Kırım, son zamanlarda yaşanan olaylarla gündemimizde ancak yer tutabilen, Türk Dünyası’nın yakın tarihte maalesef unutulmuş coğrafyalarından birisidir. Adını, Tatar Türkçesi’nde ‘tepem’ anlamına gelen ‘Qırım (qır-tepe,ım-benim)’ kelimesinden alan(1)bu toprakların tarihine baktığımızda, Karadeniz’e, Akdeniz’e ve Boğazlar’a yakınlığının getirdiği stratejik konumundan ötürü çok kez kuşatıldığını, farklı güçler tarafından ele geçirilmeye çalışıldığını görsek de, ilk çağlardan itibaren bir ‘Türk yurdu’ olduğu hemen göze çarpmaktadır.

 

Kırım Tarihi

Henüz 5.yüzyılda bizzat, Hun hükümdarı Atilla’nın amcası Baybars komutasındaki ordularca Türk topraklarına katılan Kırım, takip eden asırlarda Hazarlar, Kıpçaklar, Peçenekler, Karaim Türkleri gibi Türk boylarına ev sahipliği yapmıştır. Şu anki asli unsur olan Tatarlar da 8.yüzyıldan itibaren buraya yerleşmeye, Salgat (Solhat) adı ile anıldığı bu dönemde başlamıştır. 1239 yılından itibaren Altın Orda Devleti’nin parçası haline gelen Kırım, bu dönemde bölgesinin en önemli ticaret merkezi olmuş, 14.yüzyılın sonlarına kadar da bu şekilde devam etmiştir. 15.yy başlarında Giray hanedanı öncülüğünde ayrı bir Türk hanlığı Kırım’da kurulmuştur. 1475’te ise Fatih Sultan Mehmet Han, Gedik Ahmet Paşa kumandasındaki donanmasını bölgeye göndererek tüm limanları hâkimiyetine almış, Kırım da böylece Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir hanlık haline gelmiştir. Bu tarihten sonra, Kırım Hanlığı, Osmanlı Devleti içinde hep özel bir konuma sahip olmuş, Hanlar, sultanın fermanı ile atanmış, Osmanlı diplomasi geleneğine göre Giray Hanedanı üyeleri, Osmanlı Hanedanı mensuplarının ardından Osmanlı İmparatorluğu hiyerarşisinde ikinci sırada yer almıştır.(2) (Hatta Osmanlı Hanedanın soyunun tükenme olasılığının olduğu yıllarda Giray Hanedanı’ndan bir şehzadenin getirilip, devletin başına geçirilmesi dahi konuşulmuştur.) Ayrıca Osmanlı Devleti, Çarlık Rusya ile olan diplomatik ilişkilerini de uzunca bir süre Kırım Hanlığı aracılığı ile sağlamış, Rus Çarı, Kırım Hanı’na denk sayılmıştır.

 

Kırım’a yönelik ilk dış tehdit 1736 yılında Rusya’dan gelmiştir. Bu tarihte Kırım’a giren Rus Orduları, ülkede büyük bir kıyım ve talana başlamıştır. 1768-1774 yılları arasında süren Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından imzalanan ve asırlarca sürecek geri çekilmeyi başlatması açısından Türk Tarihi’nin kırılma noktalarından biri olan ‘Küçük Kaynarca Anlaşması’ ile birlikte, Osmanlı Devleti, Kırım’ın bağımsızlığını ve tarafsızlığını kabul etmek zorunda kalmış, sadece dini yönden ülkenin Hilafet makamına bağlılığı devam etmiştir. Bu anlaşmadan yalnızca 9 ay sonra da Rusya, Kırım’ı topraklarına katmıştır. İç ve dış politikada birçok sorun yaşayan ve askeri gücü bir hayli zayıflayan Osmanlı Devleti, içinde bulunduğu durum itibari ile gerekli refleksleri gösterememiş, bu oldu-bittiye razı olmak zorunda kalmıştır. 1853-1856 yılları arasında süren ve tarihe Kırım Savaşı adı ile geçen savaşta da Osmanlı, kâğıt üzerinde savaşın galiplerinden biri olmasına karşın, ekonomik ve askeri yönden çok yıpranmış, Kafkaslar’da kendisine yeniden hayat sahası açabilecek diplomatik hamleleri yapamamıştır.

