Yeni Ufuk Dergisi’nin Kasım 2024 sayısında Kamal Gurbanov kardeşimizin kaleminden çıkan “Türk Olmanın Sorumlulukları” adlı yazı dikkatimi çekti. Yazı, genel olarak ele alınan konu bakımından yerinde ve iyi niyetle hazırlanmış. Ancak yazıda gördüğüm bazı hatalar, okurken beni rahatsız etti. Bununla ilgili arkadaşlardan da sorular gelince bağımsız bir yazı hazırlama gereği duydum.

Yazıda ilk dikkatimi çeken ve hatalı olduğunu düşündüğüm paragrafta yazar şöyle diyor:

Azerbaycan tarihine baktığımızda öncesinde bölgeyi hanlıklara bölerek güçsüzleştirmişler ve sonrasında tamamını istila etmiştirler. En yakın tarihte ise Sovyetlerden bağımsızlığını alan Azerbaycan’ın yönetimine Rusperest biri gelince, alfabeye Azerbaycan Türkçesi denilmesinden bile tedirgin olup bunu hemen değiştirmiştir. Buna dönemin Türkçü düşünürleri bile mâni olamamışlardır. Evet, bunu Azerbaycan’da başardılar. Ne yazık ki Azerbaycan Türkü kardeşlerimiz kendilerine Azeri demekteler, çoğu sözlükte de Azerice diye geçmektedir. Bunlar bölündüğümüzü, kendimizi tanımadığımızı, birilerinin projesine olanak sağladığımızı göstermektedir.

Öncelikle, günümüz Türk Dünyası’nda hiçbir devlet Türk alfabesi kullanmamaktadır. Azerbaycan’ın da Bolşevik işgaline kadar kullandığı alfabe Arap alfabesiydi. İşgalden sonra Ruslar tarafından Kiril alfabesine geçildi. Bağımsızlıktan hemen sonra ise Elçibey ile birlikte şu an Türkiye Cumhuriyeti’nin kullandığı Latin alfabesi yürürlüğe girdi. Zannedersem yazarın burada kastetmek istediği “alfabe” değil, kullanılan dilin adıdır.

Ancak burada da hatalar var; zira 28 Mayıs 1918 yılında kurulan Azerbaycan Cumhuriyeti’nin resmi dili Türkçe idi. Bunu, 28 Mayıs 1953 tarihinde Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurucularından olan Mehmet Emin Resulzade’nin “Amerika’nın Sesi” radyosuna verdiği röportajda da görmekteyiz. O röportajda Resulzade, “Türkçeyi devletin resmi dili ilan ettik” diyor[1]. 1930’lu yılların sonuna kadar genel olarak “Türkçe” adı muhafaza edilmiştir. Ancak Stalin Rejimi’nin emriyle Türkçe, “Azerbaycan Dili” olarak değiştirilmiştir.

1990’lara kadar bu isimle devam eden dilin adı, 22 Aralık 1992 tarihinde Cumhurbaşkanı Elçibey tarafından imzalanan Anayasa ile yeniden “Türkçe” olarak kabul edilmiştir[2]. Ancak, 1995 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile “Türkçe” olan dilin adı tekrar “Azerbaycan Dili” olarak değiştirilmiştir[3].  Günümüze kadar Azerbaycan’da kullanılan dilin adı resmi olarak “Azerbaycan dili” olarak geçmektedir. Bunun dışında hiçbir yerde resmi olarak “Azerice” ifadesi yer almamaktadır. Peki, o hâlde bu ifade nereden geldi? Yazıyı çok uzatmamak adına fazla detaya girmek istemiyorum. İnşallah bununla ilgili ileride daha detaylı bir yazı hazırlayacağım. Ancak kısaca anlatmak gerekirse, “Azerice” ifadesi İran’dan gelmektedir.

İran, Azerbaycan Türklerine “Türk” ve konuştukları dile de “Türkçe” dememek için bu kelimeleri ortaya atmıştır. İran, bununla Azerbaycan Türklerinin aslında Türklerin değil, Türklerle ilgisi olmayan bir etnik Fars milleti olan Azerilerin soyundan geldiğini iddia etmektedir. İlk başta bu ifadeyi, Azerbaycan Türklerinin adını yumuşatarak kısaltma şeklinde yaymış, sonrasında ise ortaya attığı bu kavramı yukarıdaki şekilde doldurarak “Türk” yerine kullanmıştır.

