Beyazıd-ı Bestâmi’yi bilirsiniz; Tanrı’ya nazı geçen, Tanrı katında ulu, Horasan erlerinden bir yüce kişidir. Yaşadığı yüzyılı, gerçek kişiliği ve zengin iç dünyasıyla süslemiş; geniş ve engin bir sevgi denizini durmadan coşturmuştur.
Bir de “Kutuplar Kutubu” vardır Beyazıd-ı Bestâmi’nin yaşadığı yüzyılda. Bu Kutuplar Kutubu, Beyazıd-ı Bestâmi’nin oturduğu kentte, Reyhanlı’nın Alaybey köyünde oturmaktadır. Yeryüzü mertebelerinden en yükseğinden daha yüksek, yeryüzünde erişilmesi imkansız bir manevi mertebedir bu Kutuplar Kutubu mertebesi.
Bir gün, beklenilmeyen bir an ve saat gelir; Reyhanlı kentindeki Kutuplar Kutubu olan kişi ölür… Artık, yeryüzündeki görevi bitmişti. Bütün yeryüzü ve gökyüzü velîleriyle, delileriyle, cümle dervişan ve mevki-i meratib-i âlişan olan cümle pîr, cümle abdal ve cümle ermişleriyle büyük bir bekleyiş içinde bulur kendini. Acaba şimdi Kutupluk yıldızı kimde, hangi mutlu kulunda, hangi ölümsüz ve ulu sevgilide tecelli kılacaktır? Acaba kimi, nasıl, nerde Kutuplar Kutubu mertebesine layık görecektir?
Uzamaz bu bekleyiş. Bir yarı gecenin yarı sırrında, bir ışıkla karanlık arası yarı aydınlık yarı karanlıkta yıldız doğar, yükselir, bir dama doğru iner. Reyhanlı’da demircilikle geçinen bir yoksul, kendi halinde insanın evidir bu dam. Demirci, devrinin Kutuplar Kutubudur artık!
Bu seçiş, bu seçiliş en çok Beyazıd-ı Bestâmi’yi şaşırtır. Üzülmüş müdür? Belki… Biraz hatta! Yerinmiş midir? Yine belki… Yine biraz hatta! Ama emr-i ilahidir bu ve buna karşı durulmaz… Bunu Beyazıd-ı Bestâmi de bilmektedir. Bir düşünür, iki düşünür, doluya koyar almaz, boşa koyar dolmaz… Bir bilgisiz demirciye -doğrusu- Kutuplar Kutubu mertebesini yakıştıramaz. En sonunda kalkar, demircinin dükkanına varır. Ve orada, görür ki, demirci, bir kendi halinde, terbiyeli ve uslu mazlum bir kişidir. Örse inen çekici, o kıpkızıl kor demiri bir güzel ve tatlı çın çın ile döğmekte, kor halindeki demirden, binlerce kıvılcım bir ışık yumağı olup bütün dükkanın karanlık köşe bucağına yayılmaktadır.
Demirciyi, o haliyle hayran hayran ve olduğu yerde çivilenmiş gibi kalıp durarak seyreden Beyazıd-ı Bestâmi, bir ara, durdurarak sorar: “Ey insanların seçilmişi?” der; “Söyler misin bana, içindeki özlem nedir? Hangi büyük güç, elinden çekice geçiyor ve oradan ışık olup dökülüyor?”
Demirci: “İnsanlar!..” diye cevap verir; alnındaki sıcak teri siler bir yandan da: “İçimdeki o büyük özlem benim gibi insanlar içindir. Düşünürüm ve derim ki, Tanrım, bütün bu insancıklar, bir ömür boyunca zaten ızdırap çekiyorlar. Bu acılar ve bu günahlarla huzura gelirlerse? Derim ve düşünürüm onların halini de, bütün insanlar adına utanırım, yüreğim onların acılarıyla dolar… Kor ateşi yüreğime sararım, insanlar adına terbiye ederim… Kıvılcım olur bu hareketim. Dualar da böyle değil midir şeyhim?”