Günümüzde bazı milliyetçilerin sembollerinden sayılan 16 Türk Devleti meselesine Türk milliyetçileri olarak nasıl bakmalıyız diye hiç düşündünüz mü? Türk tarihine nereden geldiği bilinmeyen, uydurma 16 Türk Devleti yalanı acaba nasıl milliyetçiliğin sembollerinden oldu? Cımbızla seçilen bu Türk devletleri arasında Türk olup olmadığı tartışılan devletler olduğu hâlde özbeöz Türk olan Karakoyunlu, Akkoyunlu, Afşar gibi devletler neden yok? Eğer büyük devletleri bu listeye almışlarsa ismi zikredilenler de büyük devletti. Yok genel olarak Türk devletlerini almışlarsa o mantıkla da irili ufaklı 170’ten fazla Türk devletinin kurulduğu tarihçiler arasında söylenmektedir. Peki hangi düşünce ile bu fikir ortaya çıkmış ve hatta Cumhurbaşkanlığı forsuna dahi girmiştir? Ya da Türk millî düşüncesine temelden ters ve çelişkili olan bu fikir nasıl Türk milliyetçilerinin arasında yayıldı? Peki, bu fikir ortaya atıldığı zaman dönemin Türk aydınlarının bakışı nasıl olmuştur? Bu ve bunun gibi sorulara cevap ararken karşıma Hüseyin Nihal Atsız’ın 5 Mayıs 1969 yılında Ötüken dergisinde yayımlanan ‘16 Devlet Masalı ve Uydurma Bayraklar’ yazısı çıktı. Eminim bugün 16 Türk Devleti masalına inananlar, Atsız’ın ya bu yazısını okumamış ya da popüler kültüre kapılarak makaleye kulak tıkamıştır. Peki Hüseyin Nihal Atsız bu yazıda bize ne anlatıyor? Dilerseniz yazının bize göre önemli ve konuyla ilgili kısımlarını beraber inceleyelim.

Makalenin girişinden anladığım kadarıyla Atsız bu yazıyı, TRT’nin bastırdığı, 16 Türk Devleti’nden ve bunun Cumhurbaşkanlığı forsunda yer alan 16 yıldızla alakasından bahseden bir takvim üzerine kaleme almıştır. Atsız, makalenin en başında bu fikir konusunda tavrını belli edip bu ‘16 Türk Devleti’ kararının kimler tarafından alındığını sorguluyor. Sadece sorgulamak ile de kalmayıp böyle kararların kimler tarafından alınması gerektiğinden de bahsediyor. Yine Türkiye’nin bu devletlerin mirası olması konusunu “Su götürmez bir iddia.” olarak ifade ediyor. Devamında Cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 yıldızın 16 Türk Devleti’ne işaret ettiğiyle ilgili bilgiyi eleştirerek böyle bir şeyin daha önceden bilinmediğini söylüyor. İddiayı ortaya atan ilk kişinin Tekin Erer olduğunu bildiren Atsız, bunu da Erer’in 6 Ocak 1969 tarihinde yazdığı ‘Türklüğün 16 Avizesi’ başlıklı makale ile gündeme geldiğini bildiriyor. Yazıyı eleştirmeye devam eden Atsız, Samaniler gibi Türk olmayan bir devletin 16 Türk Devleti arasına dahil edildiği hâlde kesin olarak bilinen Türk devletlerinin adının anılmamasını kınıyor. Buradan anladığımız başka bir şey de 16 Türk Devleti uydurması ilk kez ortaya atıldığında Samaniler gibi Türk olmadığı kesin olan bir devlet de bu halkaya dâhil edilmiştir. Hüseyin Nihal Atsız’a göre 16 Türk Devleti masalı; milli ülküye, büyüklük düşüncesine, devletin sürekliliğine ve en önemlisi tarihî gerçeklere aykırı düşmektedir.

