Türk milletinin özelliği nedir diye bir soru sorsak muhtemelen akla ilk gelen cevap savaşma kabiliyeti olur. Türk milleti, asırlarca bu özelliğini korumuş ve günümüze kadar ulaştırmıştır. Bu millet gerçekten bu işi çok iyi biliyor. Fakat Türk milletinin bu özelliği düşünülenin aksine öldürmek için değil yaşatmak içindir. Yani bu millet yaşatmak için savaşıyor. Türk milletinin savaşçılığının yanında dünya üzerinde tanınmasına sebep olan başka özellikleri de vardır. Her ne kadar savaşçı olsak da yaşama, insana ve doğaya olan saygımızdan dolayı milletimiz ince ruhludur. Bu sebepten ötürü savaşın yanında sanata, estetiğe, gözün gördüğü, kulağın işittiği, burnun kokladığı her şeye de sevdalı bir milletiz. Sanata olan düşkünlüğümüz sayesinde dünyaya hediye ettiğimiz çok sayıda güzellik ve estetik yönünden örnek vardır. Dünyaya armağan ettiğimiz eserlerden bazıları var ki yüzyıllar boyunca bizi yok etmeye çalışan düşmanlarımızı bile kendisine hayran bırakmış, uğruna mücadeleler verdirmiştir. Düşmanlarımız bize bırakılan o sanat eserleri üzerine kavgalar ederken maalesef ecdadın bize bıraktığı emanetleri biz çoktan unutmuşuz. İşte bu yazıda unuttuğumuz değerlerimizin birisinden bahsedeceğim. Atalarımızdan miras kalan o değer, dünyayı kendisine hayran bırakan Türk kırmızısıdır.
Genel olarak Türk milleti tarihte konar-göçer olduğu için daima tabiat ile iç içedir. Bu sebepten dokumacılık, giyim ve tekstil ürünleri konusunda çeşitli otlardan dikiş nakış için doğal boyalar elde etmek için uğraştılar. Başardılar da. Bu sayede doğada bulunan ve göz alan rengarenk, çeşitli el işleri ortaya koydular. Türkler arasında tarım yaygınlaşınca hayvan yünleri yanında pamuk da aktif olarak kullanılmaya başlandı. Ancak pamukta boyayı tutturmak, yünlerdeki gibi kolay olmuyordu. Özellikle kırmızı rengi almak ve bu rengin kırmızılığını uzun süre muhafaza etmek mümkün olmuyordu. Dünya, uzunca bir süre bu meseleye bir çözüm bulamamıştı. Çözüm 15. yüzyılda tahmin edebileceğiniz üzere Türklerden geldi. Parlaklığı ve özellikle pamuklu kumaşlardaki kalıcılığı ile tüm dünyayı kendisine hayran bırakan kırmızı renk, kökboyası (bu bitkinin adı bazı kaynaklarda ‘rubia tinctorum’ şeklinde geçmektedir.) bitkisinden alınıyordu. Menşei Anadolu olan bu bitki, Osmanlı zamanında Edirne’ye getirilerek burada yetiştirilmeye başlanmış ve çok iyi sonuçlar alınmıştır. Bu bitkinin halk arasında yapışkan otu, sarı pörç, boyalık otu şeklinde adlandırmaları da mevcuttur. Azerbaycan’da bu bitkiye boyakotu denir. Kökboyası bitkisinden alınan kırmızı renk, kaynaklara göre 40 günlük bir işlemden geçirilerek pamuklu giysilerin üzerine uygulanmıştır. Türkler tarafından dünyaya kazandırılan bu renk, tarihe ‘Türk kırmızısı’ olarak geçmiştir. Sonraki dönemlerde sadece rengin adı değil bu rengi, pamuklu kumaşlarda kullanmak için uygulanan işlemin genel adına da ‘Türk kırmızısı’ denmiştir.
O dönemlerde Avrupa’da kumaş boyaması için kullanılan kırmızı renk, açık bir tonda veya kiremit rengine benzer bir renk olduğu ve sadece yünlü elbiselerde uygulandığı için Batı, bu renkten mahrumdu. Osmanlı Devleti’nin 17. yüzyıla kadar Türk kırmızısı tekniğini elinde bulundurması, ekonomiye ciddi şekilde katkı sağlıyordu. Çünkü o dönemlerde Avrupa, Türk kırmızısına büyük ilgi gösteriyor ve bu renkten hazırlanan kumaşları çok fazla kullanıyordu.
Türk kırmızısı ile boyanan elbiseler; Avrupa’da soylular, din adamları ve hükümdarların vazgeçilmeziydi. Ancak yukarıda da anlattığım gibi Avrupa bu rengi alamıyor ve Türk kırmızısına muhtaç kalıyordu. Bunu ortadan kaldırmak için başta Fransa ve İngiltere olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri harekete geçti. Türk kırmızısı sırrı, ustadan çırağa aktarılma usulüyle yayıldığı için herhangi bir yazılı metni bulunamadı. Bu sebepten ötürü 18. yüzyıldan itibaren Türk kırmızısı sırrını öğrenmek için Avrupa devletleri, casuslarını Osmanlı topraklarına gönderdiler.
