İnsan gerçeği aramalı, hakikate yönelmelidir. Gerçek ve hakikat farklı mıdır? Günlük hayatımızda, konuşma ve yazılarımızda, birbirinin yerine kullanmakla, aynı anlamı vermekle beraber, kapsam ve maksat bakımından bu ikisi farklı kavramlardır. Bilim olanı tespit eder. Hâlbuki insan düşüncesi, olması gerekeni de merak eder. Olan somuttur. Olması gerekense soyuttur. Olması gereken idealdir. İdealler insanın yaşamasını anlamlı kılar.

Beş duyumuzla temasa geçtiğimiz, daha üst melekelerimizle algılayabildiğimiz, deney ve tecrübeyle bilgi haline getirebildiğimiz, akılla kontrol edebildiğimiz her şey gerçektir. Tabiat bir gerçektir. Tabiatta olan şeyler ve olan bitenler, yer ve gök, insan ve toplumlar gerçektirler. Gerçeğin içerisinde hemen görüp kavrayamadığımız birtakım gizli gerçekler de vardır. Bunlar da zamanla anlaşılabilir, öğrenilebilir ve açığa çıkarılmış gerçekler olurlar. Bilim gerçeğe yönelmiştir. Suyun 100 derecede kaynaması bilimin konusudur. İnsanın şiddetli bir üzüntü anında öğrenme kapasitesinin düştüğü de bilimin konusu olup psikolojik bir gerçektir. Binlerce değil, milyonlarca örnek vererek, bu konuyu ayrıntılarıyla anlamak ve kavramak mümkündür. Bu, bilimin işidir. Bilimsel bilgi haline gelmeden de insan günlük hayatında gerçeklerle karşı karşıyadır ve bunun tecrübesine ve ifadesine sahiptir. Gerçekleri görmezlikten gelmek veya gerçeklere aykırı düşünmek akla aykırıdır; insana da topluma da zarar verir.

Bu gerçekleri de içine alarak, fakat bunları aşan gerçeği elde etme yol, metot, organ ve melekelerimizi de aşan temel gerçeğe hakikat diyoruz. Bizi aştığı halde bunun gerçek olduğunu nereden biliyoruz? Bu alana görecelik (izafilik) karıştığı doğrudur. Fakat bunların içinde gerçek olan tektir. Bu bize, kendine mahsus yollarla bildirilir; ama sonuçta biz buna inanırız. Gerçeklerle uyum halinde olan herhangi bir şey göreceli olamaz. Suyun içinde düz bir çubuğu dik olarak bıraktığımız zaman, çubuk su yüzeyine değdiği yerden kırık görülür. Onun kırık görünmesi gerçektir. Oysa hakikatte o çubuk kırık ve eğri değildir. Evet, gerçekte eğri görülen çubuk, hakikatte dümdüz ve dosdoğrudur. Gerçek, bilimin konusu; hakikat dinin konusudur. Gerçeğin doğrusu yanlışı olmaz. Gerçek gerçektir. Hakikat kelimesini hak ile beraber kullanırız. Hak ve hakikatin değil, hakikate yönelmenin doğrusu yanılışı olur. Yanlış olana batıl diyoruz. Gerçeği aramalı, hakikate yönelmeliyiz.

İnsan sadece maddî arzuları olan ve bu yolda yaşayan bir varlık olamaz. Gününü gün etmek isteyen bir kimse isek, gerçek ve hakikat bizim için hiçbir şey ifade etmez olur. Böyle olmasak bile hakikate ait bir inancımız, onu anlamaya dönük bir bilgimiz ve hele azmimiz yoksa hiçbir şeyi yerli yerine koyamayız. İstesek de hakikati göremez, doğru karşılaştırmalar yapamaz, çelişkilerden ve şaşkınlıktan kurtulamayız. “Bu mu doğru, o mu?” diye tedirginlik içinde kalırız.

Bir esasa dayanmadan söyleyen, hiçbir şey söylememiş demektir. Kur’an-ı Kerim, tekrar tekrar ve ısrarla bizden, kâinatın, tarihin, insanın ve toplumların araştırılmasını ister ve bizi bunları anlamaya yönlendirir.

KAYNAKÇA

Türk Düşünce Hareketi Merkez Heyeti, Türk Düşüncesi, İrfan Yayınları, 2008.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.