“Bugün yollanıyorken gurbete yeniden,
Belki bir kişi bile gelmeyecektir bize…
Bir kemiğin ardından günlerce yol giden,
İtler bile gülecek kimliksizliğimize…
Gidiyorum: yüreğimde acısı yanıkların.
Ordularla yenilmez bir gayız var kanımda…
Dün benimle birlikte gülen tanıdıkların,
Yalnız bir hatırası kaldı artık yanımda.”
-Hüseyin Nihal ATSIZ
Mücadele vermek için önce davasına iman etmeli insan. Ancak iman ne yazık ki tek başına yeterli değildir. İnandığımız halde mücadele edememe durumu, aslında imanımızı tazelememiz gerektiğinin bir kanıtı niteliğindedir. Bizim tarihimiz, davasına gönülden inanmış ve bu iman doğrultusunda mücadele etmiş kahramanlarla doludur. Bu kahramanları bilmek imanımızı tazeler. Ufak bir yolculuk ile bazı şeyleri hatırlamaya ne dersiniz?
Öncelikle babanızın size ihanet ettiğini düşünmenizi isteyeceğim. Böyle bir şey yaşansa muhtemelen babanıza kininizden gözünüz döner ya da nefsinize yenilir, kabuğunuza çekilir, bir köşede beklersiniz. Hangi biriniz nefsanî isteklere yenik düşmeden mücadele etmeyi deneyip bir devletin yönetimine geçmeyi becerebilir ki? Ancak babasının milletine ihanet ettiğini anlayan Metehan gibi koca bir yüreğiniz varsa işte o zaman başarabilirsiniz. Metehan’ın, babasının bu ihaneti karşısında Çin ile iş birliği yapması, babasını yerinden etmesi ve ondan intikam alması daha kolay olmaz mıydı? Bu hamle insanî olarak hepimizin nefsine kolay gelecek ve makul görülebilecek bir mevzu olarak düşünülebilir. Tek başına mücadele ederek günümüzde tüm dünyanın kullanacağı bir askerî sistem oluşturmaya ya da ıslıklı oklar icat edip savaş stratejisi oluşturmaya gerek var mıydı? Evet, eğer Türk’seniz vardır. Demek ki bu yol kutlu bir yol ve başarılı olmak için kötülerle iş birliğine gerek yok. İnsanın nefsine yenilmeden de mücadele etmesi mümkün.
Hadi tarihî bir yolculuğa çıkalım:
Metehan atasının izinde olan Kürşad’ın zamandaşı bir teyzenin yanına gidip Kürşad’ın Çin zulmüne karşı milleti için planladığı başkaldırıyı anlatalım: Muhtemelen teyze bize gülmekten başka bir şey yapmaz. Düşünsenize devletiniz yıkılalı yıllar olmuş, halkınızın büyük bir kısmı Çin baskısı altında yaşıyor ve etrafta milleti yönetebilecek bir kağan kalmamış çünkü son kağan, çokça yanlış yapıp sizi bu hâle getiren kişi olmuş. Teyzeye göre bu millet artık son nefeslerini alıp veriyor ve o, bu anlarına üzülerek tanıklık ediyor. Teyzenin yapacak bir şeyi yok. Eğer bir şey dahi söylemeye kalksa elinde kalan son evladından olacak ya da yıllarca yiğitçe savaşmış, kanını milleti için dökmüş, son seferden sonra bir uzvunu kaybetmiş eşi tamamen kaybolup gidecek ellerinden. Bu teyzeye, “Kürşad kırk çerisini alıp Çin sarayını basacak ve özgürlüğe bir adım atacak. Ruhu Tanrı’nın yanına ulaştıktan sonra bile Çin, o heybetli Kürşad’dan korkmaya devam edecek. Hikâyesi yarım kalmayacak o milletine bir umut kıvılcımı olacak ve milletin tekrar eski günlerine dönecek,” desek “Git yavrum yoluna. Bunlar hep hayal!” deyip gülüp geçmesin de ne yapsın?
