Cumhuriyet Türkiye’sinin nüvesini oluşturan Türk aydınları ekseriyetle Osmanlının son devirlerinde düşünce ve fikir dünyamıza önemli katkıları olan münevverlerimizden meydana gelmiştir. Bu isimlerin en başında yeni Türk devletinin birinci yaşını bile görmeden vefat eden ancak görüşleriyle günümüze kadar etkisi devam eden Ziya Gökalp Bey yer almaktadır. Osmanlı Türkiye’sinin son dönemine damga vuran İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ideoloğu olan Gökalp, aynı zamanda cumhuriyetin fikrî temellerinin atılmasında ve devrimlerin gerçekleşmesinde büyük rol oynamıştır.
Gökalp’ın yaşadığı dönem dünyanın neredeyse tamamının ulus ve ulus devlet ekseninde bir tarih anlayışını kabullendiği ve dünyanın bu siyasi anlayışla yeniden şekillendiği bir dönemdir. Bu hakikat ışığında hareket eden Gökalp, çağdaşlarına benzer bir şekilde düşüncelerini ortak tarih, ortak dil, ortak inanç ve ortak kültür etrafında yoğunlaştırmıştır. Söz konusu başlıkların net bir şekilde belirlenip üzerinde mutabık kalınması sayesinde millet olma bilincinden habersiz yaşayan kitlelerin yeni bir millî şuur altında toplanmaları mümkün olabilecektir. Siyasi anlamda ulus-millet olmanın önemini henüz kavramamış olan Türklerin millet bilincini oluşturmak ve bu istikametle birlikte de yeni Türk devletini milli devlet esasları üzerine inşa etmek, Gökalp’ın yaşadığı çağın gerekliliğidir. Bu gereklilik sadece Anadolu topraklarına has olan bir ihtiyaç değil bilakis en son bizim kavrayabildiğimiz beynelmilel bir hakikattir. Gökalp, bu hakikatten bahsederken millî devlete duyulan ihtiyacı ‘asrın mefkûresi’ şeklinde ifade etmiştir. İçinde bulunulan çağ, milletler ve millî devletler çağıdır. Ancak içinde bulunulan çağın gerekliliklerinin halka anlatılması ve aktarılması konusu oldukça çetrefilli bir iştir. Zira Gökalp’a göre Meşrutiyet yıllarına kadar siyasî ve içtimaî anlamda birlikte hareket edebilme kapasitesi ve bilinci içinde olan, dahası millet kavramının farkında olan bir Türk’ten bahsetmenin imkânı yoktur. Bu sebeple tanımı yapılmaya çalışılan ‘millet’ nedir? Millî kimlik hangi esaslar üzerine inşa edilecektir? Millet tanımının içine kim neye göre dâhil edilecek ya da kim neye göre bu tanımın dışında kalacaktır? Gökalp, cevabı bugün dahi tartışılan bu türden sorulara büyük bir cesaret ile cevap vermiş ve Cumhuriyet Türkiye’sinin pek çok devriminin düşünsel altyapısını oluşturmuştur. Söz gelimi bu düşünceler içinde yer alan din bahsinde Gökalp’ın ortaya koyduğu esaslar, cumhuriyetin din politikalarını doğrudan belirlemiştir.
Gökalp’ın Türkçülük anlayışında milletin nasıl tarif edileceği tartışıldığı gibi milliyetçiliğin hangi esaslar üzerinden değerlendirileceği konusu da tartışılmaktadır. Gökalp’ın Türkçülük olarak karşımıza çıkan milliyetçilik düşüncesi, bir millete ait olma ve bu aidiyet üzerinden gelişen toplumsal davranış ve değerlerin bütünüdür. Gökalp, Türkçülük anlayışını tanımlarken bu kavramı; ahali, kavim, ümmet gibi başlıklardan uzakta tutmakta ve sadece Türk kültürünü merkeze almaktadır. Ancak bu aidiyet, milleti bir arada tutan ve üstelik cumhuriyet ile birlikte millî ve millete ait olma özelliği de taşıyan devlete karşı bir aidiyete dönüşmeli midir? Gökalp’a göre milliyetçiliğin temelinde var olan en önemli unsurların başında kültür ve din gelmektedir. Kültür ve din, bir millete ait olduğuna göre milliyetçiliğin ve milliyetçilerin siyasi manadaki kıblesinin millet olması gerektiği düşüncesi daha ön plana çıkmaktadır. Devletin varlığı, milletlerin devamında hayati rol oynasa da milletlerin varlığını koruyan yegâne şey, onları var eden ve ayakta tutan kültürdür. Onun milliyetçilik anlayışında dil ve kültür (hars) olmazsa olmaz bir öneme sahiptir ve millete dair ortaya koymuş olduğu esasların çıkış noktasını da bu kısım oluşturur. Milletin varlığı ile ayakta durabilecek olan devlet ancak milletin menfaatine çalıştığı müddetçe saygı gösterilip itaat edilmesi gereken bir kurumsal yapı olarak değerlendirilmelidir.
