“Milletlerin mefkûrelerine; tarihlerinden ve mâzilerinden ziyâde, millî edebiyatları şekil verir.”

-Ömer Seyfettin

Türk milleti ne güzel bir yârdir ki nice yiğit bu yâr uğruna idam sehpalarına çıktı, kurşunların önüne geçti ve işkencelere katlandı. Türkiye sınırlarını aşan bu aşk İsmail Bey Gaspıralı’nın sözüyle çok sarihtir ve bu sözle ne güzel bütünleşmiştir; “Dilde, Fikirde, İşte Birlik!”. İşte, bu şiar yolunda Gagavuzya’dan Saka Türklerine kadar pek çok kişi bu güzel ülküyü gerçekleştirmek yolunda “Ant ettiler bu Millet için ölmeye”.

Bir önceki yazımızda bu millet kahramanlarını elimizden geldiğince kısa kısa anlatmaya çalışmıştık. Hepsinin millet yolundaki yeminlerine şahit olmuştuk. Tabii biz bu mahşer kalabalığındaki Türk kahramanlarından yalnızca üç tanesini anlatabilmiştik. Bu kahramanlar Türk milletinin ihtiyaçlarına göre kendilerini geliştirmişlerdi. Fark ettiyseniz “Ant Etkenmen!” yazımızda daha çok siyasî alanda faaliyet gösteren; hükümetler, devletler kuran ve bizatihi yabancı devletin parlamentosunda mücadele eden şanlı dava adamlarını anlatmıştık. Şimdi yine bu kahramanları anlatacağız, ancak bu defa “zulme karşı isyankâr olup ezilse de susmayan” edebiyatçıları, şairleri anlatmaya çalışacağız. Şimdiden iyi okumalar dilerim.

Kırgızistan

1916 yılında tüm Türkistan’ı etkileyen büyük bir ayaklanma çıkmıştı. Bu ayaklanmada Kırgızlar tarihlerinde asla unutamayacakları acılar yaşadılar. Göçe zorlandılar ve büyük bir kırıma uğratıldılar. Bu ayaklanma, göçe zorlanan bir Kırgız gencini de hissî bakımdan çok etkilemişti. Bu genç; akıllı ve çalışkan Kasım Tınıstanov idi.