Ne yazık ki bu ifade, zamanla Türkiye’ye yayılmış ve Azerbaycan Türkleri için kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle Kars, Iğdır ve çevresinde yaşayan Azerbaycan Türkleri için bu ifade tercih edilmiştir. Günümüzde bağımsız Azerbaycan’da bu ifadelerin yaygınlaşması ise Türkiye ile iletişimin arttığı 1980’li yılların sonuna dayanmaktadır. Yani “Azeri” ve “Azerice” ifadeleri, daha çok Türkiye’den gelmiştir. Türkiye ile olan iletişimden sonra bu ifadeler Azerbaycan’da yaygınlaşmaya başlamıştır. Ancak bu konuda bizi sonradan uyaran Güney Azerbaycan Türkleri olmuştur.

Şimdiki Azerbaycan’da bu ifadeleri kullananlar maalesef hâlâ vardır. Fakat bunu bilmediklerinden dolayı söylediklerini düşünüyorum. “Azerice sözlük” meselesine gelince; Azerbaycan’da yazılan hiçbir resmi sözlük kitabında bu ifadeyi göremezsiniz. Onun yerine ya “Azerbaycan dili” ya da “Azerbaycanca lügati (sözlüğü)” ifadeleri yer alır. “Azerice sözlük” ise sadece Türkiye’de çıkan kitaplarda kullanılmaktadır.

Yazıda dikkatimi çeken bir diğer hatalı paragraf ise şu şekildedir:

Son zamanlarda Türkiye’mize yapılan kontrolsüz göç dalgası, Sovyetler döneminde Azerbaycan’ın Karabağ ve çevresine Ermenilerin göç ettirilmesine çok benzemektedir. Bölgeye göç ettirilen Ermeniler, günün sonunda bölgenin kendilerinin olduğunu iddia ettiler ve Karabağ’dan Azerbaycan Türklerinin çıkması için baskılar kurdular. Ne yazık ki dönemin siyasetçilerinin ve yerli Türk halkının tepkisiz kalmasından dolayı bölge 30 yıldan fazla işgal altında kaldı.

İlk cümlede yazar, Azerbaycan’a yapılan göç ile Türkiye’deki göç dalgasını kıyaslamış. Bunun yanlış olduğu düşüncesindeyim. Çünkü Türkiye, bağımsız bir ülke olarak gelen göçmenler konusunda bizzat müdahale gücüne sahiptir. Ancak Azerbaycan, Rusya’nın işgali altındaydı ve bizzat Azerbaycan’a gelen Ermeni göçlerini kontrol edebilecek bir durumda değildi.

Ayrıca bu cümledeki bir başka hata da göçlerin Sovyetler döneminde yapıldığı bilgisidir. Gerçekte ise Azerbaycan’a yapılan Ermeni göçleri, Sovyetlerden yaklaşık 100 yıl önce, Azerbaycan’ı işgal eden Çarlık Rusyası zamanında gerçekleşmiştir. Bu konuda Kemal Beydil Hoca’nın “1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşında Doğu Anadolu’dan Rusya’ya Göçürülen Ermeniler” makalesine bakabilirsiniz. Sovyetler dönemindeki göç hareketleri ise Ermenilerin yaşadığı bölgelerden Azerbaycan Türklerini göç ettirmek amacı taşımaktadır.

Paragrafta gördüğüm bir diğer hata ise Azerbaycan siyasetçilerinin ve halkının Karabağ meselesinde tepkisiz kalması iddiasıdır. Birinci Karabağ Savaşı, 1980’lerin sonunda başladı ve 1994 yılında imzalanan ateşkes anlaşmasıyla sona erdi. Yeni bağımsız olmuş bir devletin, hiçbir yerden yardım alamadan, ordusuz, silahsız ve gıdasız bir şekilde mücadele ettiğini unutmamak gerekir. Karşı tarafta ise Rusya, diaspora ve dünyanın en azılı teröristleri tarafından desteklenen bir yapı bulunuyordu. Bu şartlar altında Azerbaycan’ın tek başına bu sorunu çözmesi elbette mümkün değildi.

