-Orhan, oğlum, şuraya otur, seninle çok ciddi bir iş için konuşacağız.

(Orhan gösterilen sandalyeye oturarak):

-Buyurun babacığım, emirlerinizi dinlemeye hazırım.

-Oğlum, sen artık yirmi yaşına girdin. Evlenecek zamanın geldi. Sevgili annenin öteki dünyaya gittiği günden beri, evimizde bir ev kadını yok. Ben de ihtiyarladım, ölmeden evvel mürüvvetini görmek isterim. Sana güzel hem de zengin bir kızcağız bile buldum. İnşallah bununla bahtiyar olursun.

-Babacığım, evlenmek meselesi dediğiniz gibi, çok ciddi bir iş! Bu işe karar verebilmek için, her şeyden evvel evlenecek kızla delikanlının birbirini tanıması ve sevmesi lazım. Bakalım, sizin beğendiğiniz bir kızı ben sevebilecek miyim?

-Şüphesiz seveceksin çünkü çok güzeldir.

Evvela, bu hanımcağızın adını, kimin kızı olduğunu sorabilir miyim?

-Evet, sormak hakkındır. Komşumuz Ali Bey yok mu? İşte onun kızı Nezaket Hanım. Çocukluğundan beri tanıdığım hatta beraber oynayıp büyüdüğün kız.

-Babacığım, bu işten beni affetmenizi rica ederim. Bu hanım hem benden daha büyüktür hem de aramızda hiç sevişme yoktur. Ben onunla beraber oynayarak değil, belki daima kavga ederek büyüdüm.

-Oğlum, sen çocukluk çağına bakma! Şimdi, ikiniz de gençsiniz. Mutlaka birbirinizi seveceksiniz. Hem sevmekten, sevişmekten ne çıkar? Bu kız çok zengindir. Asıl bir aileye mensuptur. Sadrazamlıklarda bulunmuş Ahmet Bekir Paşa’nın torunudur. Daha ne istersin?

-Her şeyden evvel gönlümün istiklâlini isterim, aşkımın hakkını isterim. Bu hak yalnız sevdiğim bir kızla evlenebilmektir. Bu kızla evlenemem. Hem ne biliyorsunuz? Belki benim gönül verdiğim başka bir kız vardır. Ben ondan başkasıyla nasıl evlenebilirim?

-Evet, biliyorum. Sen bir fakir, asaletsiz kızı seviyormuşsun. Ve ben asla, bununla evlenmene razı olamam. Hatta seni bu uğursuz evlenmeden kurtarmak içindir ki sana başka bir nişanlı aradım. Hem de bilmelisin ki kızın babasıyla konuşarak nişanlanmanıza karar bile verdik. Sen şimdiye kadar babana itaatsizlik göstermedin. Şüphesiz, bu işte de babana itaat edeceksin.

– Hayır babacığım! Yalnız bu işte size itaat etmeyeceğim. Çünkü gönlümün verdiği karara karışamam. Bu karara ne derler bilir misiniz? Buna aşk derler. Ben aşkımı hiçbir şeye feda edemem.

-Ya, öyle mi? Demek ki babanı ona feda edeceksin. O baba ki seni dünyaya getirmiş, büyütmüş, okutmuş, adam etmiştir. Nankör çocuk, git, düşün, her cihetini hesap et; sabaha kadar bir cevap ver. Ya evet yahut hayır. Eğer hayır diyeceksen bavulunu da topla, hazırla. Çünkü artık babanın yurdunda sana bir yer bulunmayacaktır. Ve bir daha senin yüzünü görmeyeceğim.

Orhan, bu söz üzerine, cevap veremeyerek odasına gitti. O ve rahatça uyudu. Çünkü kararını vermişti. Sabah erkenden bavulunu toplayarak babasına bir veda mektubu yazdı. Mektubu babasına verilmek üzere hizmetçi kıza teslim etti ve bir araba çağırttı. Gözlerinden iki damla yaş aktığı halde atalar yurdunu terk etti. Arabaya binerek, arkadaşı Turgut’un evine yollandı.

Turgut yeni uyanmış, kahvaltı ediyordu. Orhan’ın geldiğini haber verdiler. Turgut bavulu görünce işi anladı. “Babanızla bu aşk meselesinde uyuşamayacağınızı biliyordum. Neyse olacak olmuş. Bu işte ben kazanıyorum. Çünkü gece gündüz seninle beraber bulunacağım, bu ev geniştir, ikimizi de barındırabilir. Haydi, somurtkanlığı bırak, babandan ayrıldınsa kardeşlerine kavuştun. Bak, beraberce ne güzel bir hayat süreceğiz.” dedi.