Kasım Tınıstanov 1901 yılında Kırgızistan’ın Issık Göl havzasındaki bir köyde dünyaya gelmiştir. Ne zengin ne de fakir, ortalama bir aileye mensup olan Tınıstanov, okuma-yazmayı babasından öğrendikten sonra 1909-1912 yılları arasında mahalle mektebinde, sonra ise 1913 ve 1916 yılları arasında Özbek ve Rus okullarında eğitim almıştır. Okuluna devam ederken 1916 yılında, yukarıda bahsettiğimiz 1916 Ayaklanması, namı diğer Ürkün Katliamı sebebiyle 120.000 Kırgız gibi o da ailesi ile çok zor şartlarda Çin’e göçmek zorunda kalmıştır. Sonrasında ise 1917 yılındaki Bolşevik Devrimi ile Rus Çarlığının yıkıldığını gören Tınıstanov ve ailesi yine göç sürecindeki zorlukları bilhassa tekrardan yaşamayı göze alarak vatanlarına dönmeye başlamıştır. Vatanına döndüğünde 18 yaşının boşa gittiğini bir şiir ile kaleme alan Tınıstanov ilk şiirini bu şuurla yazmıştır. Eğitimine devam etmek üzere 1919 yılında Taşkent’e gidip burada, Kazak-Kırgız Enstitüsünde okumaya başlamış ve 1924 yılında buradan mezun olmuştur. 1921-1924 yılları arasında eserlerini çıkarmaya başlamış ve bu dönemde 24 şiir kaleme almıştır. Yine aynı yılların sonunda çocuklar için “Okuu Kitebi” adı ile 18 kısa hikâye yazmış ve yaşına göre inanılmaz bir üretkenlik sergilemiştir. Taşkent’te öğrenciyken onun hocalığını Alaş-Orda Hareketi’nin edebiyat alanındaki büyük ismi olan Mağcan Cumabayev yapmış ve ondan oldukça etkilenmiştir. Buradaki mezuniyetinden sonra ise yine aynı okuldaki Bilim Komisyonu’nda aylıklı olarak çalışan Tınıstanov, bu yıllarda tüberküloz hastalığına yakalanmıştır. Hastalık, onu uzun süreler yatakta yatırmak mecburiyetinde bıraksa da o edebî ve ilmî çalışmalarını bırakmamış ve nihayetinde 1926 yılında Bakü’de yapılan 1. Uluslararası Türkoloji Kongresi’nde Kırgız Delegasyonu üyeleri arasında bulunup bu kongreye katılmış ve 25 yaşında katıldığı bu kongrede Kırgız alfabesi hakkında bir bildiri sunmuştur. Sadece bu değil yine 1924 ve 1926 yılları arasında çok kısa sürelerde ilkokullar için ders kitapları yazmıştır. Bütün bu çalışmaları içinde alfabe ihtiyacını geri plana atmamış ve “Erkin Too” (Bağımsız Dağ) adlı gazetedeki yazılarıyla halkına da bu alfabe hakkında bilgiler vermiş ve Latin alfabesinin bütün Türklerde ortak olması gerektiğini savunmuştur. Mayıs 1926 yılında da Alaş-Orda Hareketinin liderlerinden Ahmet Baytursun’un da bulunduğu Kırgızistan Muallimler Kongresinde, sert tartışmaların sonucu olarak Latin alfabesini kabul ettirmeyi başarmıştır. 25 yaşına gelesiye, Kırgız ilim sahasındaki eksikliği genç yaşına rağmen bu derece yoğun çalışmaları ile kapatmaya çalışması ve başarılara ulaşması gerçekten takdire şayandır. Yine 1927 yılında Kırgızistan SSC’nde “Millî” Eğitim Bakanlığı görevinde bulunmuştur. Tabii millî eğitimin gereği olan millîlik vasfını çalışmalarıyla gösterdiği için yüksek ihtimaldir ki Bolşevikler tarafından tüberküloz hastalığı bahane gösterilerek süresiz izne çıkarılmıştır. Yayınladığı yazılar ve bulunduğu ortam gereği bu durumu makul karşılamak olağandır çünkü Kasım Tınıstanov’un hayatına baktığımızda Türk birliğini, Türk aydınlanmasını önde tuttuğu bellidir. Bolşeviklerin bu durumdan memnun kalması elbette beklenemez. Daha sonraki hayatında ise Pedagoji Enstitüsü’nde 1932 yılında Doçent, 1936 yılında ise Profesör olmuş ve bakanlıktan alınmasından sonra özellikle ilim alanında çalışmıştır. Bu şekilde çalışmalarına devam ederken Sovyetlerdeki “Büyük Terör” olarak adlandırılan dönem de artık gelmiştir. Tınıstanov 1937 yılı geldiğinde Turancı Alaş-Orda partisinin propagandasını yapmak ve Sosyal Turan Partisi’ne katılmak suçlarıyla tutuklanmış ve aynı yılın Kasım ayında ise kendi mezarları kazdırılan 138 aydın ile beraber topluca kurşuna dizilmiştir. 50 yıldan fazla yasak isim olmasına karşın mezarı 55 yıl sonra Sovyetler Birliği dağıldığında bir çoban kızının Kırgızistan Devletini uyarması ile bulunabilmiştir. Mezarı kazdırılırken Kasım Tınıstanov kendilerini şehit eden yetkililere karşı adeta “zulme karşı isyankâram, ezilsem de susmaram!” diye kâbus dolu bir sesle karşılık verebilmiştir.

