaktılar. O kadar çok yok etmeye çalıştılar ki çoğunu tanımıyoruz bile. Bitti mi? Hayır, bitmez. Bu hikâye başladı ve sonu zaferle sonuçlanana kadar bu hatıra ölmez. Mustafa Çokaylar, Mehmet Eminler, Hüseyin Cavidler, Ahmet Cevadlar… Nice yiğit geçti bu yollardan. Neden yaptılar bunu? “Türk milleti eskisi gibi değil” diyordu insanlar. “O güzel günler mazide kaldı, artık haddimizi bilelim” diyordu akıllılar(!). Onlar kimseyi dinlemedi. İçlerinde yanan o alevi söndürmeyi hiç düşünmediler. Belki başaramadılar ama karınca hikâyesindeki gibi davalarının yolunda öldüler, şehit edildiler. Şimdi onların sayesinde bir yol görüldü. Bu yolda, ne yapacağını bilmeyenler dahi onların bıraktıkları meşalelerle geleceğe daha emin yürüyeceklerdir.
Türk dünyasının her köşesinde bir destan ve bu destanı yaşatan nice kahramanlar vardır. Hayatları, eylemleri gibi destanlara sığmayacak yiğitleri bu satırlara sığdırmak zor ama biz yine de ufak bir hafıza tazelemesi yapalım.
Batı Trakya
Batı Trakya zor günlerden geçiyordu. Yunan hükûmeti, Türklere nefes aldırmıyordu. Türkler çaresizce bir aydınlık, bir lider, bir kurtarıcı bekliyordu ama koskoca hükûmete ne yapacaksın ki? Alışmaya çalışıyorlardı. Küçük bir çocuk vardı Gümülcine’de. O, bu yaşananları görüyor ama hazmedemiyordu. Çalışkan biriydi. Tıp fakültesini kazanmış ve buradaki öğrenimini başarı ile bitirip doktorluk yapmaya başlamıştı. Doktorluk ne güzel bir meslektir. İnsanların en değerli sermayesi olan sağlıklarını korumasına yardım ediyor, bazılarının hayatını kurtarıyordu. Dünyada insan hayatını kurtarmaktan güzel ne vardır? Sanırım varmış. Dr. Sadık Ahmet’e fert fert insanları kurtarmak kâfi gelmedi ve Batı Trakya Türklerinin millî hayatını kurtarmak için harekete geçti. Bir milletin geleceğini kurtarmak şüphesiz insanın geleceğini kurtarmaktan daha zordur çünkü bu yola çıktığınızda artık karşınıza devletleri, milletleri; topyekûn herkesi alıyorsunuz. O, bunu pekâlâ bilerek çıktı yoluna. Önce imza topladı, tüm dünyaya buradaki mezâlimi göstermek istedi. Türk insanı kanunların dışına çıkmamayı kendine düstur edinirdi elbette. Dünya kamuoyuna Batı Trakya’nın ahvali ile ilgili bilgi verilecek ve Yunan hükûmeti ile karşılıklı barış yapılacaktı ancak hükûmet kanunlar dışına çıkıyordu, Sadık Ahmet’in deyimiyle “O akıllı adamlar onun ırkını hiçe sayıyorlardı.” Sadık Ahmet, hükûmetin bütün engellemelerine rağmen kısa bir zamanda 15 ilâ 20 bin imza toplamayı başarmıştı. Hükûmet, Sadık Ahmet’i engellemek için neler yapmadı ki? Onu ölümle tehdit ettiler, gizli takibe aldılar, mahkemeden mahkemeye koşturttular ve buldukları ilk fırsatta onu zindana attılar. O yılmadı. Cezası bittikten sonra, daha önce bir defa bağımsız olarak seçildiği meclise yine bağımsız olarak girdi ve bu defa Dostluk Eşitlik Barış Partisi’ni kurup genel başkan sıfatıyla çalışmalar yaptı. Yunan hükûmeti yine onun önünü kesmek için daha önce olmayan seçim barajını getirdi. Partinin meclise girmesini bu şekilde engellemişti. Yılmadı, yine uğraştı didindi. 