Bir insan hiçbir şey yemeden ne kadar yaşayabilir? Bir gün, iki gün belki birkaç gün. Ancak sonunda açlığa dayanamayarak bilincini yitirmeye başlar ve nihayetinde hayatını kaybeder. Uzun bir süre besinsiz kaldığınızda, vücut hayati vitaminleri ve mineralleri kaybetmeye başlar. Ardından kaslar enerji kaynağı olarak kullanılmaya başlanır. Daha da uzun süren açlık sonrası vücut yağları yakılmaya başlar. Bu süreçler devam ederken beden giderek zayıflar ve nihayetinde açlıktan kaynaklanan karın şişliği meydana gelir. Sonuç olarak kişi, son derece acı verici bir biçimde hayatını kaybeder.
Tarihin birçok döneminde büyük kıtlıklar yaşanmıştır. Bu kıtlıklar kimi zaman coğrafî koşullar ve hava olayları nedeniyle, kimi zaman ise planlı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Maalesef tarihin bize gösterdiği en acı ve büyük kıtlık örneklerinden bazıları, Türkistan coğrafyasında yaşanmıştır. Ruslar, Türkistan’ı ilk işgal ettikleri dönemden 1917’ye kadar acımasız bir Ruslaştırma politikası uygulamışlardır. Ancak 1917’de Rusya’da gerçekleşen Bolşevik Devrimi, Çarlık rejiminin sonunu getirmiştir. Üç yıl süren iç savaşın ardından Bolşevikler, iktidarı tamamen ele geçirmiş ve dünyaya ölüm getirecek yeni bir düzen kurmuşlardır. Artık Rusya’da ve ona bağlı topraklarda rejim çarlıktan komünizme geçmişti. Tabi ki bu rejim bir öncekinden daha acımasız olmuş ve iktidara geldiği dönemde on binlerce insanı katletmiştir. Bolşeviklerin ya da komünistlerin lideri Vladimir Lenin 1918’de aldığı bir kararla hem Rusya’da hem de Türkistan’da büyük bir fakirlikle yaşayan milyonlarca insanı çok büyük bir felakete sürüklemiştir. Özel mülkiyet kaldırılacak, köylünün mahsullerine ve hayvanlarına Komünist Parti yani devlet adına el koyacaktı. İnsanlar, ellerinde kalan son mahsullerini zorunlu olarak Komünist Parti’ye vermek durumundaydılar. Vermek istemeyenler, mahsullerini evlerindeki gizli depolarında saklamaya çalışıyor fakat parti yetkilileri titizlikle her yeri arayarak bu depoları buluyordu. O dönemde her köylüye doldurması gereken belirli bir kota verilmişti. Ancak bu kotalar hiçbir zaman dolmuyor ve bu raporları okuyan Lenin çılgına dönüyordu.
İnsanların ellerinde artık ne yiyecek yemekleri ne de ekecek tohumları kalmıştı. Bunun neticesiyle büyük bir kıtlık baş gösterdi. 1921-22 yılları arasında Lenin’in politikaları nedeniyle yaşanan bu kıtlık, yaklaşık beş milyon insanın canına mâl oldu. Lenin ve Komünist Parti, bu kıtlığı kendi amaçlarına hizmet eden bir araç olarak görüyordu.
Lenin, açlıkla ilgili şu ifadeleri kullanmıştı: “Açlığın birçok faydalı yönü vardır. Açlık bizi amacımıza yaklaştıracak ve kapitalizm sonrası aşama olan sosyalizme ulaşmamızı sağlayacak. Açlık yalnızca Çar’a değil, aynı zamanda Tanrı’ya olan inancı da yok edecek”.
Başka bir belgede Lenin şöyle diyordu: “Durum bizim lehimize. Yolların yüzlerce, binlerce cesetle dolu olduğu bu anda, insanların mülklerine acımasız bir enerjiyle el koyabiliriz ve bu nedenle de el koymalıyız. Sadece açlıktan kaynaklanan ümitsizlik, kitlelerin bize karşı hoşgörülü veya en azından tarafsız olmalarına yol açabilir.”
