Rekabet Ahlakımız, Güven Arayışı ve Türkiye’nin Küresel Arenadaki Konumuna Etkileri

Rekabet, belirli bir alanda faaliyet gösteren bireyler arasındaki yarışma durumudur. Mikro ya da makro boyutta her alanda rekabet gerçekleşebilmektedir. Kişiler belirli bir hedef için kazanma, daha iyi olma, rakibini eleme duygusuyla yarışmaktadırlar. Yarışan taraflar kuruluş, şirket, bireyler, gruplar gibi çeşitlilik arz eder. Bu bakımdan devletlerarası siyasi rekabeti, uluslararası şirketlerin ekonomik rekabetlerini ya da çarşıdaki iki dükkân arasındaki rekabeti düşünelim. Rekabet iyi ya da kötü birden fazla sonuca neden olabilir. Kazanan taraf ekonomik veya sosyal kazancı olan ödüller alabilir. Kaybeden taraf kısa veya uzun vadeli zarara uğrayabilir. Elbette kayıp ve kazançlar olmakla birlikte sürecin nasıl yönetildiği de önem arz etmektedir. Rekabetin haksız bir şekilde gerçekleşmiş olması hukukî, ahlakî problemleri beraberinde getirmektedir. Fırsatçılık, yolsuzluk, rantçılık hakkaniyetsiz bir rekabet ortamı oluşturmakla birlikte; sistemin bozulmasına, kaynak israfına, maddi ve manevi diğer bireylere zarara yol açmaktadır. En başında durum artık diğer rakiple yarışmaktan çıkıp hukuksuzluğa evrilmektedir. Toplumsal düzeni bozan bu durum etik dışı davranışların yaygınlaşmasında, hukuksuz kazancın normalleşmesinde, daha fazla kazanma güdüsü yüzünden diğer insanlara zarar vermekten çekinmemeye neden olmaktadır. Enflasyon nedeniyle zor dönemden geçen bir halkın işletme sahibi bir bireyi, bu krizden faydalanarak kendi insanını dolandırması burada etik/ahlakî anlamda bir sıkıntı var demektir. Kişilerin birbirlerini kandırması, aldatması, imarda rantçılık yapılmaya çalışılması, siyasette genelde partililerin özelde liderlerinin yüz kızartıcı tutumları ve söylemleriyle rekabet etmesi gibi gösterdikleri ahlak dışı ve etik olmayan durumlardır.

Daha fazla kâr elde etmek için; ekmeği bozmak, binaları zayıf yapmak, hastanelerde insan sağlığıyla oynamak, siyasette iftira atmak karalamak ve daha sayabileceğimiz pek çoğu her şeyi mübah gören bir anlayışa çıkmaktadır. Bu kesinlikle rekabet eden bireylerin rekabet etme süreçlerinde gösterdikleri ahlakî (davranış) bütünü ve etik anlayışlarıyla ilgili bir durumdur.

Kişiler süreçte tercih yaparak davranış sergilerler. Davranışlarına ise etik değerleri ahlakları yön vermektedir. Kurumsal olarak bunun denetimi Rekabet Kurumu tarafından yapılmaktadır. 4054 sayılı 1994 yılında kabul edilen Rekabetin Korunması Hakkında Kanun, rekabeti engelleyici, bozucu, zarar verici anlaşma ve kararları, piyasaya hâkim olan teşebbüslerin hakimiyetlerini kötüye kullanmasını önlemek, denetlemek amacıyla uygulanmaktadır. Bu durum Rekabet Kurumu tarafından verilen cezalarla önlenmeye çalışılmakta, Rekabet Kurumunun sistemde var olan ihlalleri önlemek adına caydırıcı bir gücü olduğunu bizlere göstermektedir.

Peki neden Türkiye gündemi yolsuzluk, fırsatçılık, sahtecilik, rantçılıktan bir türlü kurtulamamaktadır? Cezalar, denetimler yeterli değil midir? Gıdada, sağlıkta, turizmde, siyasette, imarda, eğitimde hemen hemen her sektörde, kurumda karşımıza çıkan bozuklukların kaynağını doğru tespit etmemiz önemlidir.

Rekabetin şeffaf ve adil bir şekilde yürütülmesi, bireyler ve kurumlar arasında güven tesis eder. Ancak etik dışı davranışlar (yolsuzluk, rüşvet, tekelcilik gibi) devreye girdiğinde, toplumda ve iş dünyasında güvensizlik ortamı oluşur. Bu da hem rakipler arasında hem de tüketicilerde adaletin sağlanmadığına dair bir algı yaratır. İnsanlar, iş ve ticaret ilişkilerinde adil bir ortamın sağlanmasını ister ve bu beklenti karşılanmadığında güven kaybı yaşanır. Siyasî arenada da rekabetin etik dışı yöntemlerle yürütülmesi, güveni ciddi anlamda sarsar.