Hızımızı almışken 840’ların hemen öncesine gitmeye ne dersiniz? Hadi Karahanlı Devleti’nin daha kurulmadığı ve Türklerin yine bir başına kaldığı, onları idare edecek bir otoritenin olmadığı o dönemlere gidelim. Sokakta bir amcaya ”amca birkaç yıl sonra Türkler bir devlet kuracak. Artık İslamiyet diye bir dine tâbii olacağız. Bu din, bizim içimizdeki Horasan bölgesinde yeşerip gelişti. Âlimler yetiştirip hem milletimize hem dinimize hizmet edeceğiz. Âlimler orada o kadar huzur ve refah içerisinde yaşayacaklar ki bu bölgeyi bırakıp hiçbir yere gitmeyecekler. Yüzyıllar sonra bile o âlimlere gıpta edilecek. Onların ilimlerine ulaşılmaya çalışılacak.” diyelim. Muhtemelen amca yüzümüze bakarak: “Uyan evlat bu rüyadan! Bu anlattıklarına akıl sahibi hiçbir kişi inanmaz. Bizim bir medeniyet beşiği olmamız anca hayaldir. Sen de bunu anla, işine gücüne bak, uğraşma böyle şeylerle.” derdi.
Şimdi de birkaç devlet arasına sıkışmış Kınık boyundan bir çocuk ile konuşmaya çalışalım. Çocuğa, “Şimdi bir yurt bulmak için geziyorsunuz biliyoruz. Merak etmeyin şanlı bir devlet kurmanıza çok az kaldı. İhtiyaç olan devleti, Tuğrul ve Çağrı Beyler birlikte başaracaklar. Bu dünyaya, Türk nizamı nedir ve nasıl olur çok iyi bir şekilde öğretecekler. Dinimize ve milletimize devlet baba olup halk tarafından el üstünde tutulacaklar.” desek yeriz muhtemelen elindeki tahta kılıcı kafamıza. “Çocuğum diye benimle eğlenebileceğini mi sanıyorsun? İki Türk başa geçme için kavga etmek yerine nasıl birlik olsunlar? Git buradan yolcu, savaş talimi etmem gerekli, meşgul etme beni.” diyecektir.
Durmak yok, 1300’lerin gelmediği bir Anadolu düşünelim bu sefer. Koskoca Selçuklu tarihini yaşamış bir demirci ile konuşalım. Her alanda en zirveyi görmüş bir devletin halkı iken şimdi paramparça kalmış milletine tanık olan bir demirciye, “korkma ustam! Osman Bey adında biri çıkacak, her parçası bir uca dağılmış milleti toplayacak. Onları yeniden bir edecek. Moğol tarafından yakılıp yıkılmadık yeri kalmayan bu vatanı yeniden imar edecek. Kaybedilen eserler için nice ilim insanları ve sanatkârlar yetiştirecek. Bu millet için koşacak koşturacak.”
Demirci usta koca bir iç çeker, uzaklara dalar gider muhtemelen. Bizim dilimiz durur mu? Anlatmaya devam ederiz: “Bu yeni kurulan devlet bu coğrafyalarla yetinmeyecek. Üç kıtaya yayılacak, askerî ve ticari alanlarda zamandaşları olan tüm devletlerden daha ileri olacaktır.” Usta örsteki bir demire daha sertçe vurduktan sonra “İnşallah yavrum, inşallah.” diyecek ve bu anlatılanları kendi çocukluğunun hayallerine benzetecek, “Gençlik işte!” diyerek içinden geçirecektir.
Gelelim bize, en yakın tarihlere. Biz buna Osmanlının son zamanları diyelim. Üzerinden 93 Harbi geçmiş ve dünya savaşına sürüklenmiş herhangi bir vatandaşla konuşalım.
