“Güney Müslümanlığı Eş’arîlik (Fas’tan Arabistan’a kadar) bizim için tehlike olmaktan çıkmıştır. Bir şeyh satın alır hepsini yönetebilirsiniz. Bizim için Kuzey Müslümanlığı Matûridilik (İstanbul’dan Buhara’ya kadar Türk bölgesi) tehlikelidir. Bunlar bilimle barışıktır. O nedenle her zaman Atatürk gibi bir asi çıkarabilir. Önlemi şimdiden alınmalıdır.”
-Arnold Toynbee
Selefilik/Selefiyye/Selefizm
Selefiyye yahut modern adlandırmasıyla Selefizm, “önce gelen, geçmişte kalan” anlamında kullanılan selef kelimesinden türemiş, önce gelen faziletli insanları kastetme amacıyla bu şekilde isimlendirilmiştir. Selefin üstünlüğü; ümmetin en hayırlısının Hz. Peygamber döneminde yaşayanlar, sonra onların ardından gelenler (sonra da onları takip edenler) olduğu yolunda rivayet edilen hadise dayanır.
Bu bağlamda dini algılayış biçimleri yalnızca Hz. Muhammed (sav) dönemi ve o dönemki yaşantıya göre şekillenir. Selefilik, Kur’an’ı ve Sünneti yalnızca lafzî boyutuyla ele alarak, yeni bir şey söylemenin lüzumsuz olduğunu her şeyin o dönemde söylendiğini ve eklenen yeni şeylerin ise bid’at olduğunu, bid’at üzere hareket edenlerin dalalete doğru yol aldıkları inancında olduğunu ön gören bir harekettir. Bid’at kavramı sonraki süreçte yumuşayarak bid’at’i hasene ve bid’at’i seyyie kavramlar ortaya atılmıştır. Bununla birlikte Selefiliğin zamanla değişip dönüştüğünü de görmüş oluyoruz. Bu yüzden tek tip Selefilik bulunamaz diyebiliriz. Radikal ve modern olmak üzere Selefilik ikiye ayrılır. Bid’at kavramının sonraki dönemde ortaya çıkması da modern döneme dair bir örnektir. Selefiliği istediği döneme ve zamana göre herkes yorumlayabilir. Bunun için Selefiliğin menşei ve günümüz Selefiliğinin ne ifade ettiğinin zeminini iyi oturtmak ve tayin etmek zorundayız.
Prof. Dr. Hilmi Demir’in tabiriyle Selefilik bir mezhep değildir. Çünkü 18. yy’a kadar kendini Selefi olarak adlandıran bir mezhebî gruba rastlanmaz. Dolayısıyla inanç noktasında Ehl-i Hadis, Hanbeliyye ile bağlantılı olsa da bu mezhebin devamı da değildir. Ayrıca Selefiler kendilerine yapılan Hanbeli yakıştırmasına da karşı çıkarlar çünkü mezhebe karşıdırlar. Bununla beraber kendilerine amelî olarak Hanbeli yakıştırması yapanlar olsa da itikadî olarak hiçbir mezhebi kabul etmezler. Selefiliği Ehl-i Sünnet’in içinde ele alanların itikadî olarak kabul ettiğimiz 2 büyük mezhebimiz Maturidilik ve Eşariliği yok sayan Selefilik hakkında nasıl bir değerlendirme yaptıkları merak konusudur. Fakat Selefiliği Ehl-i Sünnet’in içinde bir sorun olarak değerlendirip ona göre muhasebe yapmak konusu farklı bir konudur.
Hasılı kavramsal olarak meseleye bakıldığında günümüzde adlandırılan Selefilik olgusunun “Selef” ya da “Selefi-i Sâlihîn” dediğimiz kavramlarla isim benzerliği haricinde bir bağlantısı yoktur. Selefilik kendi meşruiyetini sağlamak için kendini bu iki ada dayandırmıştır.
- Yüzyıl Başından İtibaren Karşımıza Nasıl Bir Selefilik Çıktı?