Türkistan’ın bu yıllardaki yani 1918 ile 1923 yılları arasındaki acı durumu öyle bir hâl almıştı ki bir tarafta Ruslar bir tarafta Çinliler sanki bir kıskaca almış ve bu coğrafyanın her tarafında acı çektirmek için yarışa girişmişlerdi. Aynı yıllarda aslında Türk dünyasının bir umut olarak gördüğü Türkiye, istiklal uğruna yedi düvele karşı savaşıyor ve nice yiğitlerini toprağa gömüyordu. Bundan başka Türkiye’deki mukavemet bütün Türkistan’da yankı buluyor, bütün Türklere umut ışığı saçıyordu. Türkistan şair ve edebiyatçılarının gözü başta Mehmet Akif Ersoy olmak üzere Türkiye’deki istiklal şairlerinin, edebiyatçılarının üzerindeydi. Bu edebiyatçılardan birisi de Uygur Türk edebiyatının baş mimarlarından birisi olan Abdulhaluk Uygur idi.

Doğu Türkistan

1901 yılında Doğu Türkistan’ın Turfan şehrinde doğan Abdulhaluk Uygur, ailesinin eğitime olan hassasiyeti ile 5 yaşında okuma-yazmayı, sonrasında ise ilk eğitimini dinî bir mektepte okumanın da etkisiyle daha 12 yaşlarındayken Arapça ve Farsçayı da öğrenmiştir. İlk eğitimini bitirdikten sonra Turfan’daki Usul-u Cedid okuluna kaydolmuş ve buradaki eğitimine başlamıştır. Buradaki hocası Tataristan’ın Cedid aydını olan Alimcan İbrahimov’dur. Cedid okulundaki 3 yıllık eğitiminin ardından 1916 yılında Alaş-Orda Harekatı’nın merkezi olan Semey şehrine yine eğitim almak için gitmiştir. Alaş-Orda’nın büyük şairi Mirjakıp Dulatov’un (Mir Yakup Dulatoğlu) şiirleri o yıllarda bütün Kazak coğrafyasında duyulmaktadır. Mirjakıp’ın “Uyan Kazak” adlı şiiri Abdulhaluk Uygur’u o derece etkilemiştir ki kendisi de bütün Uygurlara seslenme ihtiyacı duymuştur. O dönem “Uyan!” sesi her yerden gelmektedir. Abdulhaluk Uygur, Anadolu’da yine halkı, Müslümanları uyandırmak için Mehmet Âkif’ten gelen:

Baksana kim boynu bükük ağlayan?

Hakk-ı hayâtın senin ey müslüman!

Kurtar o bîçâreyi Allâh için,

Artık ölüm uykularından uyan!

çağrısına kulak vermiş ve o da kendi halkına hitaben demiştir ki:

Ey pékir Uygur oyğan uykung yeter. (Ey fakir Uygur uyan, uykun yeter)

Sende mal yok, emdi ketse can keter. (Sende mal yok, şimdi gitse can gider)

Bu ölümden özüngni kutkazmısang, (Bu ölümden kendini kurtarmazsan)

Ah sening haling heter, haling heter. (Ah senin halin beter, halin beter.)

