Büyük insan dediğimiz şahsiyetleri yeterince anlayamıyoruz. Anlasaydık belki yıllar önce öngördükleri sorunlar yaşanmadan önlem alabilirdik. Önlem alamasak dahi sorunlar yaşandığında onların deneyimlerinden yararlanarak daha tecrübeli davranabilirdik. Yapamıyoruz. Büyük insanları anlayamıyoruz. Peki, neden anlayamıyoruz?

Bizler, o şahsiyetlerin önündeki büyük kelimesine takılı kalıyoruz. Onların birer insan olduğunu unutuyoruz. Bunu neden söyledim, gelin birlikte inceleyelim:

Biz millet olarak büyük, yüce ve kutsal olarak gördüklerimizi düşündükçe motivasyon kazanacağımıza özgüvenimizi kaybediyoruz. Çünkü eğer onlara yaklaşabileceğimizi, onlar gibi olabileceğimizi düşünürsek, onların mücadeleleri bizim mücadelemize bir azim kaynağı olursa emek vermemiz gerekecek. Emek vermek, çabalamak her zaman daha zor olandır ama buna karşılık geçmişe bakarak alkış tutmak çok kolaydır. Asıl olması gereken ise bu büyük, yüce ve kutsal olarak gördüklerimizin ulaşılabilir olduklarının farkına vararak yolumuzu bu doğrultuda şekillendirmektir. Yanında, denginde durup onlarla hemhâl olmayı istemeliyiz.

Özgüvensiz olduğumuza en büyük örnek, Kur’an-ı Kerim’i anlama meselesidir. Onu evin en yüksek köşesine asar, ona saygı duyarız. Kutsal günlerde açar okuruz. Ama kendi dilimizde dahi okumayıp beynimizi değil ruhumuzu doyurup yerine kaldırırız. O kadardır Kur’an’ı Kerim’le olan sohbetimiz. Allah, onu anlayalım, hayatımıza şekil verelim diye göndermiştir ama bunu görmezden geliriz. Çünkü o yücedir. Biz nasıl onun dengi olup onu anlayacak duruma gelelim(!). Bizim yerimize anlayacak ve bize anlatacak kimseler vardır elbette(!).

Yüceltmekten anlamaya vakit bulamadığımız büyük insanlara da dinimizden örnek verebiliriz. Peygamberimiz hakkında bir şey rivayet edildiğinde ne olursa olsun doğrudur gözüyle bakılıyor. Neden demiş olabilir, üzerine düşünelim deniyor mu? Düşünmeye gerek yok, dediğini yap yeter(!). Hangi koşullarda yapılmış, kim için söylenen bir söz, nasıl bir durum onu yapmasına ya da söylemesine sebep olmuş? Bunları sorgulamadan öylece kabul ettiğimiz çok şeyler var.

Milletimizin yetiştirdiği büyük insanları da özgüvenli bir incelemeye tabî tuttuğumuzu söyleyemeyiz. Atatürk’ü tam anlamıyla anladığımızı söylemek gerçekten zor. Ziya Gökalp’i bilmekten daha ileriye götürdüğümüzü iddia edebilir miyiz? Başbuğumuz dediğimiz kişiyi, ağabey ya da abla yerine koyduğumuz kişilerin isimlerini söylüyoruz ve yüceltiyoruz. Ama onları anlamak adına ne yapıyoruz?

Büyük insanları özel günlerde anıyoruz. Arkalarından büyük süslü sözler ediyoruz. Onları en yükseklere öyle bir çıkarıyoruz ki yeryüzünden onlara bakmaktan başka bir şansımız kalmıyor. Sözlerini dinliyor, okuyor ama anlamak istemezmiş gibi sorgulamayı unutuyoruz. Arkalarından yaptığımız övgüler, onlar ile aramızda bir köprü kuramıyor maalesef.

Büyük insanların sıfatları, onları anlamamız için yeterli değil gibi görünüyor bu durumda. Peki insan olduğunu anladığımızda ne değişebilir, biraz ona bakalım:

Sizi en iyi tanıyan ve en iyi anlayan kişiyi düşünmenizi istiyorum. Aileniz, dostunuz, akrabanız, ülküdaşınız… Kim olduğunun bir önemi yok sadece neden o kişi sizi daha iyi tanıyor, ona odaklanalım. Onunla herkesten daha fazla oturup sohbet etmişsinizdir. Birlikte aynı derdi dertlenmişsinizdir. Birlikte gülmüş, birlikte ağlamışsınızdır. O kişi sizin hayatınızın her alanındadır ve her şeye hâkimdir. Buradan çıkarıyoruz ki bir kişiyi anlamamız için onunla birlikte çok mesaimizin olması gerekmektedir.