Sanayi Devrimi’nden sonra pamuk sanayisinde Türk kırmızısına olan talebin hayatî önem taşıması sebebiyle kırmızı rengin elde edilmesi için en çok uğraşan devlet Fransa oldu. Uzun uğraşlar sonunda Edirneli iki boya ustasının Fransa’ya davet edilmesiyle Avrupa’da Türk kırmızısı ilk defa Fransa’da üretilmeye başlandı. 1740’lı yıllarda Fransa’da üretilmeye başlanan Türk kırmızısı, iki Edirneli boya ustasından dolayı ‘Edirne kırmızısı’ olarak da adlandırılmaya başlandı. Fransızlardan sonra İngilizler de Türk kırmızısı için uğraşlarını artırdılar. Özel casus ekibi kurarak Türk kırmızısı elde etmenin yollarını aradılar. İstediklerinde tam muvaffak olamamışlar ki bunun için büyük ödüllü yarışmalar düzenlediler. Renge olan yoğun talep neticesinde Avrupa pazarlarında Türk kırmızısının sahte reçeteleri ortaya çıkmaya başladı. Daha sonrasında yaşanan siyasî olaylar ve casusların uğraşları sonucunda boya ustalarının İngiltere, İsviçre, Avusturya ve Almanya’ya göç etmesi sayesinde Türk kırmızısı tüm Avrupa’ya yayıldı. Art arda Avrupa’nın farklı şehirlerinde Türk kırmızısı ile üretim yapan fabrikalar ortaya çıkmaya başladı. Burada Türk kırmızısı ile üretilen tekstil malzemeleri Amerika başta olmak üzere dünyanın en uç noktalarına kadar ulaştırıldı.
Avrupa’da tekstil ürünlerinin yükselişine büyük katkıları olan Türk kırmızısının üretim zorluğu ve maliyeti sebebiyle üreticileri alternatiflerin aranmasına yöneltti. Antibakteriyel özelliği de bulunan doğal Türk kırmızısı yerine sentetik boyalar üzerine çalışıldı. Alman kimyacıların 19. yüzyılın son çeyreğine yakın sentetik boyayı bulması, Avrupa’da Türk kırmızısına olan ilginin azalmasına sebep oldu. Yıllar içerisinde de tarifi kayboldu. Fakat zaman içerisinde unutulan Türk kırmızısı, son yıllarda çeşitli kurum ve kuruluşlar tarafından yeniden canlandırılmaya çalışılıyor. Türk kırmızısı ile boyanmış tarihî kumaşlar üzerinde yapılan incelemeler sonucunda bazı olumlu sonuçlar da alındığı söylenmektedir.
Konunun en başına dönersek Türk milletinin dünya estetiğine, kültürüne ve sanatına yaptığı katkılar saymakla bitmez. Şükürler olsun ki ecdadımız bize diğer milletler gibi barbarlık, kan ve gözyaşı üzerine kurulan bir medeniyet değil “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” düsturuna uygun olarak insan merkezli bir medeniyet bıraktı. Mesele insan olunca bu halkanın içerisine kültür, estetik ve sanat da giriyor. Atalarımız bu alanı da boş bırakmayarak bize büyük bir medeniyet bıraktı. Maalesef günümüzde çok az kişi bu medeniyetten haberdar. Uğruna büyük mücadelelerin verildiği ve bu yazının da konusu olan ‘Türk kırmızısı’, bunun bir numunesidir. Ecdadımızdan bize kalan değerlere sahip çıkarak onları gelecek nesillere aktarmak, Türk milliyetçilerinin vazifesi olmalıdır. Yazıyı, Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale şehitlerine yazdığı ama bizim genel olarak ecdadımıza karşı olan bakışımızı ifade eden şiirden bir alıntı ile bitirmek istiyorum:
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana,
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
KAYNAKÇA
Akman, Orkun. Güler, Emel. Gönenç. Edirne Kırmızısının Edirne İline Kent Kimliği Kazandırmasındaki Rolü. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. Aralık 2021. Cilt 23 Sayı 2.
Şahin, Duran. Türk kültürünün Avrupa’daki Etkileri ve Türk Kırmızısı. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul Arel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. İstanbul 2017.
Yıldırım, Leyla. Avrupa Tekstil Baskıcılığının Gelişiminde Türk Kırmızısının Rolü. Yedi: Sanat, Tasarım ve Bilim Dergisi. Yaz 2014. Sayı 12
İndigo Dergisi. Türk Kırmızısı: Tarihin En Büyük Casusluk Hikayesinin Başrolü. 25.04.2022. https://indigodergisi.com/2022/04/turk-kirmizisi/
Turkish Cultural Foundation. Türk Kırmızısı’nın Sırrı Çözülüyor. 06.11.2017. http://turkishculturalfoundation.org/pages.php?ID=5&news_id=257
Süleyman Demirel Üniversitesi. Bayrak Kırmızısı ‘Türk Rengi’nin efsane doğal bitkisi ‘Toprak Ana’ ile buluşturuldu. 12/11/2020 https://tesaum.sdu.edu.tr/tr/haber/bayrak-kirmizisi-turk-renginin-efsane-dogal-bitkisi-toprak-ana-ile-bulusturuldu-32032h.html
Milliyet. Avrupalı casusları peşinden koşturan Türk Kırmızısı. 30.10.2022 https://www.milliyet.com.tr/pazar/avrupali-casuslari-pesinden-kosturan-turk-kirmizisi-6848475
2024-05-27
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.