Ancak “sessiz kaldı” demek doğru değildir. Çünkü Azerbaycan, Karabağ’ı vermemek için 6 yıl boyunca savaşmıştır. Bu süreçte on binlerce insanını feda etmiş, bir o kadarı da gazi olmuştur. İşgalden kurtarılan Karabağ topraklarında bugün bile toplu mezarlar bulunmaya devam etmektedir. Azerbaycan, sadece cephede değil, siyaset meydanında da bu savaşı sürdürmüştür. Birleşmiş Milletler’de Ermeni işgaline karşı 4 karar kabul ettirmeyi başarmış, 1994 yılında ise Horadiz Operasyonu ile önemli bir başarı elde etmiştir.

Karabağ için girişimler sonraki yıllarda da devam etti. Hatta 1999 yılında mesele neredeyse tamamen çözülmek üzereyken, 27 Ekim 1999’da Ermenistan Parlamentosu’na yapılan baskınla bu plan suya düşmüştür[4]. Azerbaycan, Karabağ’ın ilk işgal yıllarından kurtuluşuna kadar geçen süreçte hiçbir zaman Karabağ’a sessiz kalmamış ve bu davayı unutmamıştır. Ermenilerin Karabağ işgalini meşrulaştıramamasının en büyük sebebi de budur. Çünkü Azerbaycan ne masada ne de sahada Karabağ’dan vazgeçmiştir. Mübariz İbrahimov ve onun gibi kahramanların 30 yıllık süreçteki şehadetleri bile bunun en açık kanıtıdır. 2016 yılında gerçekleşen “Nisan Savaşları” da bu kararlılığın bir yansımasıdır.

Topraklar işgal altında olmasına rağmen Karabağ’a olan bağlılık devam etmiştir. İşgal altındaki şehirlerin nüfus kayıtları dahi bu şehirlerde tutulmaya devam etmiştir. Ortada toprak olmasa da bu şehirlerin resmî kurumları faaliyette bulunmuş, Azerbaycan televizyonlarında her gün Karabağ anılmış, radyolarda “Savaş alnımıza yazılmış” anonsu yapılmıştır. Eğitim Bakanlığı’nın okul materyallerinde bile bir sayfa, Karabağ’daki işgal şehirleri ve işgal tarihlerinin yer aldığı “Kan Yaddaşı (Hafızası)” bölümü ayrılmıştır. Bu bağlılık olmasaydı, 30 yıl sonra insanlar akın akın şehadete koşmazdı.

Yazının sonlarına doğru yazar, yukarıda anlattığım olayları da kastederek şu şekilde bir cümle kuruyor:

İyi düşünün, milliyet olgusunun çevresinde birleşirsek dinimizi, kültürümüzü güzelce yaşayabileceğimiz bir yurdumuz olur. Aksi hâlde yukarıdaki yaşanmış hadiselerde olduğu gibi bölünmeye ve parçalanmaya mahkûm oluruz.

Maalesef burada da hata olduğunu düşünmekteyim. Çünkü Azerbaycan, dinini, milliyetini ve kültürünü bilmediği veya unuttuğu için değil, tam aksine bunları yaşamak istediği için başına bu musibetler gelmiştir. Azerbaycan’ın başına gelenlerin asıl sebebi, Türklüğünü, kültürünü ve dinini unutmak değil; bunlara bağlı kalıp köleliği kabul etmemesidir. Ruslara başkaldırdığımız ve bağımsızlık talep ettiğimiz için Karabağ elimizden alınmıştır. Karabağ, Azerbaycan’ın bağımsızlığının bedelidir. Ruslar, bu işgal ile Azerbaycan’ı “uslandırmaya” çalışmıştır.

Elçibey, bu davada kendisini feda etmiştir. Bugün Azerbaycan’ın ve Azerbaycan Türklerinin varlığı, o insanların mücadelesinin bir sonucudur.

Bu yazıyı buradan, tarihe not düşmek ve yanlış anlaşılmalara karşı cevap vermek amacıyla kaleme aldım. Allah, milletimizin birlik ve bütünlüğü için mücadele eden herkesten razı olsun. Âmin.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=cDyb02rqS00&t=3s Erişim tarihi: 16.12.2024

[2] https://e-qanun.az/framework/7961 Erişim tarihi: 16.12.2024

[3] https://e-qanun.az/framework/1865 Erişim tarihi: 16.12.2024

[4] https://modern.az/news/108106 Erişim tarihi: 16.12.2024

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.