Lenin geçirdiği bir hastalık sonucu 1924’te öldü. Sovyetlerin başına ise zalimlikte Lenin’i bile geride bırakacak olan Josef Stalin geçti. Stalin, Sovyetler Birliği’ni tam yirmi dokuz yıl boyunca baskı ve korkuyla yönetti. İktidara gelir gelmez kendisine rakip olarak gördüğü herkesi ortadan kaldırdı. Aynı zamanda, Lenin’in yarım bıraktığı özel mülkiyetin kaldırılmasını, yani kollektivizasyonu yeniden başlattı.
Bu yazıda, Sovyetler Birliği’nin işgali altındaki Kazakistan’da, 1930’lu yıllarda bilinçli olarak yaratılan kıtlığı anlatacağım.
Stalin, Sovyet topraklarını kollektifleştirme işine önce Rusya’da, ardından Kazakistan’da başladı. Kazakistan’daki bu iş için, adeta kendisine sadık bir dalkavuk olan Filip Goloşekin’i 1925 yılında Kazakistan Sosyalist Cumhuriyeti’nin başına getirdi. Goloşekin, Stalin’e yazdığı bir mektupta çalışmalarını şu şekilde ifade ediyordu: “Köylerde yaşayan bu yabanilere kaşık ve çatal ile yemek yemeyi, temiz giyinmeyi, evlerine pencere ve kapı yapmayı öğreteceğiz.”
Stalin’in tam desteğini alan Goloşekin, Kazakistan Sosyalist Cumhuriyeti’nin ve kolhozların başına kendi adamlarını yerleştirmeye başladı. 27 Ağustos 1928’te alınan kararla, zenginlerin mal varlıklarına el konulacak ve halkın tahıl ve hayvanları, hükümetin ambarlarını doldurmak için alınacaktı. Bu kararın ardından Kızıl Ordu, Kazakistan’daki herkesin malına teker teker el koydu. Köylülerin ne ekecek tohumları ne tarım için kullanılacak hayvanı ne de ekipmanı kalmıştı. Lenin’in zamanında şiddetle desteklediği ve büyük bir felakete neden olan kıtlık, bir kez daha başladı.
Kıtlık Dönemi (1929–1941)
1920’ler ve 1940’lar arasında Kazakistan nüfusunun yarısından fazlası geçimini hayvancılıkla sağlıyordu. Bu, bütün SSCB’nin hayvancılık sektörünün yüzde yirmi beşini oluşturuyordu. Çünkü Kazakistan’ın sert ve soğuk bozkır iklimi tarıma uygun değildi. Kazakistan Sosyalist Cumhuriyeti’nin başındaki Goloşekin, dönemin verilere göre otuz beş milyona yakın hayvana kolhoz ve parti adına el koymuştu. 1931 yılına gelindiğinde ise Kazaklara bırakılan hayvan sayısı ise 5 milyona düşmüştür. O dönem Kazakistan’ın nüfusu yaklaşık 6 milyon olduğundan, bu sayı insanların ihtiyaçlarını karşılayacak seviyede değildi. Açlık arttıkça insanlar, ellerinde kalan son hayvanları kesmek ve yemek zorunda kaldılar. Ancak bir süre sonra kesilecek koyun, at, inek gibi hayvanlar da kalmadı ve insanlar bulabildikleri her canlıyı yemeye başladılar. Bu nedenle, özellikle 1931 ve 1934 yılları arasında Kazakistan’da canlı popülasyonu ciddi şekilde azaldı. Ancak felaketler bununla da bitmedi. Stalin ve Goloşekin’in neden olduğu bu kıtlık, korkunç bir olayın patlak vermesine yol açtı: Yamyamlık.
