Milliyetçiliğin tarih sahnesinde sürekli olan bir toplum gerçeği olduğu hakikatinin göz ardı edildiği, Türkçülük fikrini dillendirenlere adeta akıl hastası gözüyle bakıldığı, Türk Milliyetçilerinin haklı haykırışlarının duymazdan gelindiği buhranlı bir zaman dilimine gitmeden evvel, bugün karşı karşıya olduğumuz vahim hali arz etmek istiyorum.
Yaşamayı nefes alıp vermekten ibaret bir doğa olayı olarak gören ve bunun dışında herhangi bir yaşam mücadelesi olmayan bir güruh ne yazıktır ki Türkiye Cumhuriyeti Devletine Türk Devleti dememizden rahatsızlık duymakta, akıl almaz ifadelerle bu ‘’yanlış’’ beyanlarımızdan vazgeçmemizi istemektedirler.
Bu akıl tutulmasını yaşayanlara cevaben, yazıma Devletimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal’in, hepimizin Gençliğe Hitabe olarak bildiği o veciz sözleriyle devam etmek istiyorum;
Gazi Paşa gençlerin şahsın da bütün millete şöyle sesleniyor;
‘’Birinci vazifen Türk istikbalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafa etmektir.’’
Görüldüğü üzere Milli Devleti kuran irade bu yapıyı açıkça Türk Devleti olarak ifade etmekten zerre kadar çekinmemiş, esasen bu yersiz tartışmaya fırsat dahi vermemiştir.
Gökalp Bey ve Türkçülük Fikri
1876 yılında devrin önemli medeniyet ve kültür merkezi olan, Türkmen yurdu Diyarbakır’da dünyaya gelen Gökalp Bey, daha çocuk yaşta devletin içine düştüğü buhrandan nasıl çıkılacağına kafa yormaya başlamıştı. Aynı dönemde yaşayan birçok Türk münevveri gibi Gökalp Beyin düşünce dünyasının oluşumunda da, Osmanlı Devletinin siyasi, ekonomik, askeri ve dini alanda yaşamış olduğu sıkıntıların derin izlerini görmek mümkündür. Gökalp Beyin yaşadığı dönem, (1876-1924) devletin cepheden cepheye koştuğu, hızla toprak kaybettiği, halkının sefalet içine girdiği hızlı bir çöküş dönemidir.
Bu buhranlı günlere kendi içinde yaşadığı fırtınalarda eklenince, intiharı kendine tek çıkış yol olarak görmüştür. İlahi hüküm Gökalp Beyi milletine bağışlamış, kafatasında ki mermi çekirdeği ise bir ömür en vefalı dostu olmuştur.
Küçük yaşta ailesinden öğrendiği Farsça ve Arapçanın yanında, kendi çabalarıyla öğrenmiş olduğu Fransızca ile beraber hem batı medeniyetini yakından takip ediyor, hem de Şark klasiklerini kendi dillerinde okuyabiliyordu. Eğitim hayatına kendi hiç istememesine rağmen, Baytarlık mektebinde devam etmek zorunda kaldı. Başta İstiklal Şairi M.Akif olmak üzere pek çok aydının yolunun kesiştiği bu mekteb, Gökalp Beyi de bir süre misafir edecekti.
Ancak onun hasta hayvanları tedavi etmek gibi bir kaygısı yoktu. Ömrünü, batılı devletlerin ‘’hasta adam’’ yakıştırması yaptığı devletini ayakta tutmaya çoktan adamıştı bile. Bu istikamette ki çalışmaları gittikçe bilimselleşiyor ve bütün dünya tarafından kabul görecek bir zemine oturuyordu.
Osmanlıcılık- İslamcılık-Türkçülük
Merhum Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset adlı eserinde dile getirdiği, Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük fikirleri esas itibariyle iyi niyetli çabaların ürünüdür.
Bu üç sosyal yaklaşımda devletin içinde bulunduğu durumun analizinden ortaya çıkmış metodlardır.
Çabalar iyi niyetli olmakla beraber, neticede bu hasıl olmamıştır.