48 yıllık hayatını Batı Trakya Türkleri için harcadı. Ailesi ona bazen kırılıyordu. Kırılmazlar mı hiç? Yapacak o kadar çok iş vardı ki ailesine zaman ayıramıyordu. Koskoca bir milletin davasını yüklenince insan, eşine ve çocuğuna ayıracak zaman bulabilir mi? Davalar, hapisler ve nice zorluktan sonra ailesine zaman ayırmak istedi. Onlarla bir piknik yapmaya gitmiş, belki de uzun zaman sonra ailesiyle beraber rahat bir nefes almıştı. Her şey güzeldi, piknik bitmiş, Işık Hanım sofrayı toparlamış ve herkes eve dönmek için hazırlanmıştı. Eve gidiliyordu, işlere tekrardan koşmak, davaya kalındığı yerden devam etmek için ama artık kaderin farklı bir planı vardı. Kimliği belirsiz -hâlâ daha belirsiz(!)-bir kişinin kullandığı traktör, arabalarına çarptı ve Sadık Ahmet arabadan dışarıya savruldu. Işık Hanım, Dr. Sadık Ahmet’i ararken Sadık Ahmet’in bir çığlığı yükseldi ve tüm Türk Dünyası’nda duyuldu bu çığlık: Ant etmişim millet için ölmeye…
Şunu belirtmeli ki Dr. Sadık Ahmet 1947’de doğmuş ve 1995’te ise elim bir kaza sonucu şehit edilmiştir. Bahsettiğimiz yıllarda Bağımsız Türkiye, ideolojik savaş veriyor, Türk Dünyası ise eski güzel günlerini hayırla yâd edip bağımsızlığın hayalini kuruyordu. Tabii hayalini kurdukları mücadelenin üstünden çok zaman geçmemişti. Şuur tazeydi. Türkistan’da tarihin en çetin mücadeleleri gerçekleşmişti. Şimdi biraz ata yurda, Türkistan’a gidelim ve Hoca Ahmed Yesevî’nin çağdaş alperenlerinin mücadelesine bir göz gezdirelim.
Kazakistan
Kazakistan… Uçsuz bucaksız ovalar, dörtnala koşan atlar ve hürriyetsiz yaşam olmaz diyen aydınlar! Kimlerdi onlar? Mağcan Cumabaylar, Şakerim Kudayberdiyevler ve Ahmet Baytursunlar. Hepsi Kazakların Moskof’a karşı amansız koruyucularıydı. Kimisi edebiyatçı kimisi şair kimisi siyaset adamı ama bir kişi var ki ümitlerin tükendiği bir anda Çarlığın son, Sovyet’in ilk yıllarında devlet kurmuş, hayatı boyunca dimdik durmuş ve bunun bedelini ödemiştir. Kimdir o?
Genç yaşında “Güçlü olan ben değilim, Kazak halkının gururudur!” diyebilecek kadar şuurlu ve olgun birisi, Alihan Bökeyhan’dan(1866- 1937) başkası değil elbette.
Rus Çarlığı altındaki Kazakistan’da Kazaklar çok acı çekiyordu. Bu yüzden Alihan milletine nerede faydalı olacaksa o alanda eğitim almaya önem verdi. Ormancılık, ekonomi-istatistik ve son olarak hukuk bölümlerini okudu. Dedim ya o dönem Kazaklar zor zamanlardan geçiyordu diye. Kazak Hanlığı dağılınca bütün Kazak bozkırı, Rus İmparatorluğu’nun eline geçti ve buralara Ruslar yerleştirilip misyonerler getiriliyordu. Yani Kazak bozkırları, Kazakların ellerinden alınmaya çalışılıyordu. Böyle bir ortamda Alihan’ın fazla bir vakti yoktu. O da zaten yerinde duramıyordu. 1905 yılında Karkaral Bildirisi’ni yayınladı. Bu bildiri egemenlik, toprak, dil, din meselelerini ve son olarak da adalet konusunu ihtiva ediyordu. Bildiri yayınlamak yetmezdi, aynı yıl açılan parlamentoya (Duma) da Kazak Türk halkını temsil etmek için girdi. Parlamentoda halkının haklarını savunmaya devam ederken millî harekâtı tertiplemek için Kazak aydınlarıyla da istişare hâlindeydi. Basım-yayın organları ve yazılı iletişim vasıtalarının önemini vurgulayıp duruyordu. Harekâtın ismi belliydi: Alaş Harekâtı. Alaş, Altın-Orda