Makalenin devam eden kısımlarında Atsız, karşı tarafın mantığıyla meseleye bakıldığında Türklerin 16 değil 50 devlet kurduğunu, bunun da aslında bir başarı olmadığını söylüyor. Çünkü 50 devlet kurup elinde sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin kalmasının cevabı verilemeyecek bir soru olduğunu belirtiyor. Bunun aynı zamanda tarih ile örtüşemeyeceğini ifade ediyor. ‘Tek Devlet’ prensibinden yola çıkan Hüseyin Nihal Atsız’a göre gerçekte 2 Türk devleti kurulmuştur. Bunlar da ana yurtta (Türkistan’da) ve onun bir uzantısı olarak Avrupa’da kurulan devletle bugün Türkiye’nin bulunduğu bölgede kurulan devlettir. İkincisi birkaç defa birincisine tabî olduğu için tarih boyunca tek devlet prensibi devam ettirilmiştir. Bu konudaki fikirlerine devam eden Atsız, Türk tarihini bir bütün olarak gördüğünü ifade ederek 16 devlet uydurmasındaki ‘devlet’ kavramının ayrı ayrı hükümdar ve hanedanlardan ibaret olduğunu yazıyor. Birbirinin devamı olan hanedanların aslında Türk tarihinin birer parçası olduğunu belirtiyor. Ayrıca Türklerin ayrı ayrı devletlere parçalanmasının millî düşüncedeki yıkıcı etkisine de dikkat çeken Atsız, geçmişteki millî devamlılığa inanmayanların gelecekteki millî bütünlükten umutsuz olacağının da altını çiziyor. Hâlbuki biraz mantıklı düşünenlerin Türk tarihinin bir bütün olduğunu anlayabileceğini söylüyor. Buradan yola çıkarak Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlının, onun da Selçuklunun devamı olduğunu sayarak bu silsileyi eski Türklere kadar götürüyor. Bununla birlikte de “Biz biri yıkılıp biri kurulan ayrı ayrı devletlerin değil bir bütün hâlinde sürüp gelen bir devletin milletiyiz.” fikrini ifade ediyor.

Bunları düşünürken elbette aklınıza aynı dönemde farklı farklı Türk hanedanlarının var olduğunu ve bunların da birbiriyle savaştığı fikri gelebilir. Atsız, bunun yukarıdaki ‘Tek Devlet’ prensibine ters düşmediğini söyleyerek “Türk siyasi hâkimiyet nazariyesinin, merkeziyetçi olmayan devlet telâkkisinin icabından başka bir şey değildir.” diyor. Yine aynı şekilde bunun bir hanedanın diğeri üzerindeki üstünlük kurma fikrinden kaynaklandığını bildiriyor. Ancak buna rağmen istisna olarak tarihimizde fetret devri dediğimiz durumlarda siyasî bütünlüğün bozulduğunu ve bunun da son olarak Ankara ve İstanbul’da iki farklı hükümetin varlığından örnek göstererek vurguluyor.

Yazıda Hüseyin Nihal Atsız’ın dikkat çektiği bir nokta da uydurma devletlerin sözde bayraklarıdır. Atsız, konuya “Eski Türklerde bayrak yok, tuğ vardır.” şeklinde başlıyor. Makalenin devamında ise Büyük Hun Devleti bayrağı diye gösterilen bayraktaki hayvanın ejderha mı, kertenkele mi, dinozor mu olduğu belli olmayan bir sembolün, Türk tarihiyle bağdaşmadığını daha çok Çinlilerde görüldüğünü ifade ediyor. Yine Batı Hunlarının sarı, Harezmşahların ise siyah bayrak olmasının hangi hayalin ürünü olduğunu sorguluyor.

TRT’nin yayımladığı bu takvimin millet üzerinde yanlış etki bıraktığını söyleyen Atsız, bu bilgilerin ileride millî tarihin parçası olarak zannedilmesi gibi yanlış sonuçlar oluşturacağını bildiriyor. Atsız bu meselede Millî Eğitim Bakanlığını da suçlayarak “Türk çocuklarına Yunan, Roma, Bizans tarihleri yerine Türk tarihini öğret ve çamur gibi kâğıtlara basılıp eline alan da okuma zevki bırakmayan bugünkü müsabakalı (!) kitaplar yerine Türk ülküsüne uygun tek tarih kitabını yazdırarak yarınki nesillerin beynine millî tarih şuurunun çakılmasını sağla.” diyerek eleştiriyor. Atsız, Türkiye’nin kalkınmasının yüreklerdeki millî ülküye bağlı olduğunu ifade ederek “Millî futbol takımlarının listesini ezbere bilip de millî kahramanlardan haberi olmayan nesiller, üniversitede bugün görüldüğü gibi Türk bayrağını indirip yerine kırmızı bez parçasını (Sovyet bayrağı) asan şuursuz serseriler hâline gelir.” diyor.

Yazının son kısmındaysa Atsız, Türk milletinin kafasının ve gönlünün safsata ile doldurulduğu vakit onun Türk milleti olmaktan çıkıp günümüzde de söylendiği gibi ‘Türkiye milleti’ veya ‘Anadolu milleti’ şeklinde, tekniği ileri de olsa tarihî bağları, kültürü ve ahlakı koparılan gereksiz Güney Amerika devletlerinden farkı olmayacağını söylüyor.

Sonuç olarak doğru, ne zaman söylenirse söylensin doğrudur. Atsız’ın da söylediği gibi Türk tarihinin doğru anlaşılması için tarihe bir bütün olarak bakılması gerekmektedir. Aksi hâlde böyle safsata ve uydurmalar ile daha çok karşılaşırız.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.