Şiirin bir halkın uyanması için çok önemli olduğunun bilincine genç yaşlarında (Oyğan şiirini 1922 yılında, 21 yaşındayken kaleme almıştır) varan Abdulhaluk, Semey’de eğitimini tamamladıktan sonra 1919 yılında tekrardan vatanına, Turfan’a dönmüştür. Turfan’daki durumu tahlil ettikten sonra halkın bir eğitim seferberliğine ihtiyacı olduğunu fark eder ve eğitim noktasında bütün Türk Dünyasının eğitiminde öncü olan insanları yetiştirmiş, âlim memleketi olan Kazan’a gitmeye karar verip, 1923 yılında Doğu Türkistan’ın Tagıyev’i olan Mahmut Muhiti’nin destekleri ile Kazan’a gitmiştir. Kazan’da eğitim metotları hakkında bilgi alırken Abdullah Tukay adında bir Kazanlı şairin şiirlerine denk gelmiş ve ondan çok etkilenmiştir. İleride yazacağı şiirlerde Abdullah Tukay’ın etkisi gözle görülür bir hale gelmiştir. 3 yıllık bir Kazan sergüzeştinden sonra tekrardan memleketine dönen Abdulhaluk Uygur “Akumtiş Cemiyeti” ismiyle bir cemiyet kurmuş ve burada eğitim faaliyetlerine başlamıştır. Niyaz Seypung adlı kişinin bahçesini bir okula çevirmiş ve elindeki imkânları olabildiğince kullanmaya çalışmıştır. Bu eğitim noktasında pek çok aydın gibi o da basım-yayın organlarına önem vermiş ve Çin hükümetine birkaç teşebbüsü olsa da hükümet ona izin vermemiştir. İzin verilmemesi ile beraber artık gözler önüne fazla çıkmaya başlamış ve hem halkı tarafından hem de Çin hükümeti tarafından takip edilir olmuştur. Bütün bu sürecin sonunda 1932 yılında artık zamanın geldiği düşüncesiyle bir ayaklanma hazırlığında iken bir ihbar sonucu tutuklanmıştır. Tutuklandıktan bir süre sonra, 1933 Mart ayına müteakip “kafası kesilerek!” idam edilmiştir. İdamından sonra onun silinmesi uğrunda Çin hükümeti çok çalışmış ve büyük bir sansür uygulamıştır. Öyle ki günümüze gelen şiirleri yakın çevresinin ezberinde olan şiirler olarak sınırlı kalmıştır. Abdulhaluk Uygur kısa ömrünü nice zorluklarla, engellemelerle geçirmiştir. Göz önüne çıktığından beri Çin Hükûmeti onu susturmaya çalışsa da o, direnmiş ve bütün dünyaya “Zulme karşı isyankâram, ezilsem de susmaram!” diyebilmiştir.

Uygur Türkleri Mahmut Muhiti, Abdulhaluk Uygur, Mehmet Emin Buğra, İsa Yusuf Alptekin ve daha nice sayamadığım şahsiyetlerin hatıraları üzerinde; bugün dahi devam eden bir bağımsızlık ülküsü içinde acı acı feryat etmektedir. Bizatihi anlattığımız şairin şiirleri hala daha bugünü anlatmakta ve “Uyan Ey Uygur!” diye Doğu Türkistan’ı uyanık tutmaya çalışmaktadır. Tabii o dönemler bu “uyan!” sözünden sadece Uygur Türkleri değil bütün Türk milleti kendisine bir pay çıkarmalıydı. Turfan’da sanki “Uyan ey Türk Milleti!” diye bağıran Abdülhaluk’a susturulmaya çalışılan bir şair, Azerbaycan’ın Gence şehrinden onu duydu ve ona bir şaire yakışır derecede cevap verdi…

Azerbaycan

1892 yılında Azerbaycan’ın Seyfeli köyünde dünyaya geldi Ahmed Cevad. Bilgili bir babanın oğlu olmak onun hayattaki ilk kazancı olmuş ve 5 yaşında babası sayesinde Kur’an-ı Kerim okumasını öğrenmişti. Babasıyla beraber vakit geçirmeyi çok sevmesine karşın yine ilk kederi de babasıyla beraber olmuş ve küçük yaşlarında babasını kaybetmişti. İlk öğretmeni olan babasını kaybetmenin acısını yaşarken ailesinin hep önem verdiği eğitimine devam etmek adına 1906 yılında Gence’ye giderek burada Gence Medresesine başladı. Bu medrese de Hüseyin Cavid gibi şahsiyetlerden ders alan Ahmed Cevad ilk şiirlerini de bu medresede kaleme almasına karşın kendisini yabancı dil konusunda da geliştirerek çok başarılı bir eğitim hayatı geçirdi. Eğitimini bitirip öğretmen diplomasıyla medreseden 21 yaşında mezun oldu. 1912 yılında Balkan Savaşları neticesinde Osmanlı-Türk Devletine yardım etmek için yanına aldığı birkaç Azeri Türk genciyle beraber Balkanlara gitmiş ve burada asker olarak çarpışmıştı. Osmanlı-Türk Devleti’nin mânâsı onun için “Türk Birliği” demekti. Savaş bitmiş, Osmanlı yenilmişti. Ahmed Cevad bir süre İstanbul’da bulunmuş ve burada Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul gibi milliyetçi şair ve ilim adamları ile tanışmış ve bu tanışıklık şiirlerine yansımıştır. Sonrasında İstanbul’da kalmak istese de dönemin millî aydınlarından Yusuf Akçura ona Azerbaycan’da ihtiyaç olduğunu söyleyip ikna etmiş ve Ahmed Cevad tekrar Gence’ye dönerek burada öğretmenliğe başlamıştı. Milliyetçilik, Türk Dünyasının dört bir köşesini sarmıştı. Ahmed Cevad öğretmenlik yaptığı sıralarda yazdığı şiirlerde bunun etkisini çok net görürüz. Mesela örnek olarak aynı yıllarda yani 1914’te Osmanlı-Türk Devleti’nin 1. Cihan Harbi’ne girdiği haberini alan ve neticesinde Ruslarla savaşan Kafkas Ordusu için yazdığı “Çırpınırdın Karadeniz” şiirini verebiliriz. Elbette ki o sadece şiir yazmakla yetinmemişti. Bakü Müslüman Cemiyet-i Hayriyesi’ne üye olarak kaydolmuş ve 1915 yılında Kars’a gelerek burada yardım faaliyetlerine başlamıştır. Neden geldiğini anlatır şekilde İkbal gazetesinde şu mısraları yazmıştı Ahmed Cevad:

