1970 yılında üniversite öğrenimi için geldiğim Ankara’ya alışmaya çalıştığım günlerde idi. İzmir Caddesi taraflarından geçerken Fevzi Çakmak Sokağı’ndaki binalardan birinin altında bulunan salonda bir toplantı olduğunu, konuşmalar yapılacağını fark ettim. MTTB/Millî Türk Talebe Birliği adını taşıyan derneğin organizasyonu idi. Ankara’ya gelmişiz, meraklıyız, biraz da çevre edinmek istiyoruz ya. Salona girdim, çıkışa yakın bir yere oturup dinlemeye başladım. O da ne? Konuşmacılardan biri Ziya Gökalp’ın “kafir” olduğunu söylemesin mi? Allah Allah!

Daha ilkokulda iken “Çocuktum ufacıktım./ Top oynadım acıktım./ Buldum yerde bir erik/ Kaptı onu bir ala geyik.” diye şiirlerini okuyup sevdiğimiz, lise çağında “Vatan ne Türkiye’dir Türklere ne Türkistan,/ Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir Turan.” şiirini okuyup heyecanlandığımız, çocuklar için dualar yazıp “Şimdi gün doğar,/ Der hep insanlar./ Vazifemiz var:/Elhamdülillah!” diyen bir şair, bir fikir adamı, Osmanlının son döneminde Malta sürgününden döndükten sonra kızı Türkan’a; “Türk’üm, adım Türkan’dır./ Muallimim Kur’ân’dır./ Düşmanlarım çok değil,/ İngiliz’le Yunan’dır.” mısralarını ezberleten o idealist insan, nasıl bir kafir olabilir? Ona nasıl kafir denebilirdi? Hemen orayı terk ettim.

Oysa Millî Türk Talebe Birliği, adından da anlaşılacağı üzere kuruluşundan beri millî bir çizgi takip etmiş; öğrenci haklarının savunucusu, komünizm tehlikesine karşı uyarıcı olmuştu. Gelin görün ki 1965 yılından sonra büyük bir tavır ve politika değişikliğine gittiler. AKP iktidarlığı döneminde Kültür Bakanlığı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı da yapacak olan İsmail Kahraman’ın başkanlığı döneminde MTTB, bambaşka bir çizgi takip etmeye başladı.

1968 yılında gençler, İstanbul’a gelen ABD 6. Filosu’nun aleyhinde gösteri düzenlerken İsmail Kahraman, göstericileri eleştiren konuşmalar yapıyordu. MTTB artık “Siyasal İslamcı” olarak tabir edilen bir yola girdiği için adeta Türklükten nefret ediyorlardı. “Keşke Yunan kazansaydı.” diyen güruhla aynı yola girmişlerdi. Şimdi düşünüyorum da “Keşke Yunan kazansaydı.” diyenler, Ziya Gökalp; “Düşmanlarım çok değil,/ İngiliz’le Yunan’dır” dediği için mi ona “kafir” diyorlardı acaba? İçinde bulunduğu milletin tarihine, kültürüne, inancına, önde gelen şahsiyetlerine böylesine düşman olabilenler; gerçekten ihanet içindedirler.

Birazcık okuyan, araştıran biri olmasaydım o toplantıda yapılan konuşmalara ilgi duyup inanabilir ve bir tezgâha düşebilirdim. Şunu da ifade etmeliyim ki ben mutaassıp bir çevreden geliyordum. Çocukluğumdan beri namaz kılan, oruç tutan biriydim ama dinimizin milletimize, Türk’e, Türklüğe, insanlığa düşman olduğunu, olacağını düşünemiyordum. O zihniyet için kanaatimi de kararımı da hemen orada verdim. Anladım ki onlar Müslüman geçiniyorlardı ama İslamiyet’ten habersizlerdi. En azından Müslüman olduğunu ifade eden, “Elhamdülillah” diyen, kızına; “Muallimim (Öğretmenim) Kur’an’dır.” diye öğüt veren birine, kafir denemeyeceğini bilmeleri gerekirdi.

Prof. Dr. Abdülkadir Karahan, Ziya Gökalp’ın 40. Ölüm yıldönümü olan 25 Ekim 1964 tarihinde Diyarbakır’da düzenlenen Ziya Gökalp Haftası dolayısıyla yaptığı konuşmada Atatürk’ten şu sözü aktarıyordu: “Vücudumun babası Ali Rıza Efendi, heyecanlarımın babası Namık Kemal, fikirlerimin babası Ziya Gökalp’tır.”

Osmanlının son dönemlerinde düşülen o karamsarlık ortamında “Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini/ Yoğ imiş kurtaracak bahtı kara mâderini.” diye haykıran Namık Kemal’e, Atatürk, İstiklal Savaşı’mızı başlatacağı günlerde “Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini/ Bulunur kurtaracak bahtı kara mâderini.” diye cevap veriyordu. Millet ve medeniyet anlayışlarında da Ziya Gökalp’la aynı çizgiyi takip eden Atatürk, o ifadeleriyle his ve fikirlerinin beslendiği kaynakları açıkça ifade etmişti. Dolayısıyla her fırsatta Atatürk’e hakaret edenlerin Ziya Gökalp’a ve Namık Kemal’e dost olmalarını beklemek safdillik olur.

Gönül, genç ve en verimli çağlarında vefat eden Namık Kemal’le Ziya Gökalp’ın Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra uzun yıllar Atatürk’le birlikte çalışma imkânı bulabilmelerini çok isterdi.

Ölümünün 100. yılı dolayısıyla Atatürk’e ve onun beslendiği kaynaklara düşmanlık edenlerin zihniyetlerini, ihanetlerini ortaya koyan yaşadığım bir olayı, bir hikâyeciği aktarmak istedim. Allah milletimizin nimetlerinden faydalanıp değerlerine ihanet edenlere fırsat vermesin.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.