Devleti’nden geliyordu. Türk birliğini temsil ediyordu. Alihan, aynı zamanda bu harekâtın Türkiye (Osmanlı-Türk Devleti) tarafından da bilinmesini, Türkistan uyanırken Türkiye’nin de haberdar olmasını istiyordu. Tabii o yıllar 1907’li yıllar idi, Türk Dünyası’nın dört bir yanı kan ağlıyordu. Osmanlı-Türk Devleti de iç siyasetini düzenlemeye, Balkanları nizâma kavuşturmaya çalışıyordu. Alihan Bökeyhan, tüm Türk devletlerinin bu hâlde olmasına rağmen umudunu kaybetmeden mücadelesine devam etti. Rus Çarlığı, Duma’yı dağıttı ama çıkan tepkilere boyun eğmek zorunda kaldı ve kısa bir süre sonra Duma tekrar kuruldu ancak bu defa Duma’ya Kazak halkını temsilen bir kişi dahi giremedi. 6 milyon nüfusluk bir halkın bir tane bile temsilcisi yoktu. Bu haber, başta Ceditçiler olmak üzere tüm Türk dünyasında tepkiyle karşılandı ve Kazak halkını bir tokat atarcasına uyandırdı. Günler, aylar Alihan’ın önderliğinde Alaş Harekâtı’nın mücadelesi ile geçti ve Rusya’daki karışıklık yavaş yavaş sona erdi. Nihayet gücü eline alan Bolşevikler, 1917 Ekim devrimini gerçekleştirdi. Alihan Bökeyhan, bu siyasî boşluğu fırsat bilip önce Alaş Partisi’ni, kısa süre sonra da Alaş-Orda hükûmetini kurdu. Bu hükûmet ile Kazakistan’da kültürel alanda büyük bir kalkınma gerçekleşti; ilk roman, ilk tiyatro, ilk yazılı edebiyat, güzel sanatlar ve drama eserleri teşekkül etti. Millî bir basın kuruldu ve yüksek öğretimin temelleri atıldı. Daha sonra Sovyetlerle yapılan bir antlaşma ile Alaş-Orda Devleti’nin, sınırları belli bir şekilde Sovyet Devleti’nin tâbiyeti altına girmesi kabul edildi ancak işte bu antlaşmadan sonra Bolşevikler gerçek yüzünü gösterdi ve Alihan’ı 1920 ile 1937 yılları arasında üç defa tutukladı. Bu tutuklamalar neticesinde Alihan Bökeyhan pes etmedi ve ilmî çalışmalarla Kazak halkına yardım etmeye devam etti. İşkenceler, sorgulamalar sürerken asla kendisini ezdirmedi ve haklı olduğu davayı tüm gücüyle savunmaya devam etti. Ta ki 1937’deki son tutuklamaya kadar. O yılın eylülünde yapılan bir mahkemede idam kararı verildi ve aynı gün kurşuna dizilerek idam edildi. Bu da yetmezmiş gibi yakılarak külleri gökyüzüne savruldu. İdam edilirken bütün Moskof’u korkutan ve bütün Türk milletini titreten bir çığlık attı: Ant etmişim millet için ölmeye.
Alihan Bökeyhan neyi yanlış yaptı ki? “Self-determination” diyerek yani milletlere kendi kaderlerini başka devletlerin değil yine kendi elleriyle tayin etme hakkını propaganda ederek kandıran Sovyetlere güvenmesi, bir yanlış mıdır? Sovyetler (Bolşevikler), Rusya’nın iç karışıklıklarında (1905-1917) bu propaganda ile kendilerine meşruluk ve taban yaratmaya çalışmışlar ve nice Türk Ceditçisi bu konuda Bolşeviklere güvenmiştir! Burada tek suç milletinin bağımsızlığı ile uyuyup uyanan Ceditçilerin değildir. Aynı zamanda Sovyetler, bu propaganda ile nice coğrafyayı yutmuştur. Bolşeviklerin bu şekilde yuttuğu coğrafyalardan birisi de şüphesiz tarihinde nice imparatorluğa diz çöktürmüş olan Kırım Hanlığının mirası, Kırım coğrafyasıdır. Şimdi de biraz Kırım’a gidelim ve Devlet Giray’ın asil torunlarının şanlı mücadelesini inceleyelim.