Manipülatif kampanyalar, karalama politikaları veya popülist söylemler halkın siyasî liderlere ve süreçlere olan güvenini zayıflatmaktadır. Aynı şekilde medya da rekabet ahlakını zedelerse, taraf tutarsa, yanlış bilgiler yayarsa güvenilir haber alma kaynağı olma rolünü kaybeder. Hızla değişen ekonomik şartlar, düzenlemelerdeki belirsizlikler veya küresel piyasaların dalgalanması, firmaların ve bireylerin uzun vadeli stratejik planlar yaparken karşılaştığı güven sorunlarını artırabilir. Bu durum, toplumda hem politik hem de sosyal açıdan güven arayışını artırır. Kurumlara olan güvenin sarsılması devlet ve toplum ilişkisinin çözülmesine yol açabilir. Güven arayışının olduğu bir ortamda devletin yetkili mekanizmalarının şeffaf olması gerekir.

Rekabet kurumu, var olan etik dışı davranışlara yönelik ne tür ve nasıl cezalandırmalar yaptığını açıklayıcı tebliğler aracılığıyla toplumla paylaşmalıdır. Kanunî düzenlemelerin yetersiz kalması, ortak etik değerlere sahip olunmaması, denetimin kontrol mekanizmasının caydırıcı bir duruşla ve vakitlice gerçekleşmemesi; gıdada sahteciliğe, deprem bölgesinde evsiz kalan insanımız için yapılan evlerin ihtiyacı olan betonda fahiş fiyata, şehirlerimizde rantçı müteahhitlerin iş tutuşuna, sağlık sisteminde belirli bir cemaatin egemenliğine, hastanelerimizde para karşılığı bebek katleden örgütlenmelere, medyada taraflı yandaş haberciliğe, siyasette halkın değerlerini istismar ederek koltuk sevdasına ve yolsuzluklara davetiye çıkarıyor.

Bu durumda kanunların güçlendirilmesi ve ortak ahlak anlayışının geliştirilmesi gerektiği ortadadır. Sert cezalandırmaların tatbiki, vakitlice uygulanması ve bunun göz önünde yapılması gerekmektedir. Bununla birlikte vatandaşlara düşen en büyük sorumluluk bireysel ahlakî tutumlarının farkına varmak ve paraya tapmamaktır. Toplumsal değerlerin zayıflaması, kültürel ahlakî değerlerden kopukluk uzaklaşma bizleri çıkarcı bireyler hâline getirmektedir. Ticaret ahlakımızda yer alan Türk-İslam kültürünün üretimi olan ahilik kuralları ya da dini olarak gözetilmesi gereken İslamî esaslar yaşatılamamakta, resmi kanunlar da çiğnenmektedir. Kendi değerlerini koruyamayan, değer üretemeyen ve yaşatamayan kişiler hiçbir alanda pozitif anlamda örneklik teşkil edemezler. Bu bireysel ya da kurumsal anlamda saygı kaybetmeye, güvensizliğe neden olmaktadır.

Bu durum yalnızca toplumsal alanda değil, aynı zamanda Türkiye’nin imajını uluslararası alanda zedelemekte, Türkiye’nin uluslararası düzeyde iş birliği yaparak gelişmesine engel olmaktadır. Türkiye’nin ekonomik anlamda en çok ihtiyacı olan unsurlardan biri olan dış finansman ihtiyacı ortadadır. Türkiye şu an dünyada hızlı bir şekilde gelişen ve büyümekte olan piyasalarda, rekabetini geliştiriyor olabilecekken, maalesef bu tarz engellere takılarak zaman kaybetmekte ve güvenilir olmaktan uzaklaşmaktadır. Yatırımlar ancak güvenilir sahalara yapılır. Güvenilir olmak, rekabet ahlakının iyileştirilmesinden, güvenilir ve istikrarlı bir duruş sergilemekten ve tüm bunlar ulusal bir çaba ile mümkün hâle gelecektir. Türkiye ve Türk milleti rekabet ahlakına ilişkin kendi ahlak değerlerini ortaya koymalıdır. Kanunların güçlendirilmesi, uygulanması ve toplumsal olarak ahlakî değerlerin kuşaklararası aktarımının ihmal edilmemesi, bireysel alanda ahlakî değerlerin yaşatılması elzemdir. Politikaların rekabet ahlakını güçlendirecek şekilde belirlenmesi elzemdir. Kendi milletimizin geleceğini engellemek ya da milletimizin önünü açmak vatandaş olarak her birimizin elinde ve sorumluluğundadır. Siyasî alanda politikacımızdan milletvekilimizden, hastanede doktorumuzdan, sınırda askerimizden, üniversitede öğrencimizden, adliyede savcımızdan, mahkemede hâkimimizden, şirkette yöneticimizden, bakkaldaki amcamıza kadar…

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.