Ekonomik hayatın ve faaliyetlerin mahiyeti, yapısı ve işleyişi, insan gruplarının barış ve savaş şartlarına göre değişir. Bilindiği gibi savaşlar, yeni ihtiyaçlar ve yeni zaruretler doğururlar. Barış zamanlarındaki statü bozulur. Üretimde, tüketimde, değişimde ve iş bölümünde esaslı değişmeler meydana gelir. Böylece bu sahalarda, fevkalâde tedbirler ve plânlar hazırlamak zarureti hâsıl olur. Hiç şüphesiz, bu tedbirler ve plânlar, savaşların mahiyetine, çapına ve zamanına göre değişmekle beraber, umumiyetle cemiyette huzursuzluklara ve intibaksızlıklara kaynak olur.

Günümüzde, savaşlar mahiyet değiştirdiği için, âdeta hem savaşı bir arada yaşar duruma geldiğimiz bir dünyada bulunduğumuzdan, ekonomik hayat ve faaliyetler, aynı anda, her iki duruma birden cevap verecek biçimde teşkilâtlanmak ve plânlanmak zorundadır. Milletlerarası savaşlar, hayale ve romantizme yer vermeyecek bir ölçüde ve acımasızca devam etmektedir. Milletlerarası dostlukların yaldızını tırnaklarınızla kazıyınca, altından mukaddes kazıklar gözükecektir. Siz, döviz sıkıntısı mı çekiyorsunuz? Size kredi vermek için uzanan eller, bu ihtiyacınızı kısa vadeli ve yüksek faizli yardımlar ile ve dostluk nutukları ile karşılayacaklardır. Siz, millî sanayi korumak için gümrük duvarlarını yükseltmek mi istiyorsunuz? Hemen bütün sınırlarınızdan gayr-i resmî ithalat başlar; kaçakçılık, bütün şiddeti ile üstünüze çullanır. Kaçak ve gizli döviz borsaları kurulur, sanayiniz çökertilir. Üstelik bu işi yapanlar arasında -bütün bu oyunlardan habersiz görünmeyi beceren- birçok devlet de vardır.

Öyle anlaşılıyor ki, günümüzde, ekonomik hayat ve ekonomik faaliyetlerin iki cephesi vardır. Birincisi resmî bir şekilde, millî ve beynelmilel kanunlar ve teamüller içinde yürütülmekte, ikincisi ise gayr-ı resmî bir biçimde, kanunlar ve teamüller çiğnenerek yürütülmektedir. Bilfarz siz, kanunlara ve teamüllere uyarak devletçe ithalât ve ihracatınızı plânlıyorsunuz, ihtiyaç ve hedeflerinize göre katolar tayin ederek dengeli ve düzenli bir ekonomik politika yürütmek istiyorsunuz. Fakat karşınızdaki devletler, -çeşitli tertip ve oyunlarla- sizin bu tedbir ve plânlarınızı altüst etmek üzere, gizli yollarla ekonominizi yıkıyorlar. Beklediğiniz dövizler, sizin elinize geçmeden onların kasalarına giriyor, korumak istediğiniz sanayi dalları gizli ithalatla çökertiliyor, muhtaç olduğunuz hammadde ve makineler ise getirilemiyor. İhracatınız ise tıkanıp kalıyor, o halde ne yapmalı?

Yapılacak şey ortadadır. Düşmana silâhı ile mukabele etmek ve çok yönlü tedbirlerle oyunu bozmak. Hoşumuza gitse de gitmese de oyunun kuralları budur. Bize bu oyunları oynayan devletlere karşı, aynı metodlarla cevap vermek, görünüşte üzücü gözükmektedir. Evet, üzücüdür, lâkin savaşı kaybetmenin üzüntüsü yanında hafif kalacak niteliktedir. Düşmana, kurallara uyma lüzumunu kabul ettirinceye kadar, oynadığı oyunun acısını tattırmak faydalı olabilir.

İslâm hukukunda, Dar’ül-İslâm ve Dar’ül-Harb olmak üzere iki terim geçer. Dar’ül-İslâm, halkı ve yöneticisi, İslâm iman, ahlâk ve yaşayışı içinde bulunan ülke demektir. Dar’ül-Harb ise, insanlarının bu iman, ahlâk ve yaşayışı benimsemek şöyle dursun, bilâkis bu iman, ahlâk ve nizama düşmanlık besleyen ve bu niyetini açığa vuran ülkeleri ifade eder. Yine İslâm Hukukuna göre, Dar-ül-İslâm’da, yapılması yasak olan birçok iş ve faaliyet Dar’ül-Harb’te ve zaruret miktarınca yapılabilir. Bütün mesele, düşmanı ve tehlikeyi bertaraf etmek ve hayatı idame ettirmek için, gerekli tedbiri alabilmektedir.

KAYNAKÇA

S, Ahmet, Arvasi. Türk İslam Ülküsü 2. İstanbul: Bilgeoğuz Yayınları. 2015. s.65-66-67

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.