Bir eğitim-öğretim yılının daha arifesinde yeni döneme dair dualar ve aminler içerisindeyiz. Yeni başlangıçların bünyede oluşturduğu heyecan, bilinmezliklerin takip ettiği rahatsızlık hissi ve hayatın yeni bir dönemine geçmiş olmanın rahatlığıyla karşı karşıyayız. Eminim ki bu yeni dönem düşüncesi, her okurun dimağında farklı anılar, farklı olgular ve farklı düşünceleri beraberinde getirecektir. Biz de bu dönemin üç önemli kavramı olan eğitim-gençlik-üniversite penceresinden eleştirel bir okuma yaparak yeni döneme başlangıç yapacağız. Velhasıl bu yazı, hali hazırda üniversite okuyan ya da üniversiteye yeni başlayanlarla yapılmak istenen bir sohbet denemesidir, bu gözle okunması ve değerlendirilmesi rica olunur.

Birbiriyle anlaşabilmek şüphesiz iletişimin temelini oluşturmaktadır. Doğru iletişim kurabilmek için kavramlarda uzlaşabilmenin önemli olduğu da yadsınamaz bir gerçekliktir. Üniversite ve gençlik kavramları görece daha açık anlama sahip olduğu için ekstra bir açıklama yapma ihtiyacı hissetmeme rağmen “eğitim” konusunda aynı şeyleri söylemem pek mümkün değil. Çünkü eğitim konusunda toplumun geniş kesimlerinde mutabakat olmadığı için ortak bir referans oluşturmak gerektiğine inanıyorum.

Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre eğitim “çocukların ve gençlerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine, okul içinde veya dışında doğrudan veya dolaylı yardım etme, terbiye” anlamına gelmektedir. Tanımda da vurgulandığı üzere eğitim davranışta, şahsiyette ve zihniyette meydana gelen, somut-soyut sonuçlarına tanık olabileceğimiz bir terbiye sürecidir. Yine TDK’ye göre “belli bir amaca göre gereken bilgileri verme işi, talim, tedrisat” anlamına gelen “öğretim” kavramıyla çoğu zaman karıştırılmaktadır. Bu yazının verimli bir şekilde değerlendirilmesi adına bu noktaya parmak basmayı çok önemli görüyorum. Zira eğitimin sadece nazari bir bilgi alışverişi olmadığı, bilginin yanısıra beceri, görgü ve terbiye etme amacı taşıyan daha kapsayıcı bir kavram olduğu göz ardı edilmemelidir.

Sistemli ve analitik olmanın ele alınan konuyu incelemede kolaylık sağlayacağına inandığım için bu yazıyı da kendimce önemli gördüğüm üç önemli soru ve soruya verilen cevaplar etrafında yapılandıracağım: Üniversite eğitim yuvası mıdır? Gençler üniversitede ne yapmaktadır? Eğitimli bir üniversite gençliği nasıl mümkündür?

Üniversite Eğitim Yuvası mıdır?

TDK’ye göre üniversite “bilimsel özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip, yüksek düzeyde eğitim, öğretim, bilimsel araştırma ve yayın yapan fakülte, enstitü, yüksekokul vb. kuruluş ve birimlerden oluşan öğretim kurumu; darülfünun” demektir. İdeal olarak üniversiteler ülkenin yarınlarında söz hakkı olacak nesli gerek meslekî gerek sosyal gerekse akademik anlamda eğitmeye ve bunu yaparken metodunu bilim-değer temelli oturtmaya namzet kurumlar demektir. İdeal üniversite, kişilere nazarî ve teknik bilgi vermekle kalmayıp onları sosyal, kültürel, mesleki ve akademik anlamda işleyerek duygularında, düşüncelerinde ve davranışlarında kalıcı değişiklikler meydana getirmesi velhasıl terbiye etmesi yükümlülüğünü taşımaktadır. Sunulan bu standartlar üniversitenin tanımı kapsamında oldukça makul ve idealdir ki bu yönüyle üniversiteler bir eğitim yuvasıdır. İdeal olan bu şaşalı ve azametli duruşuna karşı gerçek, maalesef hiç de öyle değildir. Ülkemizin en güzide üniversitelerini hesaba kattığımızda dahi üniversiteler bir eğitim yuvası olmak şöyle dursun çoğu zaman öğretimin; akademik, teknik ve bilimsel araştırmanın yapıldığı yerler bile maalesef değildir. Küçük bir azınlık dışında üniversiteler yükseköğretim kurumu olma vasfını bile yerine getirememektedir. Gözlerinin feri sönmüş akademisyenler, taht kavgasına düşmüş dekan ve rektörlerle bunlarla zaman geçire geçire her şeyi menfaat haline gelmiş üst dönem öğrenciler… Bütün bu yaşananlar neticesinde üniversiteler eğitimin kalesi olma vasfını maalesef günden güne kaybetmektedir. Çoğu fakülte meslek yüksekokulu mantığı ile sadece mesleki bilgi ve becerileri vererek işin içinden çıkmayı kendilerince yol edinmektedir. Oysa üniversiteler tanımı gereği bireyin ham halde girip işlenmiş halde çıkması gereken eğitim ve öğretim kurumlarıdır. Bilimsel, akademik ve meslekî yönden öğrenme faaliyeti gerçekleşirken işleyiş, normlar, kurallar, ortak yaşamanın beraberinde getirdiği birtakım anlayışlarla öğrencinin terbiye edilmesi; şahsiyetinin, sosyokültürel zemininin ve yaşama tarzının son halini almaya başlaması gereken bir dönemdir. Maalesef bu güzelliklerin esamesi okunmamakta, bu anlayış sanki hiç yokmuş ve olmamış gibi göz ardı edilmektedir. Bu haliyle üniversite yılları, vize ve final dönemlerinde not okuyarak sınavların geçildiği, derslerin güç bela verilerek kredilerin tamamlanması ve bunun akabinde diplomanın alınmasıyla tamamlanan bir devirdir. Bu kurak ve verimsiz ortamda geçen yıllar da cabası… Bütün bu koşullar ele alındığında şu sorunun cevabını düşünmek ve onu vermek zorundayız: Üniversite, eğitimli fertler mi mezun eder?

