[1]Ulu Tanrı!

Gün batıyor, sevgili korkun gönlümde doğuyor. Kumral akşam bana sessizlikler içinde büyüklüğünü fısıldıyor… Bu alaca karanlıklar arasında bir kulun, dilmaç kullanmadan, öz bilgisiyle sana diller dökmek istiyor… Ödünç giyim almadan, kendi çaputlarıyla karşına çıkmak diliyor.

Onun yalvarışlarını dinlemez misin?

Kanadı incinmiş, karnı acıkmış bir serçenin ötüşçüğünü anlarsın. Boynu bükük, benzi uçuk bir çiçeğin istekçiğini duyarsın… Bugün biz Türk’ün, yıpranmamış, sesini birinci olarak sana eriştirmek isteyen suçunu bağışlasan gerektir. Ey, yüce gökleri ışıklı yıldızlarla, azgın denizleri köpüklü dalgalarla süsleyen Tanrı! Kullarına kendilerini tanımak, kendilerinde özünü tanıtmak üzere onlara beyin, gönül verdin. Onlardan yüz binlerce Türk sevgili son Yalavacının[2] doğru izinden bu us, bu duygu kanatlarıyla yüksele yüksele uçmağına ermek istediler…

Yeryüzünün en büyük ulusu olan Türklerin yüreklerini donduran soğuk bozkırlarını, yurtlarını bırakarak sözlerini anlamak, senin öz birliğini tanımak, sana tapmak üzere yalın ayak, baş açık, yad illere düştüler… Sıcak çöllere üştüler… O genişliklerde yeldirenler tutsağın oldular. Yorgun organına sarıldılar. İlk çağda aya, güne tapan bunlar, şimdi ayın günün isini buldular. Kutlu oldular. Yalavacının söylediği yerliğine boyun eğdiler. Yaradanlarını bildiler. Doğru yola girdiler. İstediklerine erdiler. Ey bizi yoktan var eden Oğun[3] sonra, seni ulatmak, birliğin sancağını yeryüzünün bir ucundan öbür ucuna iletmek, gönlü gözü kör olanlara, seni tanımayanlara seni göstermek, seni tanıtmak üzere savaşmağa başladılar. Şimşeklerine baktılar, kılıçlarını çektiler. Yıldırımlarını işittiler, toplarını kullandılar. Kanlarını uğrunda döktüler, başlarını yoluna koydular. Koca denizleri geçtiler. Yüce dağları aştılar… Yeryüzündeki sayısız kullarından çok, pek çok, onlar senin uğrunda çabaladılar. Sen de onlara ödüller verdin, dirlikler bağışladın!

Senin ve Yalavaclarının adlarına ayırdığın ünlü yerleri bütün onların yurtlarının bucaklarında sakladın. O köyde yarattığın Türklerin sana düşkünlükle yükseldiler… Bu, yücelikten onları indirme, ey sevgili Tanrı! Onları indirme… Ak bulutlardan, kara çamurlara düşürme! Düşürme, onların yüreklerinde senin korkun, senin sevgin vardır… Sen varsın!

Bilmeden yaptıkları suçları varsa dünkü emeklerine bağışlamaz mısın? Bağrı karalarını bugünkü gözyaşları ile yıkamaz mısın? Yürekleri karardıysa, eşiğinde yerlere sürünen alınları aktır, yüreklerinin karaltısını aydınlatmak, düştükleri uçurumdan bileklerini tutmak, onları doğru yola getirmek sana güç değildir; ey ulular ulusu! Güç değildir!

Şimdi, önünde çıplak gönlüyle kekeleyerek söylenen bu kulun bütün yurttaşlarıyla bir yarlıgayıcı bakışının yoksuludur. Ey büyük Tanrı! Sen yine onları unutma! Sen yine onları esirge! Bak! Sızan gözyaşlar ne ağlıyor? Sızlayan yürekler ne inliyor?

[1] Yakarış: Bu münacaat bütün Türkçedir

[2] Yalavac: Peygamber

[3] Oğun: Allah

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.