Dünya tarihine genel olarak baktığımızda tarihin akışının imparatorluk ve derebeylik yönetimlerinden millî devlet yönetimine doğru kaydığını görüyoruz. Bununla birlikte gelişen fikir akımları, sorunlara çözüm arayışları bu devirde birçok ideolojiyi de göz önüne getirdi. Dolayısıyla her millet kendi devletini kurmak için tarihi özüne dönmeye ve modern denilen dönemin sorunlarına çözüm aramaya çalıştı. Dinler de bu arayışa bir çözüm olur mu sorusu ortaya atıldı ve bir ideoloji gibi sistematik halde uygulama planları da ortaya konularak sorunlara çözüm olması için çalışmalar yapıldı. İşte İslam dini de “İslamcılık-Siyasi Ümmetçilik” adı altında bu bağlamda değerlendirildi. Özellikle Osmanlı bakiyesi Arap toplumunda neşet eden modern Selefi anlayış bu zamanda ortaya çıktı. Bu dönemki Selefiliği 3 başlıkta tanımlayabiliriz:
1.Metin ve hadis merkezli olmayıp içtihad düşüncesini öne çıkaran Islahçı Selefiler;
2. Hadis ve metin merkezli, kurtulmuş fırka iddiası taşıyan, dışlayıcı karaktere sahip silahlı eylemi ve şiddeti bir yol olarak gören Devrimci Selefiler;
3. Hanbeliliğe bağlı olan Selefileri ise Vehhabi-Selefiler olarak adlandırabiliriz. Doğal olarak Selefiliğin çağımıza kadar genleşerek büyümesini sağlayan İbn Teymiyye’den Abdulvehhab’a, Seyyid Kutup’dan Azzam’a kadar oldukça geniş bir ağda büyük temsilcileri olmuştur. Selefiliğin temsilcilerini ve köklerini şu tabloyla açıklayabiliriz:
Selefiliğin köklerine ve bu ayrışan gruplara baktığımızda aslında klasik dönem Ehli Sünnet’in içinde adlandırılan ve genel klasik metinlerde bahsi geçen Selef/Selefilikle bir ilgisi olmadığını tamamen modern dönemin çıkmazlarını ve ideolojik metodlarını barındırdığını görüyoruz. Çünkü esasında merkezi Ehli Sünnet’e baktığımızda doğrular ve yanlışlar belli, savunulan şey nettir. Nitekim inançla ilgili bir mezhebî olgudur Ehli Sünnet. Fakat Selefilik/Selefizm birçok kalıba girerek daha geniş bir kitleye hitap etmekte ve inançtan bağımsız bir toplumsal hareket modülü olarak karşımıza çıkmaktadır. Felsefe, tasavvuf gibi birçok düşünce tabanlı ilmî kollara düşman olan bu hareket, kitleleri ikna etmekte ve onlara somut, düşünmeye gerek duymayan bir ideal vermektedir. Bu ideal için de makyavelist bir yaklaşımla her yolu mübah görerek şiddete ve devrimci uygulamalara başvurmuştur.
Teröre başvuran bütün devrimci örgütler Selefilik adı altında ortaya çıkmışlar ve İslam adı altında bozgunculuk yapmışlardır. IŞİD, El-Kaide vd. bu örgütlerdendir. Dolayısıyla Batı propagandası ile de birlikte İslam coğrafyası ve Türk Dünyası, Selefi zihniyetin etkisinde kalarak “terörist” ilan edilmiştir. Bu sorunlar Türk-İslam dünyasının imajını karalamış ve halkı olumsuz etkilemiştir. Bu durumlar Selefiliğin bir tehdit olduğunu bize apaçık göstermiş olmaktadır.
Selefi Söylem ve Propaganda
Selefi söylem, modern zamanın çıkmazında kalmış Müslüman birey için Batı ve diğer emperyal güçlerin karşısına Selef Dönemi İslam’ı koyarak bireye bir muhafaza alanı oluşturmuş ve bu güçlere “tağut” adını vermiştir. Dolayısıyla bu yaşantı haricinde kalan her şeye kavramsal bir güç biçilmiştir. Ilımlı Selefiler ise Batı’yı tağut olarak adlandırmamış ve Batı değerlerinin dikkate alınması gerektiğini söylemiştir. Ilımlı yahut katı grupta olsa da modern dönemin çıkmazı içinde bunalan Müslüman birey için Selefi söylem ilgi çekici olmuştur. Dünyaya hâkim olan baskıcı bir düzene karşı sunulan ütopik de olsa bir model vardır ve bu bireyin kendi kimliğine yakın hissettiği bir modeldir. Bu düzenin değişmesi ve “özde” bulunan değerlere dönmek fikri ortaktır. Öze dönmek Batı’daki “Rönesans” kavramıyla da revaçta olan bir kavram haline dönüştüğü için ilgi çekici olmuştur.