Vicdanım emretti, imdâda geldim,

Mazlum sesi duydum ben dâda geldim. (Hayret – 1915)

Ahmed Cevad bu yardım faaliyetlerine devam ettikten ve oradaki nice mazlum kardeşinin yanında olduktan sonra memleketine geri dönmüş ve 1916 yılında ilk şiir kitabı “Goşma” basılmıştır. Yine yardım toplamak için gittiği Batum’da hayatının aşkıyla, en özel dava arkadaşıyla yani Şükriye Hanımla tanışmış ve aynı yılın sonunda onunla evlenmiştir. Aylar bu yardım faaliyetlerinin telaşıyla geçerken sene 1917 olmuş ve Rusya’da Ekim Devrimi gerçekleşmişti. Pek çok Türkistan aydını gibi Ahmed Cevad da Çarlık Rusya’sının dağılmasını sevinçle karşılamış ancak Bolşeviklerin Azerbaycan’ı Ermenilerle beraber işgal etmeye başlamasıyla görülmüştür ki Rusya’da yalnızca renk değişmişti, gerek kalan her şey aynıydı. 1918 yılında Azerbaycan’da Mehmed Emin Resulzade önderliğinde Azerbaycan Cumhuriyeti kurulmuş ve aynı yıl içerisinde Nuri Paşa kumandasındaki ordu Bakü’ye girerek Ermeni terörünü önlemiştir. Ahmed Cevad, Nuri Paşa ile önceden görüşmüş ve Bakü’ye giren Kafkas İslam Ordusuyla beraber bilfiil çarpışmıştır. Nuri Paşa ve ordusuna hediye ettiği şiir ise Ahmed Cevad’ın ve bütün Azerbaycan Türklerinin duygularını bize göstermekteydi:

Dağa taşa sancağını öptürüp,

Duman gibi bu dağları bürüdün!

Denizlere selam resmi yaptırıp,

Göklerdeki bulut gibi yürüdün!

Yürü, yürü batan günün izine,

Gülümsüyor doğan güneş yüzüne!  (Ey Asker / 14 Eylül 1918)

Şüphesiz ki burada bahsedilmesi gereken çok önemli bir nokta vardır. Çağların en güçlü silahları ya kalem ya da kılıçtır desek sanırım yanlış yapmayız; Ahmed Cevad bir elinde kalem bir elinde kılıç her türlü silahla düşmana karşı cesurca savaşmasını bilmiştir. Bakü özgürlüğüne kavuştuktan sonra ise artık sıra Batı’ya yani Türkiye’ye gelmiştir. 1919 yılında Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığını öğrenen Ahmed Cevad büyük bir sevinçle “Al Bayrağa” şiirini tüm Türkiye’ye armağan etmiştir:

Gül renginde bir yaprağın

Ortasında bir hilâl.