Peki nasıl konuşacağız bu insanla? Onca sıkıntının ve yoksulluğun üstüne bizimle konuşmaya mecali kalmış mıdır? En yakınları 93 Harbi’ne gidip dönmediler. Gitmeyip kalanlar, akla hayale alınmayacak işkenceler yaşadılar. Yaşarken cehennem nedir belki de gördüler. Bu insan belki geceler boyu çığlıklar duydu da bir şeyler yapamadı. Hanesine, köyüne saldırıldığında ise kimse de onun için bir şey yapamadı. Bu kadarla yetinilmedi. Karanlık ve kanlı yıllar devam etti. Bazı filler yine memleketin üzerinde tepinmek istedi diye sağ kalan üç beş yakınını Birinci Dünya Savaşı’nda kaybetti o kişi. İşkenceler durur mu sanırsınız? Kansızlar, o şerefli kanlara imrendiğinden söküp almıştı onlardan kanlarını.
“Umutsuz olmayın, Mustafa Kemal Paşa başaracak, bize bir devlet kuracak. Öyle onun bunun himayesinde değil. Milletinin devleti olacak. Adına Türkiye diyecekler ve Türkler için bir yeni umut ışığı olacak.” dersek eğer tek kelime dahi etmeden yüzümüze bakacak ve: “Yavrum, dediğin güzel geliyor kulağa ama cihan bizim üzerimize üzerimize gelirken dediklerin hiç gerçekçi gelmiyor.” diyecek ve başka söz edemeyecektir.
İşte bu yolculukta konuştuğumuz her insan önce hayâl olarak baktığı bu mücadeleye daha sonra iman etti. Bu yazıda yer veremediğimiz daha nice kahraman, bu insanlara hayâlin hakikat olacağını gösterdi, birkaç kişiyle çıktıkları yolda Ergenekon’a sığmayacak kalabalığa ulaştı.
Konuştuğumuz şeylere günümüzde de hiç uzak olmadığını iyi kavrayalım. Bunu anlatmak için bir Türk gencini alalım karşımıza ve soralım: “Babamız belki bize ihanet etmedi ama sözde yöneticilerin milletini küçük görüp Batı özentisi olarak yaşaması farklı mı? Metehan’ın babası bir Çinli güzele kanmıştı. Günümüzde bazı millettaşlarımız ise Batı’nın güzelliğine(!) kandılar ve sırt çevirdiler. Türk gençlerini önemsiz görerek yabancıların ellerine attılar. Onların umurunda değil Türk milletinin tarihten silinmesi. Onlar, Batı ile çok mutlular ama bilmiyorlar ki Türk milleti yok ise onlar da yoktur.
Gelelim bizim yapmamız gerekene… Metehan’ın izinde yeni sistemler kuracağız. Elimizde olanları daima tekamüle uğratıp en iyisine sahip olacağız. Elbet biz de bize ihanet edenlerden kurtulup milletimize güzel bir devlet sunacağız.
Gencin uzaklara dalıp gitmesine izin vermeden devam edelim “Sanır mısın biz fizikî işgal altında değiliz diye Kürşad devrinden farklıyız? Kültürünün, dininin ve dilinin başkalarının elinde olması yetmez mi? Bize Türk gibi yaşama fırsatı verilmiyorsa bu onların esaretine göz yumduğumuz anlamına gelmez mi? Özgür olduğumuz propagandası altında onların tercihlerine göre yaşamaya devam ediyoruz. Azız, çoğuz hesabı yapmadan Türk gibi yaşarsak bir gün Kürşad gibi bir başarıya vesile olabiliriz. O yüzden günümüzün kırk çerileri olmalı ve bununla gurur duymalıyız.”
Bu gençle konuşmamızı dinleyen birileri bize de gülecektir. Hayal kurduğumuzu düşünüp masal dinler gibi dinlemeye devam edecektir. Oysa onlara da anlatmaya devam edeceğiz: “İlim yuvası olmalı bizim devletimiz. Okullarımız bize uygun olarak düzenlenmeli ve bizi donanımlı insanlar olarak yetiştirmeli. Elbette bu millet kendi içinden çocuklarına şekil verecek eğitimciler ve bilim insanları çıkaracaktır. Bunu başkasından beklersek bize yakışmaz, bir şeyleri birileri düzeltebilecekse neden o kişiler bizler olmayalım.”