Reaktif olan Selefi söylem tepki gösterdiği düzenin kavramlarını ve yöntemini kullanmaktan geri durmamıştır. Bu bağlamda da değerlendirildiğinde aslında “amaca giden her yol mübahtır.” anlayışı vardır. Şiddet ve terör de bu anlayış sonucu katı Selefiliğin içinde vuku bulmuştur. Çünkü siyasî düzeni değiştirmek için kökten yıkmak daha kolaydır. Selefilik terörizmi de sol-devrimci hareketleri takliden gerçekleştirmiştir. Tevhid-şirk-cihat kavramlarının karşısına terör yerleşmiş bulunmaktadır. Hüküm Allah’ındır ve Allah’ın kurallarına uymayan herkes sorumludur. Tağuta yani emperyal güçlere karşı çıkmayan herkes gerçek imana erişmiş değildir. Bu yüzden onlar düşmandır ve katledilmesi gerekir. İşte terörün burada devreye girmesiyle katı Selefi hareketin militan kazanma süreci devreye girmiştir. Kuracağı düzeni devam ettirmesi gerektiği için her sol-devrimci-militarist hareket gibi militana da ihtiyacı vardır. Bu süreci şöyle takip edebiliriz:
Selefi Söylemin Diyalektiği ve Militan Kazanma Süreci
İslam Devleti İddiası ve Halifelik Meselesi
Selefi söylem şeriatla yani Kur’an’ın getirdiği hükümlerle idare edilen yerleri Dar’ül İslam (İslam’ın yaşandığı ve onun getirdiği kurallara göre yönetilen yurt) olarak görür. Bunun haricinde kalan her yönetim şekli ve ülke onlar için Dar’ül Harp (İslam şeriatı ile yönetilmeyen yerler) olarak tanımlanır. Bu yerler aynı zamanda işgal edilmesi gereken yerlerdir ve İslam şeriatı bu yerlerde hâkim kılınmalıdır. Bu ülkeler içinde Cumhuriyet rejimi ile yönetilen ülkelerden Türkiye de vardır. Yani herhangi bir Selefi için bu topraklarda can vermiş şehitlerin bir kıymeti yoktur. Burada yaşayıp demokratik hakkını kullanan her vatandaş bir Selefi için şirk işleyen potansiyel bir müşriktir. Dolayısıyla öldürülmesi caizdir. İslam Devleti iddiasının arkasında yatan düşünce işte bu kadar sığ ve İslam’dan bağımsız bir anlayıştır. Kurulacak İslam Devleti’ni idare edecek kişinin de İslam Halifesi olması gerektiğini söylerler. Fakat bunun nasıl seçileceği konusunda katı ve ılımlı Selefiler dahi kendi arasında çatışmaktadır. Halifelik denilen kurumun bu çıkmazları birkaç temel mantık sorusu ile ortaya çıkmaktadır. Nitekim halifeliğin dinî bir kurum değil siyasî bir kurum olduğunu mezhep imamımız İmam Maturidi diyanet-siyaset ayrımıyla ortaya koymuştur.