 

Kırım Halk Cumhuriyeti

1917’ye kadar Rus Çarlığı’na bağlı kalan Kırım Türkleri, bu yıl içerisinde başlayan ve Ekim 1917’de Sosyalist bir devrim ile sonuçlanan ‘‘Bolşevik İhtilali’’nin ortaya çıkardığı kaotik ortamdan faydalanarak 7 Nisan 1917 günü Akmescit’te ‘‘Bütün Kırım Müslümanları Kongresi’’ni toplamış ve ‘‘Noman Çelebicihan’’ başkanlığında ‘‘Kırım Halk Cumhuriyeti’’ ilan edilmiştir. ‘Kırım Kırımlılarındır’ ilkesi, bu yıllarda özellikle Tatar aydınları arasında bayraklaşan bir slogan haline gelmiştir. Ancak bu girişim de uzun ömürlü olamamış, Rusya’da iktidarı tamamen ele geçirip, ‘Sovyetler Birliği’ adıyla komünist bir diktatörlük kuran Bolşevikler, 1918 yılı içerisinde Kırım’a asker çıkarmış, 40 bin kişilik Bolşevik Ordusuna direnemeyen 3 bin kişilik Kırım Cumhuriyet Ordusu yenilgiye uğramış, Kırım Halk Cumhuriyeti de böylece tarihe karışmıştır. İlk devlet başkanı Noman Çelebicihan da 23 Şubat 1918’de idam edilmiştir.(3) 19 Ekim 1921’de ise Kırım’ın ilhakı tamamlanmış, bölge, yeni yapısıyla ‘Sovyetler Birliği’nin bir parçası haline gelmiştir.

 

1944 Büyük Sürgünü

18.yüzyıldan itibaren Kırım üzerinde emperyalist emellerini uygulamaktan çekinmeyen Rusya, 20.yüzyılda en dehşet verici aşamaya ulaşmış, on binlerce Türk’ün ölümüne sebep olmuştur. 2.Dünya Savaşı’nın sürdüğü ve Adolf Hitler Almanya’sının kuvvetli ordusunun Kafkaslarda ilerlediği 1944 yılında, Kırım-Tatar Türkleri, şaşırtıcı ve izana muhtaç bir şekilde ‘Almanya ile işbirliği yapmak ve Alman ordularına yardım etmekle’ suçlanmıştır. Dönemin Sovyet devlet başkanı Joseph Stalin’in ‘‘Kafkasları Türklerden Arındırma’’ politikasının bir ambalajı olduğu aşikâr olan bu gerekçe ile 193.865 Kırım Türkü, Özbekistan, Kazakistan, Sibirya ve SSCB’nin muhtelif bölgeleri başta olmak üzere farklı coğrafyalara göçe mecbur tutulmuştur. 18 Mayıs 1944 günü başlayan zorunlu göç kapsamında yüz binlerce Kırım Türkü tren vagonlarında, insanlık dışı şartlar ve işkenceler altında bölgeden taşınmıştır. 10.105’i ilk 6 ay içinde olmak üzere, -resmi rakamlara göre- 30.000 kişi hayatını kaybetmiştir.(4) Türk nüfusun yaklaşık %45’inin çeşitli nedenlerle (açlık,susuzluk,hastalık,katliamlar,göç) yaşamını yitirdiği Kırım’da, demografik dengenin bozulması da bu olayla hız kazanmıştır.

 

Kırım Özerk Cumhuriyeti

Yaklaşık 33 yıl boyunca Sovyetler Birliği bünyesinde muhtar cumhuriyet olarak kalan Kırım, 1954 yılında SSCB Yüksek Prezidyum’unun aldığı bir kararla Ukrayna’ya verilmiştir. Bu tarihten sonra Ukrayna Devleti’ne bağlı ‘‘Kırım Özerk Cumhuriyeti’’ dönemi başlasa da Kırım Tatarları’nın hürriyet mücadelesi devam etmiş, özellikle ‘‘Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’’ önderliğinde ‘Kırım Tatar Milli Gençlik Teşkilatı’ baskılara rağmen faaliyetlerini sürdürmeye çalışmıştır. Sovyetler Birliği, bu dönemde de çeşitli suçlamalarla Kırım-Tatar Hareketi’nin önde gelenlerini sindirme çabası vermiştir. Abdülcemil Kırımoğlu, 1965-1987 yılları arasında 7 defa tutuklanmış, hapis cezaları ve sürgünlere maruz kalmıştır. 1989 yılında kurulan ‘Kırım Tatar Milli Hareketi Teşkilatı’nın verdiği mücadelenin de etkisiyle dönemin SSCB Devlet Başkanı ‘Mihail Gorbaçov’, 1944 Sürgünü veya başka sebeplerle yurtlarından edilen Kırım Tatarları’nın anavatanlarına dönmesine izin vermiştir. 1991’de SSCB’nin dağılması Kırım Türkleri’ne kısmen de olsa rahat bir nefes aldırmıştır. Bağımsızlık mücadelesinin önderi ‘Abdülcemil Kırımoğlu’ da, 1996’da Kırım Tatar Milli Meclisi Başkanlığı’na seçilmiştir.