Açlıktan deliren insanlar, önce ölenlerin cesetlerini yemeye başladılar. Bazıları birbirlerinin çocuklarını kaçırarak yemeye kalkıştı. Gece olduğunda, köylüler gizlice mezarlıklara girerek mezarları açıyor ve karınlarını doyurmak için ceset çalıyordu. Kurulan pazarlarda, insanlar bazen pişirdikleri yemeklere insan eti koyarak satmaya çalışıyorlardı. Kıtlık dönemini yaşayan bir tanık, yaşadığı korkunç bir olayı şöyle anlatıyor: “1932 kışında, annemle Stepnyak’taki pazara gidiyorduk. Stepnyak’ta Erman amcam yaşıyordu, kendisi polisti. Ona, pazarda yemek satan kadınlardan birini gözaltına alırken rastladık. Dayanamayarak o kadını neden tutukladığını sorduk. Erman amcam, kadının sattığı yemekte kullandığı etin küçük bir çocuğa ait olduğunu söylemişti.”
Açlık ve salgın hastalıklar nedeniyle binlerce insan çevre ülkelere göç etmeye başladı. Ancak göç edenlerin çoğu, hedeflerine ulaşamadan hayatlarını kaybediyordu. O dönemi yaşayan insanların anlattıklarına göre, yollar insan cesetleri ve kemikten oluşan tepelerle doluydu.
Benim dedem de kıtlık dönemini yaşayanlardan biriydi. Kıtlığın acı sonuçları, dedem üzerinde hem fiziksel hem de psikolojik travmalar bıraktı. Dedem, seksen yaşına kadar bir deri bir kemik olarak yaşadı ve vefatına dek bu zayıflık devam etti. Ayrıca kıtlık dönemi sona erdikten sonra bile patates yiyemez hale geldi. Çünkü açlık sırasında henüz olgunlaşmamış ve zehirli patatesleri yemek zorunda kaldıkları için bu, dedemde kalıcı bir travma oluşturmuştu.
1941 yılında, Goloşekin aşırı kollektivizasyon suçlamasıyla görevden alındı ve kurşuna dizildi. Bu tarihten sonra Kazakistan bir nebze olsun rahat nefes almaya başladı. Komünist yapımı bu kıtlık, Kazakistan’da yaklaşık dört milyon Türk’ün hayatını kaybetmesine neden oldu. Lenin döneminde yaşanan kıtlıkla birlikte birkaç yıl içinde, Kazakistan’da toplam altı milyon insan açlıktan hayatını kaybetti. Eğer bu felaketler yaşanmasaydı, Kazakistan’ın nüfusu bugün yirmi milyon değil, belki de kırk milyon olurdu. Stalin ve Goloşekin gibi acımasız katiller, katlettikleri bu insanları “Bunlar sosyalizme giden yolda verdiğimiz kayıplardır” diye açıklıyorlardı. İşte komünizmin insanlığa getirdiği sonuç tam olarak buydu.
Kazak Türkleri, bir atasözünde şöyle der: “Felaket yedi kardeştir. En kötüsü açlıktır.” Bu atasözü tam olarak açlık dönemini anlatmaktadır. Bu sebeple, Kazakistan’da her yıl 31 Mayıs’ta Sürgün, Açlık ve Siyasî Kurbanları Anma Günü gerçekleştiriliyor ve o dönemin acıları hatırlatılıyor. Biz Türk milliyetçilerine düşen görev, bu zulümleri unutmamak ve gelecek nesillere aktarmaktır ki bir daha böyle felaketler yaşanmasın. Sovyetler Birliği’nin işgali sırasında açlık, sürgün ve siyasî baskılar nedeniyle hayatını kaybeden bütün soydaşlarımızı rahmetle anıyoruz.
KAYNAKÇA
İbrahim, Damira, Türk, Vahit, Kazakistan’da Kızıl Kıtlık, Bilge Kültür Sanat Yayınları, 2016, s 111-151-198-199
Courtois, Stephane, Werth, Nicolas, Komünizmin Kara Kitabı, Doğan Kitap, 2000, s 165
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.