Hizmetçi kadın Orhan’ın bavulunu, kendisine tahsis edilen odaya götürdü. Sonra geldi, ona da bir kahvaltı hazırladı. Kahvaltıdan sonra Turgut işine gitti. Orhan da başına geleni anlatmak için sevgilisinin evine yollandı. Tomris yeni uykudan kalkmıştı. Nişanlısının kederli yüzünü görünce meraklandı. Orhan babasıyla neden dolayı ayrıldığını bildirdi. Tomris, kendisi için babasını ve atalar yurdunu terk eden sadakatli aşığının elini tuttu, şükranını hissettirmek üzere kuvvetle sıkmaya başladı. Bu anda Tomris’in babası Ali Bey geldi. Orhan’a “Seninle çok ciddi bir mesele üzerine konuşacağım.” dedi. Tomris’e de “Sen de artık mektebe git. Bir muallime, aşığı ile beraber olsa da işine bu kadar geç gidemez.” diye şakalaştı.

Tomris mantosunu giydi, başörtüsüyle başını yaparak nişanlısına veda etti. Ali Bey onun odadan çıktığını görünce çok ciddi saydığı meseleyi müstakbel damadına anlatmaya başladı. Ali Bey, Orhan’a, Halife ordusunda bir hizmet teklif ediyordu. Ondan ihtiyat zabiti sıfatıyla bu orduya girmesini ve Anzavur Paşa’nın yaveri olmasını istiyordu. Bu teklif, birdenbire Orhan’ı çıldırttı, ömründe ilk defa olarak vatan aleyhinde çalışmaya davet ediliyordu. Orhan, gayr-i iradî bir hamle ile kendisine vatan hainliğini teklif eden bu alçağa bir tokat atmak üzere idi. Elini kaldırmıştı fakat bu adamın sevgilisinin babası olduğunu hatırlayınca yükselmiş olan eli yanına düştü. Bu anda, arkadan “Vay, babamı dövmek mi istiyorsun?” diye bir ses geldi. Meğer Tomris, çok ciddi olan işin ne olduğunu anlamak için kapının dışarısında bekliyormuş. Kapıdan bakınca aşığının babasına tokat atmak üzere olduğunu gördü. Hâlbuki bu el, bir saniyeden ziyade tokat atmak vasiyetinde kalmamıştı. Orhan, karşısındakinin sevgilisinin babası olduğunu hatırlar hatırlamaz elini aşağı indirmişti. Fakat Tomris bu ikinci hareketi görmeden içeri atılmış, babasıyla aşığının arasına girmişti. Bu hâl iki dakikadan ziyade sürmedi. Ali Bey, kızının kolundan tutarak; “Haydi kızım, biz öteki odaya gidelim. Bu adam artık senin kocan olamaz. Çünkü babanı tokatlamak için el kaldırdı.” dedi. Tomris ağlayarak aşığına baktı. Babasıyla beraber odadan çıktı. Orhan şaşkın bir surette yerinde mıhlanmıştı. Ne yapacağını bilmiyordu. Biraz sonra Tomris tekrar içeri girdi. Orhan’ın yanına geldi. Bu sözleri söyledi:

-Babamın sizinle barışması için çok yalvardım. Nihayet bana şu cevabı verdi: “Eğer deminki teklifimi kabul ederse, aramızda hiçbir şey olmamış sayacağım. Seni de bu hafta içinde ona vereceğim. Yok, kabul etmezse bir daha birbirinizi görmeyeceksiniz. Git, söyle de cevabını getir.”

Orhan, çılgın bir nazarla sevgilisine baktı, bir volkan gibi şu ateşli sözleri püskürdü:

-Sevgilim, biliyorsunuz ki ben babamı, atalar yurdumu, servetini, her şeyimi sizin için feda ettim. Bu fedakârlıklarda bir saniye bile tereddüt göstermedim. Fakat şimdi bütün istenilen, vatanımı feda etmektir. Ah, ey hayatımın güneşi, ah, ey ömrümün saadeti! İyi biliniz ki, bugün en aziz, en kıymetli şeylerini sizin uğrunuzda feda eden bu sadakatli aşığınız yalnız bir şeyi sizin için feda edemez: O şey vatanıdır. Ah, vatanıma karşı hain olmak! Böyle bir teklife duçar olmak bile en büyük bir günahtır. Ben bu günahın kefaretini çekmek için bütün ömrümü vatan için çalışmak üzere nezrediyorum. O halde, elveda sevgilim, ebediyen elveda! Çünkü artık benim yerim, gelin odası değil harp siperidir.

Mademki aşkım, vatan hainliğini icap ettiriyor, ben bu aşkı vatan için feda etmekten bir saniye bile tereddüt etmem. Fakat sevgilim! Zannetme ki bu fedakârlığım benim için her şeyden daha acı değildir. Zannetme ki ben bu gönül acısı içinde artık yaşayabileceğim. Hayır, gittiğim yer cehennemlerden, volkanlardan daha müthiş bir siper olduğu için şüphesiz daha uzun bir müddet yaşayamayacağım. İşte yakında ölmek tesellisidir ki bu anda senden ayrılabilmek için bir vatan şehidi olarak bana kuvvet veriyor.