Geçtiğimiz paragrafta bahsettiğimiz üzere üniversiteler yapı-işlev anlamında eleştirilmeye ve eksiklerini ifade etmeye imkân tanıyan kurumlar olarak kötü performans sergilemektedir. Üniversite-gençlik ilişkisini çift taraflı düşündüğümüzde sadece üniversiteler mi ahraz, sorunlu ve değişime imkân tanımıyor? Buraya her yıl birer taze kan olup akan gençleri nasıl konumlandırmak gerekiyor?

Gençler Üniversitede Ne Yapmaktadır?

Her yıl yaşları 18 olan yaklaşık bir milyon genç üniversite kapısından giriş yaparak yükseköğrenime merhaba demektedir. Halihazırda okuyan öğrencileri de hesaba kattığımızda ülkemizde aktif olarak yükseköğrenim gören öğrenci sayısı 3 milyon civarındadır. Eğitim almak konusunda bu kadar azimli üç milyon insan, bu sistemi pekâlâ değiştirebilir, üniversitelerin bir eğitim yuvası olma vasfını altın tepsi içinde üniversitelere sunabilir. Bu durum üniversiteye gelen her öğrencinin eğitim aşkıyla yanıp tutuştuğu kabulüyle pek mümkün görünse de maalesef durum öyle değil. Üniversiteye gelen kitlenin çok büyük bir bölümünün askerlikten kaçmak, iş hayatından kaçınmak, gezip tozup gençliği yaşamak(!) maksadıyla geldiğini eminim ki sizler de çok duydunuz, gördünüz ve biliyorsunuz. Şehir ve üniversite fark etmeksizin birçok üniversite öğrencisi serbest yaşantısı için üniversite kimliğini bir paravan olarak kullanmakta, yıllarını boşa heba etmektedir. Çevrenizde üniversite okuyanlara baktığınızda bu özellikleri taşıyan insanları bulmanız eminim hiç de zor olmayacak. Tabi bu örneğin çoğunluk için verildiğini söylemekle birlikte her üniversite öğrencisinin bu amaca sahip olduğunu söylemek haksızlık olacaktır. Üniversiteye mesleki bilgi, beceri ve donanım kazanmak amacıyla gelen öğrencilerin sayısı da bir hayli fazladır. Bu tip öğrenciler için üniversite, tabiri caizse bir meslek yüksekokulu hüviyetindedir ve üniversite mezunu olmanın en önemli çıktısı bir meslek diplomasına sahip olmaktır. Meslekî bilgi ve beceriye hizmet eden her fırsat önemsenmekle birlikte onun dışında kalan her husus göz ardı edilmektedir. Bu iki kitle üniversite öğrencilerinin büyük çoğunluğunu teşkil etmesine rağmen üniversiteyi eğitim için bir fırsat olarak gören ve üniversiteyi bir eğitim yuvası olarak gören bir topluluktan da bahsetmek pekâlâ mümkündür. Üniversiteyi eğitim almak için bir fırsat olarak gören bu topluluk, akademik ve meslekî faaliyetlerin yanısıra sosyokültürel olarak da üniversiteden beslenmekte, şahsiyeti başta olmak üzere yaşantısını görece zengin atmosfere sahip bu bağlamdan temin etmektedir. Ne kadar verimli ve başarılı oldukları tartışma konusu olmakla birlikte “üniversiteli” kimliğini ve üniversitenin popülaritesini hala en iyi şekilde muhafaza eden bu topluluk olmaktadır. Her geçen gün karşılaşılan kötü örnekler, üniversitenin popülaritesinin düşmesine sebep olmakta bunun yanısıra üniversitede okuyan öğrencilerin üzerinde de ciddi bir baskı unsuru oluşturmaktadır.

