Turgut babasına sordu:

– Hayvanlar, ihtiyaçlarını nasıl tatmin ederler? İnsanlar gibi çalışmakla mı?

Babası cevap verdi:

– Bazısı çalışarak ihtiyaçlarını tatmin eder. Fakat hepsi değil. Mesela, ot yiyen hayvanlar hakkında çalışıyorlar denemez. Çünkü otlamak çalışmak demek değildir. Bununla beraber hububatla, yemişlerle, köklerle yaşayan ve kendini yaşatmak için, biraz öteyi beriyi aramaya mecbur olan hayvanlar için “çalışıyorlar” denebilir.

Et yiyen hayvanlar için de bu söz söylenebilir: Çünkü sözün tam mânâsıyla bunlar çalışıyorlar. Bunların bütün ömürleri, avcılık yahut balıkçılıkla geçiyor. Bu işler insanlarda çalışmanın bir nev’i olduğu gibi hayvanlarda da çalışma mahiyetindedir. Hatta bunlar, büyük bedenî cehdleri iktiza eden çalışmalardır. Ve insan nev’i de nice binlerce seneler, bu üç nevi çalışmadan başka çalışma görmedi: Yemiş toplama, avcılık, balıkçılık.

Gıdalardan meskenlere geçersek görürüz ki hayvanlarda bu ihtiyaç yalnız çalışmaları değil, fakat harikulade tenevvü etmiş hakikî hirfetleri ister. Bu işte kuşlar, memeli hayvanlardan daha ileridedirler. Bunların nasıl bir sanatla ve nasıl bir aşkla yuvalarını yaptıklarını biliyorsunuz. Ve kuşların yuvaları ne kadar çok çeşitli olduğu da meçhulünüz değildir. Hatta “Sarı Asma” gibi bazı kuşlar yuvalarını, yaprakları birbirine dikmekle yaparlar.

Fakat hususiyle haşerelerin acayipleri çok olan âlemindedir ki hirfetlerin çok çeşitli nevilerine hayran oluruz. Bazıları kazıcıdır, bazıları toprak işler, bazıları da “Nekroforlar” yani mezarcıdırlar. Arıların bir nev’i, yuvasını çiçeklerin yapraklarıyla döşer. Hayvanların hirfetleriyle insanların sanatları arasında yalnız bir fark vardır: Her hayvan nev’i, yalnız bir sanat yapar, insan nev’i ise bütün hirfetleri nefsinde cemetmiştir. Bununla beraber, hayvanların çalışmasıyla insanların çalışması arasında başka bir fark da vardır gibi görünüyor ve bu fark o kadar esaslıdır ki, aynı hayvanlara ait işlerin çalışma adına layık olup olmadıkları bile sorulabilir. İnsandaki çalışmanın mümeyyiz alâmeti, daim, cehdli ve zahmetli olmasıdır. İnsan alnın terini dökerek ekmeğini kazanır. Hayvanlar için de “alınlarının terini döküyor” denilebilir mi? Bu söz mecazî manasıyla değil, hakikî manasıyla da mantıksızdır. Hayvanların işlemleri, insan için olduğu gibi, bir vazife değildir. Belki tabiî bir iş gibidir. Mesela kuş, nasıl öterse yuvasını da öyle yapar. Arı nasıl vızıldarsa balı da öyle imal eder. Bunlar, her sabah “Bugünkü vazifemi yapmaya gideyim.” diye düşünmez. Çalışma onlar için bir idman, bir spor, bir yaşayız tarzından ibarettir. Hayvanlar zevk içinde eğlenerek çalışırlar. Çalışmak, onlar için hürriyetle yapılmış tatlı bir iştir ve eğlenceli bir oyun gibidir. İnsanlar da bu nevi çalışmayı çok severler, bundan dolayıdır ki “İrem” bağında iken böyle çalıştıklarını, oradan bu kara toprağa düştükten sonra, zahmetli işlerle uğraşmaya mecbur olduklarını tahayyül etmişlerdir. Hayvanlar hâlâ İrem bağında yaşıyor gibidirler.

İnsanlar bu zevkli çalışma devrine “Altın Çağ” adını vermişler, o devre karşı duydukları hasreti bu adla da anlatmışlardır. Anarşistlerle hakikî komünistlerin gayesi de çalışmayı bütün insanlar için tatlı, eğlenceli ve zevkli yapmaktır. Fakat teessüf olunur ki insanların bu dereceye ulaşması mümkün değildir. İnsan mazide olduğu gibi, istikbalde de zahmetli işlere çalışacak, yani emek çekecektir. Bundan dolayıdır ki insanı “tembel bir hayvandır” diye tarif etmek yanlış değildir.

Bununla beraber, insan tarafından hayvanların tembelliği iddia olunabilir. Bu iddia, ehli hayvanlar için doğru olamaz, çünkü onlar, insanların esirleridir. Onların çalışmaları esircesine bir çalışmadır. Bununla beraber, hatta bunlar için de, tembel demek çok haksızdır: Bütün gün nefesi kesilerek adamın arkasından koşan köpeğin, sabanın önündeki öküzün, koşum altındaki araba beygirinin ne kadar faaliyet sarf ettiğini düşünülsün! Bugün hangi patrondur ki bu sadakatli emek arkadaşlarından daha tembel olmayan gündelikçilere malik olmakla bahtiyar olmasın?