Gökalp, dünyanın farklı noktalarındaki fikir akımlarını ve fikir insanlarını takip ederek bunların muhakemesini kendi içinde yapabilen bir aydındır. Dolayısıyla yaşadığı dönem itibarıyla çağdaşı olan bazı düşünürlerden ve siyasi cereyanlardan etkilenmesi ve bunu da açıkça söylemesi, son derece olağan bir durumdur. Bütün bu olağanlığa rağmen Gökalp’ın kendine özgü bir şey söylemediğini iddia etmek ve bazı isimleri doğrudan taklit ettiğini ya da kopyaladığını söylemek akla ziyan bir iddiadır. Zaten Gökalp’ın kültür (hars) ve medeniyet konusunda yapmış olduğu izahatlarda üzerinde durduğu en önemli nokta, beynelmilel olarak tanımladığı medeniyetin taklit edilmemesi ve milletin kendine ait olan harsın daha da güçlendirilmesi gerektiği vurgusudur. Gökalp, Fransız Sosyolog Emile Durkheim’ın sosyoloji anlayışını kendi değerlerimiz çerçevesinde yorumlayarak ortaya kendine özgü bir toplum modeli teorisi koymuştur. Gökalp’ın etkilendiği isimler arasında Alfred Fouille, Gabriella Tarde, Henri Bergson, Ferdinand Tönnies gibi sosyoloji ve felsefe alanında dünyanın önde gelen isimleri de yer almaktadır. Bu isimlerin ortaya koyduğu toplum modellerini ve iddia ettikleri esasları inceleyen Gökalp, doğrudan bir nakilden ziyade Türk milletinin ihtiyacı olan şeyin ne olduğunu tespit etmeye odaklanmıştır. Bu noktalardan hareketle millet olmanın ve milli bütünlüğü sağlamanın unsurlarını belirleyen Gökalp; milli kültüre, dine ve Türk diline özellikle vurgu yapmıştır. Bireyden ziyade toplumsallığa vurgu yapan Gökalp; bireyi suni, toplumu ise doğal bir teşekkül olarak kabul eder. Buradan hareketle topluma ait olan değerler bütünü olarak ifade ettiği hars da doğal bir teşekküldür. Gökalp’ın Osmanlıcılık fikrine ve aynı zamanda Osmanlıca olarak ifade edilen Osmanlı diline karşı çıkışı da bu temele dayanmaktadır. Osmanlıcılık, içerisinde farklı milletleri ve farklı inanç mensuplarını barındırmaya çalışan suni bir yapıdır. Aynı şekilde Osmanlıca da suni bir dil olarak topluma dayatılmaya çalışılmıştır. Bunların karşısında tamamen doğal olan Türkçülük ve kültürün taşıyıcısı olan Türk dilinin varlığı yer almaktadır. Hem Türk dili hem de Türkçülük, beşerin müdahalelerinden uzak ve tarihsel süreç içerisinde tamamen doğal olarak gelişen olgulardır.
Sadece Batı’da yaşayan aydınlar değil, Anadolu toprakları dışında yaşayan Türk aydınlarının düşünceleri de Gökalp’ın düşünce dünyasının oluşumunda son derece etkili olmuştur. Bu isimlerin en başında; sonraki yıllarda Türk Tarih Kurumu Başkanlığı görevini de ifa eden Yusuf Akçura, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’ni kurarak fikirlerini eyleme taşıyan Mehmet Emin Resulzâde ve yine Azerbaycan Türklüğünün önemli simalarından Hüseyinzâde Ali Bey gibi şahsiyetler bulunmaktadır. Gökalp’ın hem romantik hem de ideolojik anlamda Hüseyinzâde Ali Bey’den ziyadesiyle etkilendiği ve hatta Durkhiem’ı da yine onun sayesinde tanıdığını söylemek mümkündür. Gökalp’ın şiirlerinde işlediği temaların ilk kez Hüseyinzâde Ali Bey’in şiirlerinde yer alması ve daha da önemlisi Gökalp ile özdeşleşen ‘Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak’ ifadelerinin neredeyse birebir şekilde Hüseyinzâde Ali Bey’in eserlerinde karşımıza çıktığı görülmektedir. Gökalp, 1913-1914 yıllarında Türk Yurdu’nda yazdığı yazılarını bu ifadelerle kitap haline getirmiştir. Türkçülük başlığı ile vurgulanan husus, Türk milletinin kültürü üzerinden Türklüğün hissî ve ahlakî boyutudur. İslamlaşmak faslında ise Müslümanlığın ümmetçilik boyutu ile siyasi ve hukuki yanını değil, dinin inanç esasları ele alınmaktadır. Çağdaşlaşmak, Batılılaşmak ya da Avrupalılaşmak ifadeleri ile kastedilen ise Batı’nın ilim ve fenni ile alakadar olmak yani maddi anlamdaki gelişmelerinden istifade etmeye gayret göstermektir. Ortaya koyulan reçete, üç başlıktan da istifade edilen yeni bir yaklaşımı ifade etmiştir.
Gökalp, ortaya koyduğu düşünceleri ile özellikle kendisinden sonra gelen sosyologlar için öncü bir isim olmuştur. Onun düşünceleri ve değerlendirmeleri üzerinden hareketle yapılan tartışmalar ve çıkarımlar sayesinde yeni Türk devletindeki sosyoloji çalışmaları belli bir istikamete oturmuştur. Gökalp; millet tanımını, dil, inanç ve yüksek kültür (hars) üzerinden gerçekleştirmiştir. Bu sebeple hars ve medeniyet üzerinden yaptığı değerlendirmelerinin neticesinde harsımızı koruyarak Avrupa medeniyet dairesi içinde yer alabileceğimizi söylemiştir.
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.