Kırım
Tataristan ve Kırım coğrafyası, Türklük davası için ne yüce insanlar yetiştirdi. Gaspıralılar, Kerimiler, Akçuralar ve Ceditçilik aydınlanmasını başlatan Mercanîler…
Bir kişi vardı ki Kırım Cumhuriyeti’ni kurmak, halkına fiilî düzende bir umut verebilmek ona nasip olmuştu. O kişi, Kırım’ın kuzeyinde, Orkapı’da doğan Numan Çelebi Cihan (1885-1918) idi.
Numan Çelebi, 1885 yılında doğduğu andan ölümüne kadar başta eğitim alanında olmak üzere milletin ihtiyacı olan ne varsa ona yöneldi. Pek çok Kırımlı öğrenci gibi o da İstanbul’a okumak için gitti. İstanbul’da hukuk fakültesini okurken yalnızca bu fakülteyle bir milletin kaderini değiştiremeyeceğini anlamıştı sanki ve İstanbul’daki Kırımlı ne kadar genç varsa onlarla toplantılar yaptı. Bu toplantılar sonucunda arkadaşlarıyla beraber Kırım Talebe Cemiyeti’ni gayriresmî olarak kurdu. Tabiî cemiyetin faaliyet sahası, bu gayriresmilik dolayısıyla çok daralıyordu. Numan Çelebi ve arkadaşı Cafer Seydahmet, dönemin Dahiliye Nazırı Talat Paşa ile bizzat görüştü. Talat Paşa, bu heyecanlı gençleri güzel bir şekilde karşılayınca Numan Çelebi bu cemiyetin “gizli” amaçlarını da açıklamakta bir beis görmedi. Açıkladıktan sonra Talat Paşa, Seydahmet’in ifadesiyle “nurlu gözleri ile” cevap vermişti ve resmî müsaade işinde kolaylık sağlayacağını söylemişti. Her şey çok güzel gidiyordu. Cemiyet içindeki yazar, şair kadroları keşfetmek amacıyla Genç Tatar Yazar Grubu kuruldu. Bunların üstüne 1909 yılında büyük dava adamı İsmail Bey Gaspıralı İstanbul’a geldi ve bu gençleri ziyaret etti. Gaspıralı’yı bir baba figürü olarak gören gençler için bu buluşma çok önemliydi. Bu buluşmadan sonra da işleri biraz daha derinleştirmek için gizli cemiyetler kurulmaya başladı. Numan Çelebi, çok güvendiği az sayıdaki yakın arkadaşlarıyla Vatan Teşkilatı’nı kurdu. Bu teşkilatın amacını da çok sarih bir şekilde ‘Milletimizi Kurtarmak!’ olarak belirlediler. Vatan Teşkilâtı giderek genişler iken Numan Çelebi, 1912 yılında hukuk fakültesini bitirerek İstanbul’dan ayrıldı ve öğrenimine St. Petersburg’da psikonöroloji alanında devam etti. Tabiî bahsettiğimiz yıllar, 1. Cihan Harbi’nin kapıda olduğu yıllardı. Rus hükûmeti, Çelebi Cihan’ı Odessa’ya, cepheye gönderdi. Cephede kendi milleti için değil de Rus menfaati için savaşması onun çok zoruna gidiyordu. Çelebi Cihan cephedeyken 1917 Devrimi ile Rusya’da Çarlık dağıldı ve devlet içerisinde siyasî bir boşluk doğdu. Bu fırsatı gören Vatan Teşkilatı üyeleri hemen bir kongre topladı ve aralarında müftülük, komite başkanlığı gibi seçimler yaptılar. Numan Çelebi, burada olmamasına karşın kendisi Kırım Müftülüğü ile Kırım İcra Komitesi Başkanlığına seçildi. İlerleyen süreçlerde ise anayasanın ilanı ile Kırım Cumhuriyeti kurulmuş, başbakanlığına da Numan Çelebi Cihan getirilmişti. Artık Kırım Devleti vardı. Artık hüzünler bitecekti. Ta ki Bolşeviklerin otoriteyi ellerine almasına kadar. 1918’de Kurultay hükûmeti istilaya uğramış, Kırım-Tatar gönüllü askerleri ve halk kahramanca savaşmış ancak güçlü Sovyet ordularına karşı fiilî bir başarı sağlayamamışlardı. Bolşevikler, Bahçesaray’a kadar gelmiş ve devletin yıkıldığını burada ilan etmişlerdi. Numan Çelebi ise kısa bir süre sonra yakalanmış ve hakkında idam kararı verilmişti. Numan Çelebi, Sivastopol’e götürülmüş, orada elleri ve ayakları bağlanmış sonrasında karşısına geçilip tüfekler ona doğru nişan alınmış idi. Numan Çelebi, cihânın titrediği bir sesle haykırmış ve bu haykırışı eşliğinde idam edilmişti. Hatta onu öldürmek yetmemiş, nurlu cesedini de parçalayıp Karadeniz’e atmışlardı. Bugün hâlâ onun haykırışı Karadeniz’den Türk’ün olduğu her bir bölgede işitilmektedir. Ne diyor Numan Çelebi, duyabiliyor musunuz?