Ey Al Bayrak, senin rengin

Söyle niçin böyle al? (Al Bayrağa / 24 Temmuz 1919)

Bakü’nün özgürlüğü ile şiirinin zirvesine çıkan Ahmed Cevad artık kendi memleketinin bayrak şairidir ve onun bir şiiri de devlet marşı olarak seçilmiştir.

Azerbaycan! Azerbaycan!

Ey Kahraman evladın şanlı vatanı!

Senin için can vermeye hepimiz hazırız!

Senin için kan dökmeye hepimiz kâdiriz!

Üç renkli bayrağınla mesut yaşa!

Üç renkli bayrağınla mesut yaşa!

Tabii Sovyetlerin gücünü toplamasına müteakip 1920’de Kızıl Ordu Azerbaycan topraklarını işgal edince bütün işler değişmiştir. Ahmed Cevad artık aranan ve en tehlikeli kişi olarak nitelenen birisi olmuştur. Baskılar o kadar artmıştır ki KGB tarafından arkadaşlarını Türkiye’ye kaçırmak gibi suçlarla 1923 yılında tutuklanmış ancak delil yetersizliği ile serbest bırakılmıştır. Serbest bırakılması tabi ki sadece sözde idi. Gizli takipler artmış ve 1925 yılındaki bir şiirinde “ay ve yıldız” geçmesi sebebiyle tekrar tutuklanmıştır:

Senin güzelliğin gelmez ki, saya,

Koynunda yer vardır yıldıza, aya.

Oldun sen onlara mihriban daye,

Felek pusatın kuralı, Göygöl! (Göygöl / 1925)

Tabii yine bütün sorgulamaların ardından serbest bırakılsa da baskılar daha da fazla artmış ve bir de 1928 yılında İstanbul’da basılan “İstiklal Uğruna” kitabı üzerine iyice gözler önüne gelmiş ve hatta aleyhinde yazılar dahi çıkmaya başlamıştır. Bu baskılara alışan ve hatta umursamayan Ahmed Cevad 1936’da kızını genç yaşta toprağa verince bütün dünyası kararmıştır. Bütün bu olayların üstüne yorulmaya başlayan Ahmed Cevad 1937 yılında Yazarlar Birliğinden de atılınca artık zamanın kısaldığını hissetmeye başlamıştır. Aynı yıl bir arkadaşına son şiirini ezberletmiş ve sonrasında 4 Haziran 1937’de son kez tutuklanmış ve bütün yazılarına, eserlerine el konulmuştur. Bir tanesi hariç… Sovyet yetkililer tutuklamaya geldiğinde Şükriye Hanım’ın oturduğu koltuktaki Ahmed Cevad’ın defterini yetkililer görmemiş ve birçok şiir Şükriye Hanım sayesinde günümüze ulaşabilmiştir. Bu defa suçlanması “Pantürkist, Türkiye ajanı ve Halk düşmanı” olmuş ve nice haksız ithamlara maruz kalmıştır. 4 ay boyunca işkence gören Ahmed Cevad vatanı için yaptığı hiçbir şeyi inkâr etmemiş ve haklı olduğu davayı savunmuştur. Nice işkencelerle devam eden bu dört ayın sonunda Ahmed Cevad’ın yorgun vücudu bu kadar işkenceye dayanamamış ve 1937 yılının sonunda vahşice şehit olmuşlardır hatta onu öldürmek yetmemişçesine cansız bedeninin kafasına iki kurşun sıkmayı Bolşevikler kendilerine hak görmüşlerdir. Ahmed Cevad 45 yıllık ömrünün son anına kadar vatanı için Türk milleti için savaşmış, yukarıda bahsettiğim ölüme giderken dahi son şiirini arkadaşına ezberletmiş ve Türk milletinin tarihinde ölümsüzlerin arasına girmeyi başarmıştır. Bu şiir cansız bir bedene neden bir de kurşun sıkıldığının, o cansız bedenden dahi ne kadar korkulduğunun en sarih ifadesini veriyordu sanki:

Mən Türk övladıyam, dərin əqlim, zəkam var,

Nə vaxtacan çiynimizdə gəzəcəkdir yağılar?