 

 

Rusya’nın Kırım’ı İlhakı

23 Kasım 2013 tarihinde Ukrayna’da iktidarı elinde bulunduran Rusya yanlısı iktidara karşı Avrupa Birliği (AB) taraftarı muhalefetin başlattığı gösteriler, kısa sürede ayaklanmaya dönüşmüş ve kolluk kuvvetleri ile muhalifler arasında silahlı çatışmalar yaşanmaya başlanmıştır. İktidarın ve cumhurbaşkanının istifasına kadar giden bu kaos ortamından faydalanmak isteyen Rusya, 27 Şubat’ta Kırım’a asker çıkararak devlet kurumlarını, başbakanlığı ve parlamentoyu işgal etmiş ve Kırım’ın geleceği için referandum yapılması kararını çıkarttırmıştır.(5) 16 Mart 2014 günü yapılan ve Tatarların, Ukrayna’ya bağlı olarak devam etmek istemelerine rağmen, protesto ederek katılmadığı referandum sonucunda %93 gibi bir oyla halk, Rusya’ya bağlanmayı onaylamıştır. Şüphesiz, bölgede yıllardır devam eden Ruslaştırma politikaları, göçler, sürgünler, bu referandumda çok açık bir şekilde etkisini göstermiştir. Nüfusun %13’ünü oluşturan Kırım Tatarları, yaklaşık %60’ını oluşturan Rus nüfusa karşı bariz bir demografik dezavantaja sahiptir. Birleşmiş Milletler (BM), Güvenlik Konseyi’ne referandumu gayrimeşru sayan bir karar tasarısı getirmişse de Rusya’nın vetosu ve Çin’in çekimser oyu nedeniyle tasarı, bir yaptırım gücü kazanamamıştır. 21 Mart 2014’te ise Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in imzası ile Kırım, resmen Rusya Federasyonu’na bağlanmıştır.(6)

 

Sonuç

     Kırım-Tatar Türkleri, bir kez daha zorlu bir sürece girmiştir. Rusya, uzun yıllardır bölgedeki etnik yapıyı lehine çevirme politikalarının sonucunu almış, Ukrayna’da kendi desteklediği iktidara –dolayısıyla kendisine- karşı oluşan bir ayaklanmadan dahi kazançlı çıkmayı başarmıştır. Uluslararası camia, şu ana kadar göstermelik tepkiler vermek dışında, uluslararası hukuku hiçe sayan bu ilhaka sessiz kalmıştır. Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Dünyası ise yine kötü bir sınav vermiştir. Kırım’ın tarihi ve stratejik önemi bilinmesine rağmen, hazırlıksız yakalanılmış, süreç boyunca da gerekli politikalar üretilememiştir. Son yıllarda bölgesel güç olma iddiası ile uluslararası meselelere müdahil olan Türkiye’nin proaktif(!) dış politikasına Kırım’da maalesef ki rastlanamamıştır. Böyle bir ortamda Rusya, şimdilik istediğini almıştır. Ancak tarih boyunca bir Türk yurdu olan –ve bundan sonra da öyle kalacak olan- Kırım, kaderine terk edilmemelidir. 1944 Sürgünü’nden sonra ‘Trenlerle gittik, tanklarla döneceğiz!’ diyerek mücadeleden vazgeçmeyen Kırım Türkleri, bundan sonra da başkalarının çizdiği kadere razı olmamalı, Hürriyet mücadelesinin efsane ismi Abdülcemil Kırımoğlu’nun dediği gibi başladıkları noktaya dönülmesine müsaade etmemelidir. Başta Türkiye olmak üzere Türk Dünyası da, üzerine düşeni yapmalı uluslararası toplumun desteğini de arkasına alacak şekilde tüm imkânları kullanmalıdır.

Dipnotlar;

(1) Kırım Özerk Cumhuriyeti’nin Tarihi

http://habergazete.com/haber-detay/1/49545/Kirim-ozerk-Cumhuriyetinin-Tarihi-2014-03-18.html

(2) Giray Hanedanı                                                                   http://tr.wikipedia.org/wiki/Giray_Hanedan%C4%B1                                                                                (3)Kırım Halk Cumhuriyeti                    http://tr.wikipedia.org/wiki/K%C4%B1r%C4%B1m_Halk_Cumhuriyeti                                              (4)Kırım Tatar Sürgünü http://tr.wikipedia.org/wiki/K%C4%B1r%C4%B1m_Tatar_S%C3%BCrg%C3%BCn%C3%BC                    (5) http://sozcu.com.tr/2014/dunya/rus-ordusu-kirima-girdi-463664/                                                           (6) http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/03/140316_kirim_sonuc.shtml

Bir yanıt yazın