- Yy’da Gelişen Durum
11 Eylül sonrası ABD özneli Batı bloğunun ortaya çıkardığı sözde “İslamî Terör” bir karakter olarak tüm dünyaya tanıtılmış; IŞİD, El-Kaide gibi örgütler göz önüne çıkmıştır. Selefilik ise bu örgütlerin fikrî temelini inşa etmektedir. ABD devrimci-selefiliğe karşı savaş açtığını ilan edip Irak’ta Saddam’ı indirerek Ortadoğu’ya sözde demokrasi getireceğini tüm dünyaya duyurmuştur. Elbette ki bu stratejik bir oyundur. Adeta demokrasi kahramanı olarak Ortadoğu’ya giren Batı hem bu zihniyetle savaştığını söylemiş hem de bu zihniyetin ürünü olan daha saymadığımız pek çok terör örgütünü el altından desteklemeye devam etmiştir. Bu döngü nihayetinde Ortadoğu’da herhangi bir istikrarı sağlamamıştır. Fakat Müslüman devletlerin iç yapılarının bölünmesine ve millet mefhumunun zayıflamasına neden olmuştur. Hedeflenen idealin Arap Baharı ile gerçekleşeceği umutları da suya düşmüştür. Nitekim pimi çekilmiş bir bomba Ortadoğu’ya bırakılmış ve bir düğüm halinde hala önümüzdedir. Selefiliğin bu durumlardan elbette gerektiğince kaynaklandığı ortadadır. Bu sürede yeterince militan toplamış ve örgütlenmiştir. Selefiliğin askerî ve diplomatik gücünü şöyle inceleyebiliriz:
Milli Güvenlik Sorunu Olarak Selefilik ve Alınması Gereken Önlemler
Selefilik ve Selefi düşüncenin ne olduğunu kavramın özünden başlayarak açıklamaya ve anlamaya başladık. Türk Müslümanlığı dediğimiz Hanefi-Maturidi-Yesevi çizgiyle neredeyse taban tabana zıt ve millî değerlerimizle de uyuşmayan bir mezhep değil yeri ve zamanı geldiğinde terörü bile benimseyebilecek sözde “İslamî” bir hareket olduğunu görmüş olduk. Selefi düşüncenin bizim değerlerimize ters olan birtakım özelliklerini kısaca belirleyecek olursak şöyle sıralayabiliriz:
– İtikadî olarak mezhepleri reddederler. Yani bizim mensubu olduğumuz Maturidi-Eşari gelenek onlar için hiçbir şey ifade etmez hatta İslam’ın özünden uzaklaştıran olgulardır.
– Ameli imandan bir cüz olarak görürler. Yani Allah’ın emri olan namaz amelini eda etmeyen bir müslüman itikadî bir suç işlemiştir. Dinden çıkmıştır, katledilebilir. Katı amelcilik hâkimdir. Her türden müslüman bu bağlamda tekfir edilebilir.
– İslam’ın koyduğu düzene göre yaşamayan Müslümanlar şirk koşmaktadır. Dolayısıyla tağuta hizmet etmektedirler. Katledilmeleri gerekir.
– Tasavvuf ve tarikatlar ve kabir ziyareti şirktir. IŞİD’in peygamber kabirlerini bombalaması bundan dolayıdır. Herhangi bir tazim hürmeti kabirlere karşı kabul etmezler.
– “İslamî İlimler” haricinde felsefe, mantık gibi disiplinlerle ilgilenmeye lüzum yoktur.
– Bizim var ettiğimiz Türk Müslümanlığı düşüncesinde özellikle İmamı Azam ve İmam Maturidi’nin vurguladığı akıl-nakil ilişkisinin tam tersi olarak nakli kesin kaynak kabul eder ve Kur’an’ın yalnız lafzî anlamına göre mana verir ve uygular.
– Getirmek istediği düzende yönetime oturtacağı Halife’nin “Kureyş’ten olmasını” vurgular. Türklerin hilafetini kabul etmez. Dolayısıyla İslam adı altında Emevi zihniyetinin devamı olarak Arap ırkçılığı yapmaktadır.
– Sünnetin yalnızca zahirine önem verir. Ahlakî sünnetten bahis açmaz. Cübbe giymek, misvak kullanmak yeterlidir. Fakat doğru söz, dürüstlük gibi ahlakî sünnetler göz önünde bulundurulmaz. Çünkü burada da gaye Arap ırkçılığıdır.
– Kültürü ve milleti reddeder. Yalnızca ümmet vardır. Fakat yukarıda da bahsettiğimiz gibi İslam kaynakları üzerinden din adına Arap kültürünü dayatmaya çalışmaktan geri durmaz.