Evet, canımdan, babamdan, babamın yurdundan, annemin ruhundan daha aziz olan sevgilim! Bütün sevgili ve kıymetli olan şeylerimi senin için feda edebilirim. Fakat yalnız vatanımı feda edemem. Vatan her şeyden daha mukaddestir, daha sevgilidir, daha üstündür.

Sakın senden daha çok sevdiğim için vatanı kıskanma! Sen de onu benden daha çok sev! Ve dünyada en çok sevdiğin, en hürmet ettiğin vatan olsun, işte ben şimdi gidiyorum. Vatanıma karşı borçlu olduğum şeyleri vermeye gidiyorum. Ayrılırken bir kere daha elinizi öpebilirsem, bu benim için en büyük saadet olacaktır.

Tomris elini uzattı. Orhan, sevgilisine hasretli bir nazarla baktıktan, bu güzel eli coşkun bir vecd ile öptükten sonra, “Allah’a ısmarladık!” diyerek odadan çıktı. O çıkar çıkmaz, Tomris de “Ah, babacığım! “Beni mahvettin.” Diyerek düşüp bayıldı.

Orhan, arkadaşı Turgut’un dairesine giderek meseleyi anlattı Anadolu’ya geçmek istediğini söyledi. Harbiye Nezareti’nde bir zabit bulunan Turgut, Anadolu’ya geçmek isteyenleri geçirmeye çalışan gizli bir teşkilatın adamlarındandı. Bu milli teşkilat derhal Orhan’ı Anadolu’ya geçirdi. Orada, ihtiyat zabiti sıfatıyla orduya girdi, ilk safta harp etmek istediğinden kendisini düşmanın en ziyade taarruzuna uğrayan bir sipere gönderdiler.

Orhan bu siperde her gün düşmana hücum etti. Bombalarla top oyunu oynar gibi vecd ile, meserretle harp etti. Vücudunun her tarafı yaralar içinde kalmış olduğu halde bir türlü yerini bırakmak istemiyordu. Nihayet büyük bir bomba yarası onu baygın olarak yere serdiğinden sadık neferleri onu kucakladılar, siperden uzaklaştırdılar.

Orhan, hastanede iki hafta kadar baygın yattı. Şefkat hemşirelerinden biri ona bir kardeşten, bir zevceden daha büyük bir takayyütle bakıyordu. Doktorlar bu ihtimamının derecesine hayret ediyorlardı. İki haftadan beri bir saniye gözlerine uyku girmemişti. İki hafta sonra Orhan’ın yaraları iyileşmeye başladı. Bir gün bu şefkat hemşiresi bir annenin hasta çocuğuna çorba içirmesini andıran bir dikkatle ona et suyu içirirken Orhan birdenbire gözlerini açtı. Karşısında kimi görse beğenirsiniz?

Uğrunda vatandan başka bütün aziz şeylerini feda ettiği fakat kendisini de vatan uğrunda feda eylediği sevgili Tomris’i görmesin mi? Bu saadet perisinin kendisine et suyu içirmekte olduğunu görünce “Ah!” diyerek tekrar bayıldı. Tomris yüzüne su serpti, hastayı yeniden ayılttı.

Orhan bu kere gözlerini açınca doktor da hastaneye yaklaşmıştı. Onun ayıldığını görünce hastaya dedi ki: “İki haftadan beri gözlerine uyku girmeyen bu şefkat hemşiresini görüyor musun? Seni ölümden kurtaran işte budur. Bütün teşekkürlerini ona borçlusun.”

Orhan zayıf, dermansız eliyle, şefkat hemşiresinin elini sıktı. Gözlerinden iki damla yaş yuvarlanmaya başladı. Doktor uzaklaştıktan sonra Tomris’e sordu:

-Sevgilim, ben Anadolu’ya geldikten sonra sen de Hilâl-i Ahmer vasıtasıyla arkamdan geldin, öyle mi?

-Evet, sevgilim seninle beraber vatan uğrunda ölmek üzere arkandan geldim. Turgut gelmeme yardım etti. Fakat görüyorum ki vatan hizmetlerimizi kabul etmekle beraber şehit olmamızı kabul etmedi. Eskiden ümit ettiğimiz gibi beraber yaşayacak ve mesut olacağız.

Orhan iyileşince bu iki âşık Hilâl-i Ahmer tarafından evlendirildiler. Bunlar evlendikten sonra cephede çalışmak istediler. Fakat her ne kadar afiyet bulmuşsa da birçok yaralarla vücudu zayıf düşmüş olan Orhan’ın cephe gerisinde çalışması için doktorlar ısrar ettiler. Bu suretle Orhan’la Tomris, Ordu tarafından şehit çocukları için açılmış olan erkek ve kız şubelerini muhtevi bir mektebe muallim ve her şeyden evvel vatan aşkını aşıladılar.

KAYNAKÇA

Gökalp, Ziya. Ötüken Neşriyat. Çınaraltı Yazıları. Sf. 119.

 

 

 

 

 

 

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.