“Türklerde iktidar hırsı olur. Birbirileriyle dövüşmekten milletin refahına sıra gelmez” diyenler de duysun: “Çağrı ve Tuğrul Bey’in izinde olan bir milliyetçilik yanındakileri rakip olarak değil kendisini tamamlayan bir parça olarak görür. Onlardan ilham alır ve yoldaşlarına sımsıkı tutunur.”
Bize gülen kişi bu sefer dayanamaz kesin söze girer. Tıpkı yıllar öncekiler gibi “Hayal bunlar. Boş verin işinize gücünüze bakıp kendinizi kurtarmaya çalışın.” diyecektir. Ama bizler “Türkiye geri kaldı artık ne yapsak da bizden olmaz” diyenlere aldırmayacağız. Bu yol, tek kişi dahi kalsa ilerlemeye devam edebileceklerin, milletini sevip saymaya devam edenlerin, verecekleri gerçek ve şanlı bir mücadelenin yoludur. Türk isterse ekonomi, hukuk, eğitim vb. her alanda en iyisini yapabilir. Tıpkı Osmanoğullarının istediğinde koca bir imparatorluk inşa edip hakkınca yönetebildikleri gibi. Sonuçta Osmanoğulları ne kadar Türk ise biz de o kadar Türk’üz.”
“Yatma devri bitmeli yürümeden koşacaksın.
Aradığın kudreti tarihinde bulacaksın.
Karanlık kalan her an için bin nur saçacaksın.
Milletini öğrenip varlığında yok olacaksın.”
Türk gencinin parlayan gözleri bize motivasyon kaynağı olacaktır, gencimize seslenmeye devam edelim: “Sen, yok olmak üzereyken son mücadeleler ile var olmuş bir ülkede yaşıyorsun. Eğer ümitsizliğe kapılıp Millî Mücadele verilmemiş olsaydı sözde rasyonel bakan o insanların dediği olacaktı ve bizler emperyalist bir devletin himayesinde yaşayacaktık. Bize tarihimiz güç vermeli. İmkânsız diye bir şey olmadığını, eskilerin gerçekleri ile öğrenmeliyiz. Aklında tut bunları Türk genci! Belki sen, bu milletin içinden çıkacak olan son hücum ordusunun bir neferisin. Elinden gelenin fazlasını yapmaz isen belki milletin tarihten silinecek, Türk olamayacaksın, en iyi ihtimalle Türkiyeli olacaksın. Bu gidişe izin mi vereceksin? Vermemelisin. O zaman durmak yok! Bugün süngülerimiz, kalemlerimiz; komutanlarımız, kitaplarımız olacak. Bir Türk nasıl mücadele edip kazanır, tüm insanlığa gösterme vakti geldi de geçiyor. Mücadelede bir avuç insan olarak görünsek de tarihimizin derinliklerinde milyonlarca soydaşımızın yaşadığını bilerek hareket et. Yaşına Türk’ün yaşını ekleyerek tarihten gelen bilgi ve tecrübe ile eylemlerde bulun.”
“Türk milleti titreyip dönebilirsin kendine.
Sen her şeysin elbet ama en çok beklenensin de.
Cengin silah değil ilim olduğunu bildiğinde,
Gerçek kendini bulup yükseleceksin elbette.”
Konuştuğumuz Türk genciyle birbirimizin gözlerine bakıp imanımızı tazelemenin vakti gelmiştir artık. Aklımıza bu dava uğrunda canından vazgeçmiş şehitlerimiz, ömürlerini bu yola adamış abilerimiz ve bir canları daha olsa onu da bu millete feda edecek büyüklerimiz gelir. Hatırda kalan birkaç kelamdan biri ise: “Ülküler, gökteki yıldızlar gibidir. Onlara belki ulaşamazsınız ama bakarak yönünüzü tayin edebilirsiniz.” olur.
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.