O hâlde biz de anlamak için büyük insanlarla biraz vakit geçirmeyi deneyelim. Onlarla dertleşip onlarla birlikte mutlu olmayı deneyelim. Bunu yapmak öyle imkânsız değildir. Şimdi yeni bir çözüme gerek yok, geçmişe gitmenin formülü daha önceden verilmiş olsa gerek. O zaman ne yapmalıyız?

Öncelikle onları okumamız lazım. Eserlerini okumaktan bahsetmiyorum. O şahsiyetleri okumaktan bahsediyorum. Nerede, ne zaman, hangi şartlarda ve kimlerle yaşamış öncelikle bunları bilmemiz gerekli çünkü onların ortaya çıkardıkları ürünler, bu şartlarda ortaya çıktı. Bazı düşünceler, yemek yediği sofrada geldi aklına. Belki yürüdüğü sokaktaki insanlar, bir şeyler çağrıştırdı. Belki bir kahveye oturdu ve günlük hayattan bahseden insanlar, ona öğretti bazı şeyleri. Bunları bilmeyiz ama bilmeliyiz. İyice öğrenmeliyiz ki o şahsiyeti yaratan kaynaktan mahrum kalmayalım. Farklı şartlar ve farklı hayatlar, o şahsiyetlerin başka kimseler olmasına sebebiyet verebilirdi, o yüzden önce onları okuyalım.

Okumaya, eserleri varsa eserleriyle devam etmemiz gerekli ama öyle kolay olmayacak muhtemelen. Anlamak istediğimiz kişinin bulabildiğimiz tüm eserlerini okuyalım. Okuyalım ki onun zihninin içerisine daha iyi girebilelim ve neler düşündüğünü analiz edebilelim.

Okumaktan öyle kolay kurtulmak mümkün değil onun hakkında yazılmış eserleri okuyalım. Ardından imkânımız varsa onu tanıyanları dinleyelim yoksa tanıyanların onu anlattığı yazıları okuyalım.

Sırada o büyük kişilerle hemhâl olmak var. Hemhâl olmak ne demek?  Sohbetlerimizde ondan söz edelim. Bu yetmesin bize, onunla aynı sohbet masasına oturalım. Konuşalım; neden yaptın, neden söyledin, diye soralım. Cevap bulamazsak bulana kadar tekrar tekrar soralım elbet bize bir şeyler söyleyecektir. Onunla ilgili yazılar kaleme alalım. Başka insanların farklı görüşlerini dinleyip onların bakış açısından tanıyalım. Bunlar üzerine tartışırken o büyük insanın farklı bir yönünü keşfedelim. Bunlar yetmesin bize, bir çocuk gibi elinden tutup onun sokaklarında yürüyelim. Ne anlatıyor buralar, anlat, diyelim. Sonra çekiştirip kolundan bizim yaşadığımız sokaklara getirelim. Benzerlikleri ve farklılıkları söyle, diyelim. Onu soru yağmuruna tutup sorularımızla bunaltalım. Belki tüm bunları varlık âlemine dökemeyeceğiz ama zihin dünyamızda anlattığım tüm bu olaylar yoğunluğunda bir şeyleri ölçüp tartarsak işte o zaman büyük insanı tanımak için bir adım atmış oluruz belki.

Büyük insanları anlamak zor iş, neden bu işe girişelim, diyebiliriz. Sonuçta onların söylediklerini biraz tekrar etsek büyük insanlar diye alkış tutsak ne kaybederiz ki? Ne kaybederiz biliyor musunuz? Onların deneyimlerinden istifade etmeyi kaybederiz. Uygulanıp yanlışlığı görülmüş şeyleri tekrar eder, zaman kaybederiz. Deneye deneye doğrusu bulunmuş işlerin doğrusundan bihaber yaşar, tecrübeleri kaybederiz. Yarışa bir adım geride başlarız bir adım ileride başlayabilecekken.

Sıfatlardan daha ilerisini görme vakti geldi de geçiyor. O şahsiyetler, her ne kadar büyük olsa da insan olduğunu unutmayalım ve en azından bir çay demleyip içme mühletinde onlarla bir olmayı deneyimleyelim. O zaman büyük insanların dizinin dibinde oturmuş rahatlıkta aynı davayı yürüttüğümüzü söyleyebiliriz belki.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.