Osmanlıcılık ve İslamcılık fikirlerinin neden başarısızlıkla sonuçlandığı hepimizin malumudur. Kısaca izah etmeye çalışacak olursak, Osmanlıcılık fikri 2. Mahmut a kadar uzanmaktadır. 1839 yılında Tanzimatın ilanı ve Osmanlının bütün tebaasının hukuk önünde eşit sayılacağı kararı, bir ‘’Osmanlı Milleti’ tesis etmek, Osmanlılık ruhu yakalamak açısından atılan önemli adımlardır. Gayri Müslim tebaanın devlete karşı ayaklanmasını ve toprak kaybımızı durduramayan bu fikir yerini, İslamcılık akımına bırakmıştır.
M.Akif’in de öncüleri arasında bulunduğu İslamcılık, devlet içindeki tebaayı din çatısı altında, dünyada ki diğer Müslümanları da halifelik makamının etrafında birleştirmeyi hedef edinmiştir.
Halifenin cihad ilanının İslam aleminde tam olarak karşılığını bulamaması ve kavm-i necib-i millet olarak ifade edilen Müslüman Arapların devletin yıkılışında en az gayri müslim toplumlar kadar rol oynaması İslamcılık fikrinin de çıkış yolu olmadığını göstermiştir.
Türkçülük fikri ise en makul yol olarak başta Türk aydınları olmak üzere, milletçe üzerinde mutabık kalınan bir kurtuluş reçetesi halini almıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de kuruluş felsefesi olan bu fikir, Gaspıralı İsmail, Ziya Paşa, Yusuf Akçura, Ömer Seyfettin gibi isimlerle adını duyursa da, Gökalp Beyle zirveye ulaşmıştır.
İşgal Yılları ve Malta Sürgünleri
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşmasından sonra 13 Kasım 1918’de Cihan Devleti Osmanlının başkenti işgal edildi. Paris’de bulunan İtilaf Devletlerinin ‘’Yüksek Meclisi’’ İstanbul’un işgali ile beraber, Türkçü fikirleriyle tanınan mebus, asker, üst rütbeli memur ve ilim adamları dahil olmak üzere işgale karşı çıkabilecek herkesin tutuklanmasına da karar
verdiler.
Bu kararı İstanbul’da duyuran işgal kuvvetleri bir yandan da vakit kaybetmeden tutuklamalara başlamışlardı.
Bugün ki İstanbul Üniversitesin de, kurmuş olduğu sosyoloji kürsüsünde Milletine hizmete devam eden Gökalp Bey e de, dostları tarafından kaçması gerektiği sürekli olarak telkin ediliyordu.
O ise bütün bu telkinlere Milletini sevmekten başka bir kabahatinin olmadığını söyleyerek, ölürsem de bu topraklar da ölürüm cevabını veriyordu.
Çok geçmeden diğer milliyetçi düşünürler gibi Gökalp Bey de tutuklanmış ve bir süre sonra 145 vatanperver ile beraber, İngiliz hakimiyetin de bulunan Malta adasına sürgüne gönderilmiştir. Üç yıla yakın süren sürgün hayatı boyunca da toplum bilimi üzerine çalışmalarına devam etmiş, sürgünde arkadaşlarına kısa kısa seminerler vererek, onları sürgün sonrası hayata motive etmiştir.
Milli Devlet ve Vefatı
İlk savunucuları arasında bulunduğu, sistemsel bir yapıya kavuşturduğu Türk Milliyetçiliği fikri, yeni kurulan devletin temelini oluşturmuştu. Gökalp Bey hatıratlarında ‘’bunun hayatının bütün yorgunluğunu aldığını, bu hazla ölmek istediğini’’ samimiyetle anlatıyor bizlere…
Malta dönüşünde bir süreliğine Milli Eğitim Bakanlığında üst düzey görevlerde bulunduktan sonra,1923 yılında Diyarbakır mebusluğuna seçilen Gökalp Bey bir yandan da dergi (mecmua) çalışmalarına devam ediyordu.
Cumhuriyet tarihinde Atatürk’ün fikir babası ve Cumhuriyet tarihinin ilk sosyoloğu olarak tanınan Gökalp Bey, 25 Ekim 1924 tarihinde, fikri banisi olduğu Türk Devletinin ikinci yılını bile göremeden hakka yürüdü.
Arkasında, hepimize örnek olacak zorluklarla dolu, ama her zorluğu aşıp muvaffak olduğu bir hayat hikayesi bıraktı. Fani alemde ki mezar taşı, İstanbul Fatih de ikinci Mahmut Türbesinin bahçesinde semayı selamlamaya devam ediyor…
Cümlesine rahmetle…