Ant etkenmen, söz bergenmen millet içün ölmege
Bilip, körip, milletimniñ köz yaşını silmege.
Bilmey körmey, biñ yaşasam, qurultaylı han bolsam,
Kene bir kün mezarcılar kelir meni kömmege.
Daha bildiğimiz veya bilmediğimiz nice kahramanlar vardır Türk dünyasında. Biz elimizden geldiğince üç büyük şahsiyeti, ‘fena-fil mille’ olmuş üç büyük adamı anlattık. Hepsinin sonu aynı ve eminim ki hepsi böyle bir sonu tahmin ediyordu. Uğraştılar, çalıştılar, asla pes etmediler. Belki başaramadılar, kaybettiler; kurdukları devlet yıkıldı, başlattıkları hareket devam etmedi. Evet, kaybettiler ancak onların yenildiğini kim iddia edebilir? Bir milletin hürriyeti adına savaş vermişlerdi. Karşılarında üç-beş insan değil hükûmetler, devletler vardı. Onlar da belki kaybedeceklerini biliyorlardı ancak yenileceklerini eminim hiç düşünmediler. Siz de görüyorsunuz, bir kişi kaybetti ama milyonlar gidecek yol buldu. Belki de uğruna öldükleri halkları, onların yolundan gidip nice mazlumun feryadını dindirecektir. Bir soru gelir akla: kaybedeceklerini bile bile neden yaptılar bunu? Çünkü kaybetmek ve yenilmek farklı kavramlardır. Yenileceklerini düşünselerdi acaba hiç çıkarlar mıydı bu yola? Onlar şüphesiz çıkardıkları gazetelerin, yazdıkları şiir ve makalelerin, başlattıkları halk hareketlerinin kısaca hiçbir eylemlerinin boşuna olmadığını biliyorlardı. Belki bugün, gün batarken umutsuzluk sarabilir etrafı ama elbet bir gün, yarın olacak ve güneş tekrar doğacaktır. Şüphesiz onlar, bunun hayali ve bilinciyle hareket ettiler. Evet, onlar kaybettiler ama onların sayesinde geleceğin çocukları asla yenilmeyecektir!
KAYNAKÇA
Numan Çelebi Cihan hk. ayrıntılı bilgi için bkz:
1. TRT Avaz, Köklerin İzinde 22. Bölüm (Numan Çelebi Cihan). YouTube. 20.02.2020
2. Vatan Kırım. Numan Çelebi Cihan (1885 – 1918). M. Akif Albayrak. 19.01.2018
Alihan Bökeyhan hk. ayrıntılı bilgi için bkz:
1. TRT Avaz, Köklerin İzinde 16. Bölüm (Alihan Bökeyhanov). YouTube. 14.02.2020
Alaş Harekatı ve Alaş-Orda Hükûmeti hk. ayrıntılı bilgi için bkz:
Yorulmaz, Osman. (2016). Alaş Orda Hareketi. BELLETEN, 80(289), 939-976.
Sadık Ahmet hk. ayrıntılı bilgi için bkz.
1. TRT Avaz Sadık Ahmet’in Hayatı – Türk Dünyasının Enleri – TRT Avaz. 08.12.2016
2. Özdemir, Seher Aras. Batı Trakya Türklüğünün Müdafii: Dr. Sadık Ahmet. Yeni Ufuk. Temmuz 2019.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.