Abat etme ve berbat etme çelişkisini hayatının her alanında yaşayan insan, üniversite yıllarını da bu tercihle dönüştürebilmektedir. Önceki paragraflarda değinildiği üzere üniversite yıllarını gençliği yaşayarak mı geçireceğiz, üniversiteyi sadece meslek edindirme kursu gibi mi göreceğiz yoksa eğitimli bir fert olmak amacıyla verimli bir üniversite dönemi mi geçireceğiz?

Eğitimli Bir Üniversite Gençliği Nasıl Mümkündür?

Üniversiteli yıllar olarak adlandırabileceğimiz 18-24 yaş arasındaki bireyin, biyopsikososyal gelişimi açısından yaşamın en önemli devrelerinden birine tekabül etmektedir. Ergenlikten yetişkinliğe geçiş dönemi olan bu yaşlar şahsiyetimizin oturmasında, dış dünyayla kurduğumuz bağlanmanın sağlam temellere oturmasında ve hayatın geri kalanında nasıl bir hayat yaşayacağımızı yordamak açısından çok önemlidir. Karşılaşılan yaşam olaylarını fırsat olarak değerlendirmek adına önemli olan bu yaşlarımız genel olarak zorluklar ve fırsatlarla bir arada geçmektedir. Ülkenin içinde bulunduğu toplumsal ve ekonomik zorluklar elbette ki hayatımızı olumsuz etkilemektedir. Lakin bu zorlukları fazlaca düşünüp algılarımızı iyi olana kapalı hale getirmemek, karşımıza çıkma potansiyeli bulunan fırsatlara doğru hareket etmeliyiz. Bu yaşlarımıza kadar bize sunulanlarla amel eyleyen bireyler olarak fırsatlara yürümesini hatta koşmasını öğrenmek ve bunları değerlendirmek azminde olursak, kendimizi geliştirebileceğimizi göz ardı etmemeliyiz. İçinde bulunduğumuz birçok sosyal rolün içinde spesifik birisini tercih etmeden hepsini eşgüdümlü bir şekilde taşımayı öğrenmek, yaşamın kurallarını öğrenmektir. Bu zamana kadar tedrici yaklaştığımız yaşam tarzının, yetişkin yaşamı için hiç de kullanışlı bir enstrüman olmadığını idrak etmek durumundayız. Aksi takdirde hayatı kaçırmak oldukça kolay ve mümkün bir hale gelecektir. Yaşamayı öğrenmek zaman yönetimini öğrenmekle başlar. Çünkü insan, idrakiyle birlikte içinde bulunduğu anların yönetilebilir bir format haline getirilebilmesi için tarihin ilk anlarından beri uğraşmış ve takvimler de buradan çıkmıştır. İnsanlığın tecrübesine kulak vermek ve zaman yönetimi konusunda tecrübe kazanmak zannımca başarılması gereken en önemli işlerden birisidir. İhtiyaçlarımızın farkında olmak zaman yönetiminin hem nedenine hem de nasılına katkı sağlamaktadır. İhtiyaçlarımızı temin etmek için atacağımız adımları zaman yönetimine dikkat ederek tasarlamak tasarruflu olmayı beraberinde getirecektir. Zaman yönetimi ve İhtiyaçların karşılanması yaşamayı öğrenmek için temel becerilerden birisi olarak dikkate alınmalıdır.

“Yarını bugünden daima daha müsait farz etmekten doğan bu masumiyetin cezası o işin asla yapılmamasıdır. Ancak şimdiye hâkimiz.” (Peyami Safa)

Bir eğitim-öğretim yılının daha arifesinde yeni döneme dair dualar, aminler ve düşünceler içerisindeyiz. Peki “nereden ve nasıl başlayacağız?” sorusu için ipucu mahiyetindeki bu yazının başlığı Türk düşünürü, romancı Peyami Safa’nın Eğitim, Gençlik, Üniversite isimli kitabından alınmıştır. Bu eseri okumak bahsedilen kavramlara dair eleştirel bir katkı sunacağı gibi nasıl sorusuna da cevap olacaktır. Millî, İslamî ve insanî bir yıl geçirmek dileğiyle…

TTK

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.