– Kadının hiçbir değeri yoktur. Evden çıkmasına izin yoktur.
Selefiliğin millî güvenlik sorunu oluşunun en temel sebebi vatan, millet, bayrak gibi kutsallarımızı tanımamasıdır. Aslında İslam bize bir devlet tasavvuru ortaya koymaz sadece kurulacak düzenin nasıl olacağına dair uyulması gerekenleri söyler. Bunlar adalet, meşveret, liyakat gibi Türk Müslümanlığının kurduğu her devlette benimsediği birtakım değerlerdir. Nitekim ideal olduğu söylenen düzendeki Halife kurumunun da dinî değil siyasî bir kurum olduğunu ve nasıl konumlanacağının dahi belirsiz olduğunu söylemiştik. İslam’ın uzun yıllar mihmandarlığını yapmış biz Türkler bu yüzeysel değerlendirmeleri uzun yıllar önce çözüp rafa kaldırmıştık. Fakat tarihî süreç bir şekilde bizi Türk Müslümanlığı düşüncesinden uzağa itti. Türk Müslümanlığı düşüncesi en başta “akla” çok farklı bir konum biçip değer vermişti. Şimdi ise bize propagandası yapılan Selefi zihniyet Kur’an’da birçok defa vurgulanan “akletmeyi” yok saymamız gerektiğini söylüyor. Sosyolojik bir gerçek olan millet mefhumunu dikkate almamamızı ve kültürümüzü yok saymamızı söylüyor. Bu başlı başına başta birey olarak kimliğimize ve şahsiyetimize ve millet olarak her türlü değerimize bir kasıttır. Temeli olmayan bir nevi Arap ırkçılığını hedefleyen bir zihniyettir. Elbette ki bu zihniyetin benimsenmesini isteyenler bu militanlar değil bu maşaları elinde tutan “Demokrat Batı’”dır. Çünkü Türkiye ve Türk Dünyası Türk Müslümanlığı düşüncesi ile yeniden hemhal olduğunda bir medeniyet hamlesi ortaya atmaya namzettir. Batı bunun farkındadır. Fakat biz teo-politikten çok uzak yaşadığımız için hâlâ bu konuları tam olarak konuşup bir güvenlik sorunu olduğunu tartışamıyoruz.
Temel mânâda sınırlarını çizmeye çalıştığımız bu sorun için birtakım çözümler getirilebilir. Bunları bir plan dahilinde şu şekilde ortaya koyalım:
– Başta İlahiyat Fakülteleri ve Güvenlik Akademilerinde Teo-Politik ve Teo Strateji dersleri verilmeli ve bu eğitimler ilgili bakanlıklarla sıcak temas halinde yapılmalıdır. Verilen eğitimler sonunda çalıştaylar düzenlenip raporlar oluşturulmalıdır. Gerektiği ölçüde halk da bilgilendirilebilir.
– Selefi zihniyete karşı Türk Müslümanlığı dediğimiz Hanefi-Maturidi-Yesevi gelenek metodolojik olarak günümüzde nasıl konumlanmalı, konuşulup tartışılmalıdır. Değerlendirildikten sonra Diyanet gibi kurumlar üzerinden akademi-halk ilişkisi kurularak bir yöntem, plan çizilmelidir.
– Türk dünyasındaki Selefilik sorunu için de ülkemizde kamuoyu oluşturulmalı eğitim noktasında ortaklık kurulmalı ve Türk Müslümanlığı düşüncesindeki birlikteliğimiz gündemde olmalıdır.
KAYNAKÇA
Demir, Hilmi, Bir Güvenlik Tehdidi Olarak Selefilik, https://www.21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/teostrateji-arastirmalari-merkezi/bir-guvenlik-tehdidi-olarak-selefilik (07.07.2024)
Demir, Hilmi, Nedir Bu Selefilik?, https://www.tepav.org.tr/tr/blog/s/6281 (07.07.2024)
Taşdemir, Damla, Türkiye’de Selefi Hareket ve Dinî Radikalizm, Yüksek Lisans Tezi, Bursa Uludağ Üniversitesi, 2016
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.