Nə qədər ki, hakimlik var, məhkumluq var, mən varam!

Zülmə qarşı üsyankâram, əzilsəm də SUSMARAM!

Millî edebiyatın önemi nedir sorusuna verilecek en güzel ve en özel cevaplar şüphesizdir ki tarihteki bu şahsiyetlerin varlığıdır. Hayatını millî mefkûre ile temellendiren bir müellif gerçekten milletin kaderini değiştirebilecek bir temel olarak tarih denen millî sergüzeştte yerini almakta ve şüphesizdir ki milletinin onu keşfetmesini beklemektedir. Bugün “Çırpınırdın Karadeniz” marşını söyleyen, bu marş ile duygulanan ve dahi nice zorluğa karşı susmayan her Türk genci Ahmed Cevad’ı yaşatmaya devam eder. Tarihî tecrübesinin farkına varan, dinî ve millî değerlerin şuuruna hangi yaşta olursa olsun özümsemeye başlayan; sözün kısası uyanan her Türk genci Abdulhaluk Uygur’un mücadelesinin yere düşmediğini gösterir, onu şâd eder. Hakeza bugün, Türk milletinin birliği uğrunda en önemli bahis olan alfabe konusunda bir kaygı, endişe hisseden; günümüzdeki Türk devletlerinin farklı alfabeler kullanmasından rahatsız olan her Türk genci Kasım Tınıstanov’un taş ocağında bırakılan 55 yıllık hatırasını yaşatır, onun mirasını sahiplenir ve onu şâd eder. Hülasa günümüzde bu şahsiyetleri yaşatmak şüphesizdir ki en önemli vazifelerimizden biridir. Bundan dolayı Türk milletini tanımalı, bu şahsiyetlerin mücadelesini anlamlandırabilmeli ve yine günümüzü bu nazarda tahlil edip onların bıraktığı hatıralar uğruna susmamalıyız!

KAYNAKÇA:

Kasım Tınıstanov hk. bkz.

(1) Göz, Kemal, Kasım Tınıstanov  https://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/kasim-tinistanov (Erişim Tarihi: 04.09.2024)

(2) Göz, Kemal, Kasım Tınıstanov, Hayatının Son Yılları ve İdam Edilmesi, Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Aralık 2020

(3) Atabey, İbrahim, Kasım Tınıstanov’un Kırgız Türkçesi İçin Hazırladığı Latin Alfabesi, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2018 Bahar

(4) TRT Avaz, Kasım Tınıstanov https://www.youtube.com/watch?v=697a53iBzMk&ab_channel=TRTAvaz (Erişim Tarihi: 04.09.2024)

Abdulhaluk Uygur hk. bkz.

(5) Aliyeva, Minera, Abdulhaluk Uygur’un Çağdaş Uygur Edebiyatındaki Yeri ve Önemi https://tdkturkdunyasi.gov.tr/tam-metin-pdf/305/tur (Erişim Tarihi: 04.09.2024)

(6) TRT Avaz, Abdulhaluk Uygur https://www.youtube.com/watch?v=2jILIlhoFfc&ab_channel=TRTAvaz (Erişim Tarihi:04.09.2024)

Uygur Edebiyatı hk. bkz.

(7) İnayet, Alimcan, Çağdaş Uygur Şiiri, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, sayı:11

Ahmed Cevad hk. bkz.

(8) Zeyrek, Yunus, Şehit Ahmed Cevad, Bizim Ahıska Dergisi, Bahar 2012

(9) Saraçlı, Afina, Azerbaycanlı Şair Ahmed Cevad’ın Kars Serüveni, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Bahar 2008

(10) Kurban, Emre, Milli Edebiyat Akımı’nın Azerbaycanlı Şair Ahmed Cevad Şiirine Etkisi, Uluslararası Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, sayı:2

(11) TRT Avaz, Ahmed Cevad Belgeseli https://www.youtube.com/watch?v=NLFfdnsd1ew&ab_channel=TRTAvaz (Erişim Tarihi: 04.09.2024)

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.