Hür hayvanlara gelince, gayet basit olan ihtiyaçlarını tatmin ettikten sonra, daha fazla ahitlere girişmek ihtiyacını duymazlar. Bu sebepledir ki istirahat ederler. Bu hâl, hayvanların tembel olduğuna delâlet etmez; yalnız onların yapması elzem olan işleri yapmakla iktifa ettiklerini anlatır.

Şimdi de çalışmanın niçin insanlara, hayvanlarda olduğu kadar şetâretli ve kolay olmadığının sebebini arayalım. Niçin, çalışma insanlar için, bir nevi mahkûmiyet şeklini almış? İnsan nev’inin asırlarca esir olarak çalıştığını ve bu hürriyetsiz, cebrî çalışmalarla ne kadar çok ıstırap çektiğini düşünürsek, bu sebebi kolayca bulabiliriz. Hatta Türkiye’de hâlâ ve Avrupa’da yakın bir zamana kadar, ecir sıfatıyla düne kadar ıstıraplar çektiğini hatırımıza getirirsek, çalışmanın neden dolayı insanlarca sevilmediğini kolayca anlarız.

Fakat meseleyi daha karışık bir hale sokan cihet hür çalışmaların da o kadar hoşa gitmediğidir. Bunun delili de bizzat esaret müessesidir. Bedihidir ki esareti icat eden eski milletler, hür insanlardan mürekkeptiler. Bunların başkalarını kendi yerlerine çalıştırmayı düşünmeleri, onların serbest çalışmadan da nefret ettiklerine delâlet eder.

Böyle bir angaryadan kurtulmak içindir ki vaktiyle zenginler, harbe gitmek için harbe çağrıldıkları zaman, parayla adam tutarak, kendi yerlerine onları harbe gönderirlerdi.

Turgut:

– Bey baba, insanlar için de çalışma, hayvanlarda olduğu gibi zevkli ve şetâretli olsaydı, insanlar daha mesut olmaz mıydılar?

Babası:

– Hayır oğlum! Daha mesut olmazdılar. Çünkü “medeniyet” adını verdiğimiz bu büyük nimetten mahrum kalırdılar. Baksana, hayvanlarda hiçbir nev’in medeniyeti yoktur. Hatta muntazam teşkilâta ve taksim-i amâle malik olan arılarda ve karıncalarda bile “medeniyet” yoktur. Çünkü onların taksim-i amâlleri bile uzvîdir. Kovanın beyi, bir bey uzviyetiyle askerleri asker uzuvlarıyla, amelesi amele gövdesiyle, çocuk bakıcıları bu işe mahsus azalarla dünyaya gelirler. Onlar, her hirfete ait sevk-i tabiîleri doğarken beraber getirirler. Hiçbirini terbiye tarikiyle öğrenemezler. İnsan ise her sanatı, her hirfeti, her bilgiyi terbiye tarikiyle cemiyetten alır. Dünyaya gelirken beraberinde, içtimaî mahiyette hiçbir bilgi, hiçbir hüner getirmez.

İnsan, çalışmayı sevmediği içindir ki bütün vasıtalarla ondan kurtulmaya çalışmıştır: Tabiî kanunların istihdamı, makineler, muhtelif içtima tarzları, taksim-i amâller hep, insanın kendi zahmetlerini azaltmak için, icat ettiği müesseselerdir. Bu hadiseye, “en az cehd – cehd-i ekal” kanunu derler, ki bütün iktisadiyat ilminin temelidir. Şair Eşref merhum bunu bir mısrada şöyle ifade etmiş:

“Az zahmete mukabil, çok menfaat husulü”

Evvelce dediğim gibi, insan çalışmadan kurtulmak içindir ki harikalı derecede çok çalışıyor. Nasıl ki Umumî Harb’e “Bir daha harp etmemek için girildi.” deniliyor. Fakat ne bunda muvaffakiyet husule geldi ne de ötekinde gelecek. Biz, çalışmayı, her merhalesinde daha necipleşen bu uzun ve zahmetli sudunda takip edelim. İptida kırbaçtan, sonraları tazyikten, daha sonra günlük ekmeği kazanmak gibi bir mecburiyetten, en sonra çalışma semerelerinden gittikçe daha büyük bir hisse iddia eden şahsî menfaatten ibaret olan bu necipleşme merhalelerinden birer birer geçerek, nihayet, çalışmayı “içtimaî hizmet” gibi şerefli bir mertebeye yükseltelim. O zaman çalışmanın saiki umumun iyiliği ve tesanüt vazifesi olduğu görürüz.

KAYNAKÇA

Gökalp, Ziya. Çınaraltı Yazıları. İstanbul: Ötüken Yayınları. 2019. s. 130-134

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.